Back Index Next

Kimi zaman şöyle deniyor: Hilkat ve secde ayetlerinde sözü geçen Âdem'den maksat bir şahıs olarak Âdem değil, türün sembolü olarak Âdem'dir. Mutlak insan, yaratılışının toprağa dayanması, üreme ve doğurma sürecini gerçekleştirmesi bakımından Âdem olarak adlandırılmış gibidir. Bu durum, yüce Allah'ın şu sözünden de anlaşılabilir: "Biz sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere 'Âdem'e secde edin' dedik." (A'râf, 11) Bu ayet, meleklere, Allah tarafından yaratılarak, biçim verilerek hazırlanan varlığa secde etmeleri emredildiğine yönelik bir işaret sayılabilir. Ayette anlatıldığına göre bu varlık belirli bir insan, bir şahıs değil, bütün insan fertleridir. Çünkü "Sizi yarattık, sonra biçimlendirdik" buyuruluyor. Aşağıdaki ayet de böyledir: "Allah, ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?... İblis, 'ben ondan üstünüm, beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın' dedi... İblis 'senin izzet ve şerefine yemin ederim ki, onların tümünü yoldan çıkaracağım. Yalnız onlardan ihlâslı kılınan kulların hariç." (Sâd, 83) Görülüyor ki, Âdem'den ilk başta tekil olarak söz edilmişken sonra bu ifade çoğula dönüştürüldü.

Bu iddia, naklettiğimiz ayetlerin zahiri anlamlarına ters olmasına ek olarak şu ayetin zahir anlamı ile de reddediliyor. Yüce Allah, Âdem ile ilgili hikâyeyi, meleklerin secde etmesini ve İblis'in secde etmeyi reddetmesini anlattıktan sonra şöyle buyuruyor: "Ey Âdemoğulları, şeytan ana-babanızı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizleri de aldatmasın." (A'râf, 27) Ayette Hz. Âdem'den şahıs olarak söz edildiğinin açık olduğu hususunda hiç şüphe edilmemelidir.

Şu ayet de bu niteliktedir: "Hani biz meleklere 'Âdem'e secde edin' dedik. Hepsi secde etti. Yalnız İblis emrimize karşı geldi ve 'ben çamurdan yarattığın bir varlığa hiç secde eder miyim?' dedi. İblis dedi ki, 'Benden üstün tuttuğun şu varlığı görüyor musun? Eğer bana kıyamet gününe kadar mühlet verirsen onun soyunu, pek az bir bölümü dışında, avucumun içine alıp mahvederim." (İsrâ, 63) Şimdi inceleme konumuz olan şu ayet de aynı niteliktedir: "Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ki O, sizi tek bir nefisten yarattı, ondan eşini de yarattı ve ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yaydı. Onun hatırına birbirinizden bir şey istediğiniz Allah'tan ve akrabaların haklarını çiğnemekten sakının. Allah, şüphesiz sizin üzerinizde gözetleyicidir." Ayeti yorumlarken bu hususu açıklamıştık.

Görüldüğü gibi bu ayetler insana bir anlamda Âdem ve başka bir anlamda da Âdemin çocukları demekten uzak oldukları gibi yaratılmayı bir açıdan toprağa ve başka bir açıdan da meniye nispet etmekten de uzaktırlar. Özellikle şu ayette bu gerçek açıktır: "Allah katında İsa'nın örneği, Âdem'in örneği gibidir. Allah onu topraktan yarattı, sonra 'ol' dedi, o da oluverdi..." (Âl-i İmrân, 59) Aksi hâlde bu ayetin Hz. İsa'nın yaratılışının, normal uygulama ile çelişen bir istisna olduğuna delil gösterilmesi yerinde olmaz. "Âdem türsel bir semboldür" demek tefrittir. Bu tefritin karşılığı olan ifrat ise, "Tek Âdem'den daha çok Âdem yaratıldı." demenin küfür olduğunu söylemektir ki, bu görüşü Sünnî alimlerden Zeynularab ileri sürmüştür.

İnsanın bağımsız bir tür olması, tekâmül yoluyla ayrı türden oluşmaması üzerine Yukarıda okuduğumuz ayetler, bu konuya yeteri derecede cevap vermektedir. Çünkü bu ayetler meni aracılığı ile üremiş mevcut insan neslinin Hz. Âdem ile eşine dayandığını, Hz. Âdem ile eşinin ise topraktan yaratıldıklarını açıklıyor. Buna göre insanlık Hz. Âdem ve eşine dayanırken onların dayandıkları bir benzerleri veya hemcinsleri yoktur. Onlar orijinal olarak var edilmişlerdir. İnsan varoluşuna ilişkin araştırma yapanlar arasında şimdi şu görüş yaygındır: İlk insan tekâmül yolu ile insan olmuş bir ferttir. Bu faraziye herkes tarafından kabul edilmiş son söz olmamakla ve ilim adamlarının ilgili kitaplarda bu nazariyeye birçok yönü ile itiraz etmiş olmalarına rağmen faraziyenin aslını oluşturan "insan, evrim yolu ile insan olmuş bir hayvandır." nazariyesi, araştırmacıların kabul ettikleri ve insan varoluşuna ilişkin incelemelerin hareket noktası sayılan bir görüştür.

Bu araştırmacılar faraziyelerini şöyle açıklıyorlar: Gezegenlerden biri olan yerküre, güneşten kopmuş bir parçadır. Önceleri sürekli alev saçan ve eriyen bir kitle iken zamanla dış faktörlerin etkisi ile soğumaya yüz tuttu. O sıralar bol yağmurlar alıyor, üzerinde seller akıyor, yüzeyinde denizler, okyanuslar oluşuyordu. Sonra üzerinde birtakım su ve toprak kaynaklı bileşimler oluştu. Bu bileşimlerden su bitkileri meydana geldi. Bu bitkilerin tekâmül etmeleri ve hayat kırıntıları içermeleri yolu ile önce balıklar ve diğer suda yaşayan hayvanlar, arkasından hem suda hem karada yaşayan uçan balıklar, onların arkasından karada yaşayan hayvanlar, sonra da insan meydana geldi. Bütün bunlar toprak bileşiminin geçirdiği tekâmülle oluştu. Her aşamadaki bileşimin tekâmülü kendi biçimi içinde bir sonraki aşamaya dönüştü. Böylece bitkiden suda yaşayan hayvana, ondan hem suda hem karada yaşayan hayvana, ondan karada yaşayan hayvana, sonra da insana geçildi. Tekâmül süreci bu sırayı izledi. Bu hususa iyice dikkat edilmelidir.

Bütün bunların delili bu varlıkların yapılarında görülen düzenli kemal, basitten mükemmele doğru aşamalı olarak seyreden düzenli gelişme ile bazı ayrıntılarda deneyler yolu ile gözlemlenen tekâmüldür. Bu nazariyenin ortaya atılmasının sebebi, söz konusu türlerde beliren özellikleri ve etkileri gerekçelendirmek, açıklamaktır. Ama özellikle bu faraziyeyi ispat eden ve onun dışındaki görüşleri reddeden deliller gösterilememiştir. Üstelik bu türleri birbirinden farklı, aralarında tekâmül bağlantısı olmayan varlıklar olarak kabul etmek ve tekâmülün bu varlıkların kendilerinde değil, durumlarında geçerli olduğunu düşünmek de mümkündür. Zaten deneylere konu olan da söz konusu türlerin çeşitli durumlarıdır. Nitekim bu türlerin hiçbir ferdinin başka bir türün ferdine dönüştüğünü, Meselâ bir maymunun insan olduğunu gösteren hiçbir deney, hiçbir yaşanmış tecrübe yoktur. Sadece bu türlerin bazılarında özellikleri, gerekleri ve arazları alanında tekâmül olduğunu kanıtlayan deneyler vardır.

Bu incelemeyi derinleştirmek için başka bir fırsata ihtiyaç vardır. Buradaki maksadımız, araştırmacıların bazı ilgili meseleleri açıklayabilmek için bu faraziyeyi ortaya attıklarına ve bunu kesin bir delile bağlayamadıklarına işaret etmektir. Buna göre insanın diğer türlerden bağımsız ve ayrı bir tür olduğu yolundaki Kur'an'ın işaret ettiği gerçek hiçbir bilimsel bulgu ile çatışmalı değildir.

İKİNCİ KUŞAK İNSANIN ÜREMESİ

İnsanın ilk kuşağı olan Hz. Âdem ile eşi evlenme yolu ile insan üremesini başlatarak oğullar ve kızlar (erkek ve kız kardeşler) dünyaya getirdiler. Bu kardeşler aralarında evlenerek mi, yoksa başka bir yolla mı ürediler? "Ve ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yaydı." ifadesinin zahirî anlamı yukarıda yapılan açıklamasında görüldüğü üzere mevcut insan neslinin Hz. Âdem ile eşine dayandığını, bu konuda bu çifte erkek veya dişi hiçbir varlığın katkısı olmadığını belirtmektedir. Kur'an-ı Kerim üreyip yeryüzüne dağılma eyleminde bu çiftten başkasının rol aldığına değinmiyor. Eğer bu süreçte bu çiftten başka bir canlının katkısı olsaydı, Kur'an-ı Kerim "İkisinden ve başkalarından türetip-yaydı." der veya duruma uygun düşecek başka bir ifade kullanırdı. İnsan üremesinin başlangıcını sadece Hz. Âdem'e ve eşine hasretmenin, onların oğulları ile kızları arasında evliliklerin meydana gelmesini gerektirdiği bilinen bir gerçektir.

Kardeşlerin birbirleri ile evlenmelerine ilişkin İslâm'da varolan ve bize gelen bilgilere göre eski şeriatlerde de mevcut olan yasak hükme gelince, bu hüküm maslahat ve zarara bağlı bir teşriî hükümdür, yoksa değişmesi mümkün olmayan bir tekvinî hüküm değildir. Bu konuda dizginler yüce Allah'ın elindedir. O istediğini yapar ve dilediği hükmü verir. Zaruret gereği ile bir gün bu uygulamayı serbest ilan ederken başka bir gün ihtiyaç kalmadığı ve toplumda fuhşun yayılmasına yol açtığı gerekçesi ile onu yasaklayabilir.

Bazıları bu uygulamanın insan fıtratı ile ve Allah'ın peygamberlerine ilettiği fıtrî dinin hükümleri ile bağdaşmayacağını ileri sürüyorlar. Yüce Allah, insanlar için ortaya koyduğu dinin fıtrata uygunluğunu şöyle anlatıyor: "Ey Muhammed, Allah'ı bir bilici olarak yüzünü doğruca dine çevir. Allah'ın yaratma kanununa uygun olarak dine dön ki, O insanları ona göre yarattı. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur." (Rum, 30) Söz konusu uygulamanın fıtrata aykırı olduğu yolundaki görüş dayanaksız ve geçersizdir. Çünkü insan fıtratı bu uygulamayı yani kardeşlerin birbirleri ile cinsel ilişki kurmaları uygulamasını sırf tiksindirici bulduğu için reddedip yerine başka tür bir uygulama önermiyor. Fıtratın onu reddetmesi, onu nefretle karşılamasının asıl gerekçesi bu uygulama yüzünden toplumda fuhşun ve ahlâksızlığın yayılması, iffet içgüdüsünün etkisini yitirip ortadan kalkmasıdır. Hep biliyoruz ki, bu tür cinsel ilişkiye günümüz toplumlarında ahlâksızlık ve fuhuş düşkünlüğü damgası vurmak uygundur. Ama yüce Allah'ın yaratma kanununun gereği olarak sadece erkek ve kız kardeşlerin varolduğu ve yüce Allah'ın bunların çoğalıp yeryüzüne dağılmalarını dilediği o günün toplumuna böyle bir damga vurmak uygun değildir.

İnsan fıtratının söz konusu uygulamayı içgüdüsel bir tiksinti ile reddetmediğinin delili şudur: Bu uygulama tarihin anlattığına göre yüzyıllarca Mecusiler arasında geçerli olmuş, anlatıldığına göre Rusya'da yasal bir hâl almış ve batıda yasal evlilik dışı ve kanuna dayalı olmayan bir ilişki biçimi olarak günden güne yayılmaya başlamıştır.[2]

Şöyle denilebilir: Bu uygulama tabiat kanunlarına terstir. Bu kanunlar, insanın kendini mutlu etmek için toplum oluşturduğu günlerin öncesinde geçerli olmuş doğal kurallardır. Çünkü aile içinde kardeşler arasında geçerli olan kaynaşma ve sıkı yakınlık biçimi, onların arasında aşk duygularının ve cinsel ilişki kurma arzusunun yeşermesine engel olur. Buna ünlü bir hukuk bilgini olan Fransız Montesqıu "Kanunların Ruhu" adlı eserinde değinmiştir.

Cevabım şudur: Bir defa bu görüş, az önce açıkladığımız üzere, doğru değildir. İkinci olarak bu görüş, sadece bu uygulamaya zorunlu olarak ihtiyaç duyulmadığı durumlarda geçerlidir ve doğal olmayan mevzu kanunların korunması gerekli olan toplumsal maslahatı koruyamadığı ve toplumda yaşayan fertlerin mutluluğunu sağlayamadığı durumlara mahsustur. Yoksa günümüzün hayatında uygulanan kanunların ve geçerli olan prensiplerin çoğunluğu doğal değil, toplumun ihtiyaçlarının ürünü olan mevzu kanunlardır.

AYETİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

et-Tevhid adlı eserde, İmam Sadık'ın (a.s) bir hadiste raviye hitaben şöyle dediği rivayet edilir: "Herhâlde sen Allah'ın sizden başka insan topluluğu yaratmadığını düşünüyorsun? Evet. Vallahi, Allah bir milyon Âdem yarattı. Sizler bu Âdemlerin sonuncusunun soyunun parçasısınız." (s.277)

Ben derim ki: İbn-i Meysem, Nehc-ül Belağa şerhinde İmam Sadık'tan (a.s) bu anlamı içeren bir rivayet nakletmiştir. (c.1, s.173) Bu rivayeti Şeyh Saduk da el-Hisal adlı eserinde nakletmiştir. (c.2, s.652, h:54)

el-Hisal adlı eserde İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yüce Allah on iki bin âlem yarattı. Bu âlemlerin her biri yedi gök ile yedi yerin bütününden büyüktür. Bu âlemlerin hiçbiri kendilerininki dışında bir âlemin olmadığı görüşündedir." (c.2, s.639, h:14)

Yine aynı eserde İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yüce Allah yeryüzünde başlangıcından beri Hz. Âdem'in soyu dışında yedi âlem yarattı. Bu âlemleri yerin yüzeyinden meydana çıkardı. Onları birbiri arkasından yeryüzünde kendi âlemleri ile birlikte yerleştirdi. Sonra yüce Allah insanın babası olan Hz. Âdem'i yarattı ve ondan onun soyunu meydana getirdi..." (c.2,s.358, h:45)

Şeybani Nehc-ül Beyan adlı eserinde Amr b. Ebu Mikdam'dan, o da babasından şöyle rivayet eder: "İmam Bâkır'a (a.s) 'Yüce Allah, Hz. Havva'yı neden (hangi şeyden) yarattı?' diye sordum. Bana 'Şu halk bu konuda ne diyor?' diye sordu. Ben de 'Allah onu Hz. Âdem'in kaburgalarının birinden yarattı, diyorlar' dedim. Bana 'Yalan söylüyorlar. Allah onu Hz. Âdem'in kaburgası dışında bir şeyden yaratmaktan âciz miydi?' dedi. Ben de 'Canım sana feda olsun, peki onu neden yarattı?' diye sordum. Bana şu cevabı verdi: 'Babamın, babalarına dayanarak bana verdiği bilgiye göre Resulullah (s.a.a) bu konuda şöyle buyurmuştur: Yüce Allah bir avuç çamur alıp onu sağ eli ile -ki O'nun her iki eli de sağ eldir- karıştırdı ve bu çamurdan Âdem'i yarattı. Çamurdan bir miktar fazla kaldı. İşte çamurun geriye kalanından da Havva'yı yarattı."

Ben derim ki: Bu rivayetin bir benzerini Şeyh Saduk, Amr'a dayandırarak nakletmiştir. Bu konuda başka rivayetler de vardır. Bunlara göre Hz. Havva, Hz. Âdem'in sırtındaki sol tarafına düşen en kısa kaburga kemiğinden yaratıldı. Bu husus Tevrat'ın Tekvin babının ikinci bölümünde de yer almıştır. Bu içerik özü bakımından muhal ve imkânsızlığı gerektirmiyorsa da daha önce belirttiğimiz gibi Kur'an ayetlerinde bunu destekleyen bir açıklama yoktur.

                                                                             

el-İhticac adlı esere göre İmam Seccad (a.s) bir Kureyşli ile yaptığı konuşmada adama, Habil'in, Kabil'in ikiz kız kardeşi Luza ile, Kabil'in de Habil'in ikiz kız kardeşi İklıma ile evlendiğini anlatınca, Kureyşli İmama "Habil ile Kabil kız kardeşlerini hamile mi bıraktılar?" diye sordu. İmam "evet" deyince, Kureyşli "Bu, günümüz Mecusilerinin yaptıkları iştir." dedi. İmam adama "Mecusiler bu işi, onun Allah tarafından haram kılınmasından sonra yapıyorlar" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti: "Bunu tuhaf görme. Bu, yüce Allah'ın yasalarıdır ki uygulanmıştır. Yüce Allah, Hz. Âdem'in eşini ondan yarattıktan sonra onu kendisine helâl kılmadı mı? Bu uygulama onların döneminde geçerli olan bir ilâhî kanundu. Sonra Allah onu yasaklayan hükmü indirdi..." (c.2, s.44, Necef baskısı)

Ben derim ki: Bu hadiste yer alan bilgi Kur'an'dan anlaşılan anlama ve aklî değerlendirmeye uygundur. Bu konuda mezkur rivayetle çelişen başka rivayetler de vardır. Bu rivayetlere göre Hz. Âdem'in çocukları gökten inen huriler ve cinlerle evlendiler. Ancak bu konuda doğrunun ne olduğunu öğrenmiş bulunuyorsun.

Mecma-ul Beyan tefsirinde yer aldığına göre; "Onun hatırına birbirinizden bir şey istediğiniz Allah'tan ve akrabaların haklarını çiğnemekten sakının." ifadesi hakkında İmam Bâkır (a.s) "Yani akrabalarla ilişkileri kesmekten sakının" demiştir.

Ben derim ki: Bu tefsirde "erham" kelimesinde "mim" harfinin fet-ha yani üstün ile harekeli okuma tarzı doğru kabul edilmiştir.

el-Kâfi adlı eserde ve Tefsir-ul Ayyâşî'de şöyle deniyor: "Bunlardan maksat insanların akrabalarıdır. Yüce Allah akrabalar arası ilişkileri gözetmeyi emretmiş ve akrabalık bağını yüceltmiştir. Baksana, onu kendisi ile yan yana koymuştur." (Usûl-ü Kafi, c.2, s.150, h:1; Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.217, h:10)

Ben derim ki: Bu son cümlede yüceltmenin gerekçesi açıklanıyor. Yüce Allah'ın akrabayı kendisi ile yan yana koymasından maksat "Onun hatırına birbirinizden bir şey istediğiniz Allah'tan ve akrabaların haklarını çiğnemekten sakının." ifadesinde kendi yüce adı ile "akrabalar" kelimesinin yan yana getirilmesidir.

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Abd b. Hamid'in İkrime'den "Onun hatırına birbirinizden bir şey istediğiniz Allah'tan ve akrabaların haklarını çiğnemekten sakının." ayeti hakkında İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah Efendimiz şöyle buyuruyor: 'Yüce Allah buyuruyor ki: Akrabalarınızla ilişkileri gözetin. Bu tutum, dünya hayatında size daha uzun süreli kalıcılık sağlar, ahirette de sizin için hayırlı olur." (c.2, s.117)

Ben derim ki: Peygamberimizin "size daha uzun süreli kalıcılık sağlar" sözünde müstafiz haddine ulaşan birçok rivayette değinilen şu hususa işaret vardır: "Akrabalık bağlarını gözetmek ömrü uzatır, bu bağları koparmak ise ömrü kısaltır." Bunun gerekçesini şu ayetin az ilerde ele alınacak tefsiri ile irtibatlandırmak mümkündür. "Arkalarında güçsüz çocuklar bırakarak ölecek olsalar çocuklarının hâli nice olur diye kaygı duyanlar yetimlere haksızlık etmekten korksunlar." (Nisâ, 9) Akrabalık bağlarını gözetmenin hayatta kalıcılık sağlamasından maksat, akrabalık bağlarını gözetmenin etkileri ve sonuçları bakımından hayatta kalıcılık sağladığı da olabilir. Çünkü bu bağları gözetmek akrabalar arasındaki birliği pekiştirir ve bu sayede insan, hayatını ve refahını engelleyen bela, musibet ve düşmanlar gibi faktörlere karşı güçlü olur.

Tefsir-ul Ayyâşî'de, Esbağ b. Nebate'den şöyle rivayet edilir: Hz. Ali'nin şu sözleri buyurduğunu duydum: "İçinizden biri hoşnut olacağı bir durumda öfkelenir ve bu yüzden cehenneme girer. [Veyahut hadisin anlamı şudur: İçinizden biri öfkelenir ve bu yüzden cehenneme girinceye dek artık hoşnut olamaz.] Herhangi biriniz akrabasına öfkelenince ona sokulsun. Çünkü akraba akrabaya dokununca öfkesi diner. Akrabalık bağı Arşa asılıdır; onu darbenin demiri çınlatması gibi çınlatır ve şöyle seslenir: 'Ey Allah'ım, benimle ilişki kuranla sen de ilişki kur; benimle ilişkiyi kesenle sen de ilişkiyi kes.' İşte yüce Allah'ın kitabında söylediği de budur: 'Onun hatırına birbirinizden bir şey istediğiniz Allah'tan ve akrabaların haklarını çiğnemekten sakının.' Herhangi bir kimse öfkelendiğinde eğer ayakta ise hemen yere otursun. Çünkü bu hareket şeytanın kışkırtmasını ve pisliğini giderir." (c.1,s.217, h:8)

Ben derim ki: Bilindiği gibi akrabalık, insan fertleri arasında varolan birlik yönü ve boyutudur. Çünkü aynı ana-babadan ya da aynı anadan veya aynı babadan dünyaya getirilme sebebi ile varoluş maddeleri arasında sıkı ilişki kuruluyor. Bu bağ akrabalar arasında geçerli olan gerçek bir ilişki gerekçesidir. Bu bağın ahlâkta, yaratılışta, ruhta ve bedende meydana getirdiği gerçek ve inkâr edilmez etkileri ve belirtileri vardır. Gerçi bu etkilerin yanı sıra bu etkileri zayıflatan veya bu etkileri yok zannettirecek derecede ortadan kaldıran bazı karşıt faktörler de ortaya çıkabilir, ama bu faktörler hiçbir zaman akrabalık bağının etkilerini kökten silemez.

Her neyse, akrabalık bağı bir aşiretin fertleri arasındaki en güçlü doğal kaynaştırma sebebidir, bu alanda en güçlü etkiyi meydana getirmeye kelimenin tam anlamı ile yeteneklidir. Bundan dolayı akrabaların birbirine yapacakları iyiliklerden çıkacak sonuçlar, yabancıların birbirine yapacakları iyiliklerin verecekleri sonuçlardan daha güçlü ve daha ağırlıklıdır. Tıpkı bunun gibi akrabalara yönelik kötülükler de yabancılara yapılacak kötülüklerden daha kalıcı sonuçlar meydana getirir.

Back Index Next