Back Index Next

İşte yüce Allah "Bazınız bazınızdandır" buyruğu ile öyle açık bir gerçeğe işaret ediyor ki, eğer bu gerçek üzerinde iyi düşünülürse sözünü ettiğimiz asılsız vahim dağılır. Buna göre köle de özgür kişi gibi bir insandır. Bu ikisi arasında insanı insan yapan nitelikler bakımından fark yoktur. Bu iki insan grubu sadece birtakım yasal hükümler bakımından birbirinden ayrılırlar ki, bu yasal hükümler toplumun mutluluğu düşünülerek konmuştur. Bu farklılıkların Allah nazarında önemi yoktur. Yüce Allah katında önemli olan üstünlük faktörü, takvadır. O hâlde müminler, kendilerini, mutluluklarını ve kurtuluşlarını sağlayan temel gerçeklerden uzaklaştırabilecek bu tür vehimlerin etkilerine kapılmamalıdırlar. Çünkü doğru yoldan sapma her ne kadar yolun başında az da olsa, git gide insanı hidayet yolundan uzaklaştırarak helak edici vadilere sürükler.

Bundan anlaşılıyor ki; "İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü olmayan kimse, sahip olduğunuz cariyelerinizden evlensin." ayetinin başlangıcındaki şart koşma ve alternatif gösterme biçiminde ortaya konan sıralama, sözün doğal akışına ve âdetlere uymuşluğun ifadesidir. Yoksa müminlere bu sıralamayı zorlamak anlamlı bir anlamı taşımaz. Yani cariye ile evlenebilmek, özgür kadınla evlenme gücünün olmamasına dayanmaz. Yalnız insanlar tabiatları gereğince böyle bir tutumu benimsedikleri için Kur'an, onlara eğer özgür kadınlarla evlenmeye yetecek maddî güçleri yoksa içlerinde bir burukluk hissetmeden cariyelerle evlenebileceklerini söylüyor. Ayrıca onları özgürlerin ve kölelerin aynı türün fertleri olduğu, hepsinin bir bütünün parçaları olduğu konusunda uyarıyor.

Bu açıklamamızdan ayetin devamını oluşturan "Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır." ifadesi hakkında bazı tefsircilerin şu yorumunun da asılsızlığı ortaya çıkıyor. Söz konusu tefsirciler bu ifadeyi "iffetli kalarak ve sabırlı davranarak cariyelerle evlenmemeniz, onlarla evlenmenizden daha hayırlıdır" şeklinde yorumluyorlar. Bu yorum köleleri aşağılayıcı, horlayıcı olduğu için sakat ve asılsızdır. Çünkü "Bazınız bazınızdandır" ifadesi ile kesin olarak çelişir.

"O hâlde onlarla iffetli olmaları, zina etmemeleri ve... şartıyla sahiplerinin izniyle evlenin." Ayetin orijinalinde geçen "muhsenat" kelimesi iffetliler demektir. Çünkü evli kadınların bir daha evlenmeleri mümkün değildir. Ayetin orijinalindeki "musafihat" kelimesi, "muttahizat-i ahdan" yani gizli dost tutmuş olmanın karşıtıdır. Ayette geçen "ahdan" kelimesi, "hidn" kelimesinin çoğulu olup dost, arkadaş anlamına gelir. Müzekkeri, müennesi, tekili, çoğulu aynı kalıpla ifade edildiği hâlde burada çoğul kalıbı ile kullanılması, net bir şekilde çoğula delâlet etsin diyedir. Çünkü fuhuş maksadı ile dost edinen kimse bir veya iki dostla yetinmez. Çünkü isteklerine uyulan nefis sınır tanımaz olur.

"Sifah"tan, açıkça yapılan zina; dost edinme ile de gizli işlenen zina kastedilmiştir diyen tefsirci bu karşıtlığı göz önünde bulundurmuştur. Gerçekten dost edinmek Araplar arasında hayli yaygın idi. Öyle ki, köle olmayanların açıkça zina yapmalarını kınadıkları hâlde özgür erkek ve kadınlar dost tutmuş olmaları yüzünden ayıplanmazlardı.

"O hâlde onlarla... sahiplerinin izniyle evlenin." ifadesi, cariyelerle evlenmenin onların sahiplerinin iznini alma şartına bağlı olduğuna delildir. Çünkü cariyelerin dizginleri başka birinin değil, sahiplerinin elindedir. Ayette sahip ve efendiden söz edilirken "onların aileleri" tabirinin kullanılması, "bazınız bazınızdandır" buyruğunun gereğine uyma anlamını taşır. Yani cariye, efendisinin ailesinin bir ferdidir ve efendisi de onun ehlidir.

Cariyelere örfe uygun olarak ücretlerinin verilmesi demek, nikâhlarının mehirlerinin eksiksiz biçimde verilmesi demektir. Bu mehirler onların velilerine verilecektir. "örfe uygun" kaydının konmasından maksat, mehir konusunda onları aldatmamak, oyalamamak ve üzmemektir.

"Eğer evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa, onlara hür kadınlara verilecek cezanın yarısı uygulanır." Ayetin mealinde evlenmek olarak anlamlandırdığımız fiil bir kıraate göre, "uhsinne" yani ilk harf zammalı olarak edilgen fiil şeklindedir. [Yani evlenmekle koruma altına alınmış kadın...] Bir başka kıraate göre de "ahsanne" yani ilk harf fetha harekesiyle etken fiil şeklindedir. [Yani Müslüman olmasıyla kendini koruma altına alan kadın...] İkinci kıraat daha tercihlidir. Eğer ayette söz konusu edilen "ihsân" evli olmak demekse, onun şart olarak kabul edilmesi sadece anılan zinanın evlilikten öncesi ile ilgili olduğunu göstermek için olur. Çünkü eğer bir cariye zina ederse ister evli olsun, ister olmasın özgür kadına verilecek cezanın yarısına çarptırılır. Evli olmak bu cezayı ağırlaştıracak bir sebep sayılmaz.

Ama eğer bir tefsircinin de dediği gibi, ayette söz konusu edilen "ihsân" Müslüman olmak demekse, -nitekim "ahsanne" fiilinin etken fiil şeklinde okunması bunu pekiştiriyor- o zaman ek bir destek olmaksızın ayetin anlamı belirginleşir. Yani cariyeler ister evli olsunlar, ister bekar olsunlar, zina ettikleri takdirde özgür kadınlara verilecek cezanın yarısına çarptırılırlar.

Buradaki cezadan maksat recmetmek değil, kırbaçlamaktır. Çünkü recm cezasının ikiye bölünmesi düşünülemez. Bundan anlaşılıyor ki, bu ifadede söz konusu edilen "muhsenat" kelimesi, ayetin başında anılan evli olmayan özgür kadınlar anlamındadır ve "el-muhsenat" kelimesinin başındaki "el" takısı ahit yani bilinen bir şeye işaret içindir. Kısacası ayetin anlamı şudur: Mümin cariyeler eğer zina ederlerse, evli olmayan özgür kadınlara verilecek cezanın yarısı ile cezalandırılırlar ki, bu da elli kırbaç vurma cezasıdır.

Ayette sözü edilen "ihsân" kelimesinin iffetli olmak demek olması da mümkündür. Bunun açıklaması şöyledir: O dönemde köleler canlarının her istediğini yapamazlardı. Çünkü efendilerinin emirlerine uymak zorunda idiler. Özellikle fuhuş konusunda... Onlar eğer fuhuş yapıyor idi iseler, bunu efendilerinin emri ile yapıyorlardı. Efendileri onları bu yolda kullanıyor, para karşılığında onların ırzlarını pazarlıyorlardı. Bu durum "Namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi dünyalık çıkarlarınız uğruna fuhşa zorlamayın." (Nûr, 33) ayetinde yer alan yasaklamadan anlaşılıyor. Cariyelerin fuhşa dalmaları, bunu alışkanlık ve iş edinmeleri olduğu kadarı ile efendilerinin emri ile oluyordu. Onlar bu emre karşı koyamazlardı. Onlar efendileri tarafından fuhşa zorlanmadıklarında içlerindeki müminler İslâm görüntüsüne uygun yaşıyorlardı. Bu sırada eğer zina işlerlerse, kendilerine özgür kadınlara verilecek cezanın yarısı uygulanacaktı. İşte "Eğer iffetli iken (zorlama olmaksızın) zina işlerlerse, onlara hür kadınlara verilecek cezanın yarısı uygulanır." ayeti bunu ifade ediyor.

Bundan anlaşılıyor ki, bu şartın bu anlama göre mefhumu[13] yoktur. Çünkü cariyeler eğer iffetlerini korumadıkları takdirde efendileri tarafından zorlanmış olurlar, onlar da efendilerinin emirlerine uymuş olurlar. Bunun gibi "Namuslu kalmak isterlerse, cariyelerinizi fuhşa zorlamayın." (Nûr, 33) ayetindeki şartın da mefhumu yoktur. Çünkü eğer cariyeler namuslu kalmak istemezler ise, efendileri tarafından zorlanmaları söz konusu olmaz. Çünkü onlar kendi istekleri ile fuhuş yapmış olurlar. Bunu iyi kavramak gerekir.

"Bu, içinizden sıkıntı ve günaha düşeceğinden korkanlar içindir." Ayetteki "anet" sıkıntı, şiddet ve helak demektir. Bundan maksat galiba zinadır. Çünkü zina insanın bekârlık ve nikâh şehveti sıkıntısının yol açtığı şeydir ki, bunda insanın mahvolması vardır. Söylendiğine göre, bu ifade ile cariyelerle evlenmeye işaret ediliyor. Buna göre "Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır." ifadesi, "Eğer sabreder de cariyelerle evlenmezseniz veya zina yapmazsanız sizin için daha hayırlı olur." anlamına gelir. Bu ifade cariyelerle evlenmenin veya mutlak anlamda evlenmenin gerekliliğine de işaret etmiş olabilir. Eğer bu iki şık ile ilgili bir şey bir önceki ayetin siyakından elde edilmiş ise bu ihtimal söz konusu olur. Yine de doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir.

Her neyse. Eğer sabretmekten maksat cariyelerle evlenme konusunda sabretmek ise bu, bu husustaki efendilerinin ve çocuklarının hakları yüzündendir ki bu konu, fıkıh kitaplarında ayrıntılı biçimde anlatılıyor. Eğer bu ifadedeki sabretmekten maksat zina etmeme konusunda sabretmek ise, bu sabırda nefsi arındırmak, evlenerek veya evlenmeyerek zina arzusuna karşı koymak sureti ile takva melekesini geliştirmek olduğudur. "Allah, bağışlayan ve esirgeyendir." Takva sahibi kullarının kalplerinden kötü duygularının izlerini siler ve onları rahmetinin kapsamına alır.

"Allah size (hükümleri) açıklamak ve sizi, sizden önceki (iyi)lerin yollarına ve yasalarına iletmek... ister." Bu ifade, son üç ayetteki hükümlerin yasalaştırılmasındaki maksadı ve bu hükümler uygulandığında getirecekleri faydaları açıklıyor ve onlara işaret ediyor. "Allah size açıklamak... ister." Yani yüce Allah size dünyanızın ve ahiretinizin mutluluğunu sağlayacak olan dinî hükümleri, dinî bilgiler ile hükümlerini size açıklamak istiyor. Buna göre "yubeyyinu" fiilinin mef'ulu, konumunun yüceliğini ve büyüklüğünü vurgulamak amacıyla cümleden hazfedilmiştir. "Yubeyyinu" fiili ile "yehdiyekum" fiilinin "sunenellezîne" üzerinde amil olma açısından çatıştığı ve onun her iki fiile mef'ul olma ihtimali de vardır.

"ve sizi, sizden önceki (iyi)lerin yollarına ve yasalarına iletmek... ister." Yani dünya hayatını Allah'ın rızası uyarınca düzenleyen, böylece dünya ve ahiret mutluluğuna eren sizden önceki peygamberlerin ve salih ümmetlerin yaşama tarzlarını size tanıtmak istiyor. Bu yoruma göre eskilerin yaşama tarzlarından maksat, bunların ayrıntıları ve bütün özellikleri değil, ana hatlarıdır. Ayet böyle yorumlanınca eski ümmetlerin hükümlerinin bu ayetlerle bile neshedilmiş olduğu itirazı söz konusu olmaz. Hz. Âdem'in (a.s) geleneklerine göre erkek kardeş ile kız kardeşin evlenebilmeleri gibi. Hz. Yakub'un (a.s) geleneklerine göre iki kız kardeş ile aynı anda evlenebilmesi gibi. Bazı rivayetlere göre Hz. Yakup (a.s), Yahuda'nın anası Leyya ile Yusuf'un anası Rahil adındaki iki kız kardeşi, nikâhı altında birleştirmişti.

Bir tefsire göre bu ayete başka bir anlam veriliyor. O anlam da şudur: Ayetin maksadı bütün geçmiş milletlerin geleneklerini tanıtmaktır. Bu milletler ister hak yolda, ister batıl yolda olsunlar. Yani "Biz hak-batıl ayırımı yapmaksızın size bütün eski gelenekleri tanıtıyoruz. Maksadımız, sizin bilinçli bir ayıklama yaparak bu geleneklerin hak olanlarını almanız, batıl olanlarını bırakmanızdır."

Bu anlamın sakıncası yok. Yalnız Kur'an'da hidayet bu anlamda kullanılmaz. Bu kelime kullanıldığı zaman hakka iletmek veya hakkı istemek anlamında kullanılır. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Sen istediğini doğru yola iletemezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi doğru yola iletir." (Kasas, 56) "Biz insana doğru yolu gösterdik. Artık o ister şükreder, isterse nankör olur." (İnsan, 3) Kur'an zevkine en uygun gelen üslûp, söz konusu anlamları 'açıklama, anlatma' vb. kelimeler ile ifade etmesidir.

Evet. Eğer "yubeyyinu" ve "yehdiyekum" fiilerinin "sunenellezî-ne" üzerinde kendilerine mamul etme açısından çarpıştıkları ve Allah'ın tövbe etmesi de onunla ilintili olarak ele alınır ve ifadenin "Allah size sizden öncekilerin geleneklerini açıklıyor. Sizi onların doğru olanlarının bilincine erdiriyor ve imtihan edildiğiniz batılları hakkındaki tövbelerinizi kabul ediyor." şeklinde bir anlam taşıdığı kabul edilirse, bu tefsir tarzının bir dayanağı olmuş olur. Çünkü bu ayetten önceki ayetlerde bazı eski milletlerin geleneklerine, bunların hak ve batıl olanlarına ve batıl geleneklerden geçmişte yani İslâm'dan önce yapılanlarını Allah'ın kabul edeceğine değinilmişti.

"Allah... rahmetiyle dönüp tövbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hikmet sahibidir." Burada sözü edilen tövbe Allah'ın nimeti ve rahmeti ile kuluna yönelmesi, şer'î hüküm koyması, gerçeği açıklaması ve doğru yola iletmesidir. Bunların hepsi yüce Allah'ın tövbesidir. Bunların yanı sıra kulların tövbesini kabul etmek ve günahın izlerini silmek de Allah'ın tövbesidir.

"Allah bilendir, hikmet sahibidir." cümlesi, ayetin bütün cümleleri ile bağlantılıdır. Eğer bu bağlama cümlesinin ayetin sadece son cümleleri ile bağlantılı olması istenseydi, zahire göre "Allah bağışlayandır, esirgeyendir." cümlesi en uygun ifade olurdu.

"Allah, rahmetiyle size dönüp tövbelerinizi kabul etmek ister; oysa şehvetlere (tutkulara) uyanlar ise..." Bana öyle geliyor ki, Allah'ın müminlere yönelik tövbesinin tekrarlanmış olması, "Şehvetlere uyanlar ise, sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler." ifadesinin bir önceki ayetin üç cümlesinden sadece sonuncu cümleye karşılık olduğunu göstermek içindir. Çünkü eğer "Allah ister..." ifadesi tekrarlanmadan "Şehvetlere uyanlar ise... isterler." ifadesi bir önceki ayete eklense, bu bitişiklik o ayetin bütün cümlelerine karşılık olmayı ifade eder ve kesinlikle anlam bozulurdu.

Ayette sözü edilen "büyük sapıklık"tan maksat haramları işlemek, neseplerin ve sebeplerin etkisini ortadan kaldırmak, zinayı mubah saymak ve yüce Allah'ın önerdiği hayat tarzını engellemek suretiyle bu ayette sözü edilen ilâhî sınırları çiğnemektir.

"Allah sizden hafifletmek ister; (çünkü) insan zayıf yaratılmıştır." İnsanın zayıf olması, şehevî güçlerle donanmış olmasındandır. Bu içgüdüler, insanı arzuları konusunda sürekli kışkırtırlar, onu bu konularda taşkınlığa sürüklerler. Yüce Allah insanlara lütufta bulunarak bu iç güdülerinin etkisini kırarak helâllikleri ortaya koydu; "Bunun dışında kalanı... size helâl kılındı." diye buyurarak bu içgüdü baskısını ortadan kaldıracak evlenme kurumunu caiz kıldı. Helâl kılınan yollar evlenme ve cariye edinmedir. Böylece Allah insanları kendilerinden öncekilerin geleneklerine de iletti. Ayrıca müt'a nikâhını yasallaştırmak suretiyle onlara ek bir hafifletme getirdi. Çünkü müt'a nikâhında süresiz nikâh külfeti, mehir verme ve eş geçindirme gibi nikâha bağlı yükler yoktur.

Bazıları bu hafifletmenin zaruret hâlinde cariyelerle evlenebilmek demek olduğunu ileri sürüyorlar. Buna verilecek cevabımız şudur: Zaruret hâlinde cariyelerle evlenebilmek İslâm'dan önce de Araplar arasında uygulanıyordu. Fakat istenmeyen, kınanan bir uygulama idi. İslâm'ın bu konuda getirdiği yenilik, söz konusu nefreti ve yadırgamayı ortadan kaldırmaya çalışmak olmuştur. Bunun için İslâm, cariyenin de özgür kadın gibi insan olduğunu, aralarında fark olmadığını, köle olmanın insanı bir arada yaşama hakkından yoksun bırakıcı bir sebep sayılamayacağını vurgulamıştır.

Ayetin inkar edilmez zahirî anlamı şudur: Buradaki hitap bu ümmetin müminlerine yöneliktir. Buna göre ayette sözü edilen hafifletme bu ümmete yapılmıştır ve bundan maksat anlattığımız hafifletmedir.

Zayıflık bütün ümmetlerin -bu ümmetin ve daha önceki ümmetlerin- ortak vasfı olduğu ve hafifletme sadece bu ümmete yapıldığı hâlde bu hafifletmenin "insan zayıf yaratılmıştır" ifadesi ile gerekçelendirilmesi, genel faktör ve gerektiricinin zikredilmesi ve bu faktörün etki bırakmasında tamamlayıcı rol oynayan şeyden söz edilmemesi kabilindedir. Şöyle denmek isteniyor: Biz sizin yükümlülüğünüzü hafiflettik. Çünkü insanın genel olarak zayıf olması hafifletmeyi gerektiren bir sebeptir. Fakat bu hafifletme bir engel yoksa yapılır. Nitekim engellerin sürekli biçimde varolması, diğer ümmetlere fiilen hafifletme yapılmasını ve rahmetin yaygınlaştırılmasına imkan tanımadı. Fakat sıra size gelince, rahmet hepinizi kuşattı, bu rahmetin sonuçları aranızda ortaya çıktı, dolayısıyla sözü edilen sebebin hükmü ortaya çıktı ve daha önceki ümmetlerin mahrum oldukları hafifletme hükmü sizin şeriatınızda yer aldı. Nitekim şu ayetler bu anlama delâlet ederler: "Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme." (Bakara, 286) "O sizi bu görevi yapmak için seçti. Din konusunda size hiçbir zorluk yüklemedi." (Hac, 78)

Bundan anlaşılıyor ki, bu genel gerekçelendirmede yatan nükte, insana yönelik nimetlerin tamamının bu ümmet üzerinde gerçekleşmiş olmasıdır.

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

Peygamberimiz buyuruyor ki: "Allah nesep yolu ile yasakladıklarını emzirme yolu ile de yasaklamıştır." Ve yine o Hazratin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Emzirme nesep gibi akrabalık doğurur." (ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.135)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Malik ve Abdurrezzak, Aişe'den şöyle rivayet ederler: "Peygambere indirilen Kur'an'da 'on belli emzirme' ayeti vardı. Bunlar 'beş belli emzirme' ayeti ile neshedildi. Peygamber öldüğünde bunlar Kur'an'dan okunanlar arasındaydı." (c.2, s.135)

Ben derim ki: Bu kitapta Aişe'den buna yakın anlamda başka kanallarla rivayetler yer almıştır. Bunlar Kur'an'ın tahrif edilmiş olduğunu ifade eden rivayetlerdir. Kur'an'a aykırı oldukları için reddedilmişlerdir.

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer aldığına göre Abdurrezzak, Abd b. Hamid, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir, Beyhaki Sünen adlı eserinde iki kanaldan, Amr b. Şuayb'dan, o da babasından, o da dedesinden Peygamberimizin (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklettikleri yer alır: "Eğer bir erkek bir kadını nikâhlarsa, onunla yatağa girsin veya girmesin, onun annesi ile evlenmesi helâl olmaz. Fakat eğer erkek bir kadınla evlenir de yatağa girmeden onu boşarsa, istediği takdirde kızı ile evlenebilir." (c.2, s.135)

Ben derim ki: Bu rivayet, Şia kanallarından Ehl-i Beyt İmamlarından da nakledilmiştir. Bu onların görüşüdür ve daha önce açıklandığı gibi Kur'an'dan çıkarılan sonuç da budur. Ehli Sünnet kanallarından gelen rivayetlere göre Hz. Ali (a.s); "Eğer erkek bir kadınla yatağa girmeden önce onu boşarsa, onun anası ile evlenmesinde sakınca yoktur. O zaman bu kadın üvey kız gibi olur. Eğer bir üvey kız, anasının eşinin evinde oturmuyorsa, babalığının onunla evlenmesi haram değildir." demiştir. Şia kanalları ile Ehl-i Beyt İmamlarından gelen rivayetler, bu denilenleri reddeder.

el-Kâfi adlı eserde müellifin kendi rivayet zinciri ile Mensûr b. Hazım'dan şöyle bir rivayet aktardığı yer alır: "İmam Sadık'ın (a.s) yanında idim. Adamın biri gelerek ona; 'Eğer bir erkek bir kadınla evlenir de kadınla yatağa girmeden kadın ölürse, erkek kadının annesi ile evlenebilir mi?' diye sordu. İmam Sadık (a.s); 'Bizden biri bunu yaptı ve sakıncalı görmedi' dedi. Ben kendisine şöyle dedim: 'Canım sana feda olsun. Bu konuda Şiîler Hz. Ali'nin (a.s) verdiği hüküm ile iftihar ederler. Böyle bir durumda İbn-i Mesud, kendisinden fetva isteyen Meşiha kabilesinden[14] birine bu evliliğin sakıncalı olmadığı yolunda fetva vermişti. Adam arkasından Hz. Ali'ye (a.s) gelerek durumu anlattı. Hz. Ali (a.s) 'İbn-i Mesud bu fetvayı neye dayanarak veriyor?" diye sordu. Adam, 'Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden doğup evlerinizde (himayeniz altında) bulunan üvey kızlarınız (size haram kılındı.) Eğer onlarla birleşmemişsenizse, (kızlarını almanızda) size bir günah yoktur." ayetine dayanıyor, dedi. Bunun üzerine Hz. Ali 'Üvey kızlar istisnalıdır, ama eşlerin anaları kayıtsız şartsız haramdır' dedi. O zaman İmam Sadık (a.s) adama 'Bu adamın Hz. Ali'den (a.s) naklettiği bu rivayeti işitmedin mi?' diye karşılık verdi.

Back Index Next