Back Index Next

Buradaki tövbenin hem şirkten, hem de günahlardan vazgeçmeyi birlikte ifade ettiğinin delili bir sonraki ayet olan "İçlerinden birine ölüm... tövbe yoktur." ayetin genel kapsamlı oluşudur. Bu ayette hem kâfirlerin hem de müminlerin durumuna değinilmektedir. Buna göre "kötülük yapanlar" ifadesi hem müminin, hem de kâfirin durumunu birlikte ifade eder. Kâfir de fasık mümin gibi 'bilgisizlikle kötülük yapanlardan'dır. Bu, ya küfrün bir kalp ameli olması dolayısıyla böyledir. Çünkü amel, kalbin ve organların eylemlerini birlikte ifade eder. Yahut da küfrün mutlaka organlarla yapılan kötü davranışlar ile bir arada olacağı gerçeğine dayanır. Buna göre bilgisizlikle kötülük işleyenlerden maksat, kâfirlikte ve günahkârlıkta inatçı olmayan kâfirler ve fasıklardır.

Ayetteki "bilgisizlikle" kaydına gelince; cahillik, özü itibarı ile bilginin karşıtıdır. Yalnız insanlar kendileriyle ilgili olarak bütün aktüel davranışlarını bilerek ve iradeleri ile yaptıklarını gözlemlerler. İrade ise belirli bir sevgiye, belirli bir arzuya dayanır. Yapılan davranış toplumdaki akıllı kimselerin gözü ile ister yapılması gereken, isterse yapılması yakışık olmayan bir davranış olsun fark etmez. Fakat insanların anlayışına göre toplumda iyiyi kötüden ayırt edecek aklı olan kimse, akıllı kimseler tarafından yerilen kötü bir iş yapmaz. Buna göre insanlar şu sonuca varmışlardır: Nefsinin isteklerine, aşırı arzularına veya öfkesine yenik düşerek bu kötü işleri yapan kimse ilmin ışığından pay alamamıştır; güzel ve çirkin, övülmüş ve yerilmiş olma hakkında hüküm veren ayırt edici akıl ondan uzak kalmıştır ve keyfî arzuları ona galip olmuştur. O zaman insanlar onun bilgi ve irade ile ilgili durumuna 'cahillik' adını verirler. Gerçi ince bir süzgeçten geçirildiği takdirde bu bir tür bilgidir. Fakat adamın bu bilgisi davranışın çirkinliğini ve yerilmişliğini kavrayıp onu bu çirkin işi yapmaktan alıkoymadığı için yok sayılır ve adam halk nazarında cahil sayılır. Hatta insanlar genç, kıt tecrübeli kimseye de cahil derler. Çünkü o kimse keyfî arzularına, heyecanlarına ve duygularına mağlup olur. Yine bundan dolayı, insanlar arzularına ve heyecanlarına kapılarak bir kötülüğü yapıp ancak yaptığı böylesi işten pişmanlık duymayan kimseye cahil demezler, onu inatçı, kasıtlı vb. sıfatlarla anarlar.

Bu anlatılanlardan şu husus aydınlanmış oldu ki, davranışlar konusunda cehalet, bir davranışı hakka karşı inatçılık yapmaksızın, heyecana, arzulara ve öfkeye kapılarak yapmak demektir. Cahillikten kaynaklanan böyle bir davranışın özelliklerinden biri şudur: Ya kötülüğü işleyerek ya bir engelle karşılaşarak ya zamanın geçmesi ile ya da yaşlanarak güç ve normal mizacı kaybetmek suretiyle nefsin taşkınlığı yatışınca, arzuların ve öfkenin ateşi sönünce, insan bilgiye döner, cehalet kaybolur ve pişmanlık belirir. Fakat inatla, kasıtla vb. şeylerle yapılan işlerde durum böyle değildir. Bu tür davranışlar içgüdülerin taşkınlığından, nefsanî heyecanlardan ve eğilimlerden kaynaklanmadıkları için, tersine halk arasında maya ve fıtrat bozukluğu ve karaktersizlik diye adlandırılan niteliklerden ileri geldiği için içgüdüsel taşkınlığın ve eğilimlerin hızlı ya da yavaş biçimde ortadan kalkması ile kaybolmazlar; tersine kısa sürede pişmanlıkla karşılaşmaksızın hayat boyunca varlıklarını devam ettirirler. Meğer ki, yüce Allah aksini dilemiş olsun.

Evet. Kimi zaman serkeş, inatçı bir kimse inadından, serkeşliğinden ve hakka kafa tutuşundan vazgeçerek hakka boyun eğer ve kulluk teslimiyetini benimser. O zaman insanlar o kimsenin inadının cehaletten kaynaklandığının farkına varırlar. Aslında bütün günahlar insanın cahilliğinden kaynaklanır. Meseleye bu açıdan bakınca, inatçı günahkâr diye bir zümre yoktur. Sadece hayatının ve sağlıklı hâlinin sonuna kadar yaptığı kötülükten vazgeçmeyenlere bu sıfat verilebilir.

İşte "Sonra yakın zamanda tövbe edenler" ifadesinin anlamı bu açıklamanın ışığında ortaya çıkar. Yani bilmeyerek kötülük işleyen kimse, tutumunu körü körüne devam ettiren serkeş bir inatçı gibi yolu üzerinde oturup kalmaz; hayatı boyunca tutumuna sımsıkı sarılarak takvaya ve salih amele dönme ümitlerini boşa çıkarmaz. Bunun yerine işlediği kötülükten fazla gecikmeden döner. Dolayısıyla buradaki yakından maksat, yakın dönem veya yakın zamandır. Bu da ahiret alâmetlerinin ortaya çıkışının ve ölümün eşiğine gelmenin öncesidir.

İşlediği kötülüğü ısrarla yapan her inatçı kimse, yaptığı işin üzücü cezasını ve ağır akıbetini görünce nefsi onu pişmanlığa ve kötü işinden uzak durmaya zorlar. Fakat o aslında tabiatının teşviki ve fıtratının yönlendirmesi ile pişman olmuş değildir. Yaptığı bir hiledir. Davranışının vebalinden sıyrılmak için nefsi bu çareye başvuruyor. Bunun delili şudur: Kendisini bekleyen cezadan sıyrılabildiği takdirde tekrar eski kötülüklerini yapmaya döner. Yüce Allah bu hususla ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Eğer dünyaya geri gönderilseler, yine sakındırıldıkları yola dönerler. Onlar gerçekten yalancıdırlar." (En'âm, 28)

Ayetteki yakın zamandan ve gecikmemekten maksat, ölüm belirtilerinin ortaya çıkışının öncesidir, dedik. Bunun delili bir sonraki ayetteki "İçlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar kötülükleri yapıp 'Ben şimdi tövbe ettim' diyenler..." ifadeleridir.

Buna göre "sonra yakın zamanda tövbe edenler" ifadesi, fırsatı kaçırmaya kadar varan bir ihmalkarlığa düşmemekten kinayedir.

Şimdiye kadar söylediklerimizden şu husus aydınlığa kavuşmuş oldu: Gerek "bilgisizlikle" gerekse "sonra yakın bir zamanda tövbe edenler" ifadeleri, ihtirazî [kastedilmeyen şeyleri dışlayan] kayıtlardır. Bu kayıtların birincisi ile inatla ve Allah'a yücelik taslayarak kötülük işlenmemesi ve ikincisi ile insanın tembellik, ihmalkarlık ve o hafife alma gibi sebepler ile tövbeyi ölümünün eşiğine kadar geciktirmemesi anlatılmaktadır. Çünkü tövbe etmek demek, kulun yüce Allah'a dönüp kulluğa sarılmasıdır. Yüce Allah'ın tövbesi de kulun bu dönüşünü kabul etmesi olur. Kulluğun ancak dünya hayatı ile birlikte anlamı olur. O dünya hayatı ki, irade alanı, itaat ve günah yurdudur. Ölüm belirtileri ortaya çıkınca, itaat ve günah yollarından birini seçme imkânı ortadan kalkar. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün, daha önce inanmamış, ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması fayda sağlamaz..." (En'âm, 158) "Şiddetli azabımızı gördüklerinde 'Biz tek olan Allah'a inandık, daha önce ona koştuğumuz ortakları inkar ediyoruz' dediler. Fakat şiddetli azabımızı gördüklerinde iman etmeleri onlara bir fayda sağlamadı. Bu Allah'ın kulları hakkında öteden beri işleyen kanunudur. İşte kâfirler orada hüsrana uğramışlardır." (Mümin, 85) Bu anlamda başka ayetler de vardır.

Sözün kısası ayetin anlamı şuna geliyor: Yüce Allah günahkârın tövbesini, o günahkâr günahını yüce Allah'a kafa tutarak, büyüklük taslayarak, Allah'a dönme ve boyun eğme ruhunu yok edecek bir kabadayılık tavrı ile işlemediği, ayrıca tövbe konusunda ölümle karşılaşarak fırsatı kaçırmasına yol açacak bir ihmalkarlıkta bulunmaması takdirde ancak kabul eder.

Ayetteki "bilgisizlikle" kaydının açıklama amaçlı bir kayıt olması da mümkündür. O zaman ayetin anlamı da şöyle olur: "Tövbe kötülük işleyenler içindir ve bu kötülük ancak onların cahilliklerinden ileri gelir." Çünkü kötülük işlemek insanı tehlikeyle karşı karşıya bırakır ve acı azaba uğratır. Veya ayetin anlamı şöyle olur. "Bu kötülük işlemek ancak onların günahın özünü ve ne gibi bir sakıncaya yol açtığını bilmemelerinden ileri gelir." O zaman "sonra yakın zamanda tövbe edenler" ifadesinin, tövbe konusunda ihmalkâr davranmayı kinaye yolu ile anlatan bir ifade değil, ölüm öncesine işaret olması gerekir. Çünkü büyüklük taslayarak günah işleyen ve Rabbinin otoritesine boyun eğmeyen kimse, bu durumda ayetin kapsamından "sonra yakın zamanda tövbe edenler" kaydı ile çıkar, yoksa "bilgisizlikle" kaydı ile değil. Dolayısıyla, ""sonra yakın zamanda tövbe edenler" ifadesini tövbeyi savsaklamanın ve geciktirmenin kinayeli bir ifadesi saymak mümkün olmaz. Bu noktanın üzerinde iyice düşünüp anlamak gerekir. Fakat ilk yorum [yani "bilgisizlikle" kaydının ihtirazî kayıt olması] her hâlde ayetin zahirine daha uygundur.

Bazı tefsir bilginleri "sonra yakın zamanda tövbe edenler" ifadesini yorumlarken bu ifadedeki 'gecikmemeyi, yakınlığı' şöyle açıklıyor: Tövbe günahın işlenmesini izleyen ve örfte yakın kabul edilen bir gelecekte yapılmalıdır. Günahı işleyip noktaladıktan sonraki zaman veya geleneksel olarak günahın işlenme zamanına bitişik bir zaman gibi. Yoksa tövbe etmek söylendiği gibi ölümün eşiğine kadar bırakılmamalıdır.

Bu görüş sağlıklı değildir. Çünkü bu görüş bu ayetlerin ikincisinin anlamını bozar. Çünkü bu iki ayet yüce Allah'ın tövbesine, yani kulunun tövbesini kabul etmesine ilişkin genel kural açıklamaya yöneliktir. Nitekim: "Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tövbe, ancak..." ifadesinin başındaki sınırlama bunun delilidir. Bu ayetlerin ikincisi de tövbenin kabul edilmeyeceği durumları açıklıyor. Ayette sadece iki durum söz konusu edilmiştir. Biri günah işleyip tövbeyi ölümün eşiğine kadar geciktiren kimsenin tövbesi, öbürü de kâfirin ölümden sonraki tövbesi. Eğer kabul edilecek tövbe, sadece günah işleme zamanına örf açısından bitişik bir zamanda yapılan bir tövbe olsaydı, kabul edilmeyen tövbelerin ayette sayılmayan başka örneklerinin olması gerekirdi.

"İşte Allah'ın rahmetiyle onlara dönüp tövbelerini kabul ettiği kimseler bunlardır. Allah (her şeyi) bilendir, hikmet sahibidir." Bu ayetin başında uzağı gösteren bir işaret isminin (ûlaike=işte onlar) yer alması, tövbekârların derecelerinin yüksekliğine ve davranışlarının saygınlığına delâlet eder. Nitekim "bilgisizlikle kötülük işleyenler" ifadesi de yüce Allah'ın onların günahlarını sayıp dökmekten kaçındığını gösterir. Ama ikinci ayetteki ifade bu mesajların aksini vermektedir. "Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tövbe, ancak bilgisizlikle kötülük yapanlar..." [Ayetin sonunda uzağı gösteren işaret isminin yer alması, bunların Allah'ın rahmetinden uzak olduklarına delâlet eder. Ayrıca, ayette yaptıkları işlerle ilgili çoğul yani "kötülükler" kelimesinin kullanılması, Allah'ın onların günahlarını saymak istediğini gösterir.]

Birinci ayet, "Allah (her şeyi) bilendir, hikmet sahibidir." diye bağlandı da, "Allah günahları bağışlayandır, merhametlidir." denmedi. Bu ifadenin seçilmesinin hikmeti şudur: Yüce Allah kulların durumunu, zayıflıklarının ve cahilliklerinin onları nerelere sürüklediğini bildiği için ve bir de düzeni mükemmel hâle getirmenin, işleri düzeltmenin muhtaç olduğu çareleri ortaya koymayı gerektiren hikmeti için tövbe kapısını açtı. Yüce Allah her şeyi bildiği ve hikmet sahibi olduğu için, görünüşlere önem vermez, kalpleri imtihan eder. Hiçbir aldatmaca, hiçbir hile onu yanıltamaz. Bu yüzden tövbe eden kullar gerçek anlamda tövbe etmelidirler ki, Allah da onlara gerektiği gibi karşılık versin.

"İçlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar kötülükleri yapıp 'Ben şimdi tövbe ettim' diyenler... için tövbe yoktur." Bu ayette tövbe eylemi, birincisinde olduğu gibi, yüce Allah'a isnat edilmedi. Oysa kastedilen odur. Bu üslûp ile ayette sözü edilenlerden özel rahmetin ve ilâhî ilginin kesildiğine işaret edildiği gözden kaçmıyor. Nitekim kötülüklerin çoğul olarak ifade edilmesi, daha önce işaret edildiği gibi, Allah'ın onların kötülüklerini sayıp dökmek istediğine ve kötülükler sicillerine işlediğine delâlet eder.

"Kötülükleri yapıp" cümlesinin "İçlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar" cümlesi ile kayıtlanması, kötü eylemlerin devam ettiğini ifade eder. Bunun sebebi, ya tövbe konusunda ihmalkâr davranmanın, onu ertelemenin başlı başına sürekli tekrarlanan bir günah olması içindir veya tövbeyi ertelemenin, kötülüğü işlemekle aynı şey olduğu içindir ya da tövbe konusundaki ihmalkârlık, genellikle işlenmiş olan kötülüğün aynısının veya benzerinin tekrarlanmasıyla gerçekleşir olması içindir.

Ayette "Onlara ölüm gelip çatıncaya kadar" değil de "içlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar" deniyor. Bu ifade söz konusu günahkârların meseleyi hafife aldıklarına, önemsemediklerine delâlet eder. Yani o günahkârlar tövbe meselesini o kadar basit, o kadar önemsiz sayıyorlar ki, hiç umursamadan istediklerini yapıyorlar ve dilediklerini tercih ediyorlar. Bu arada içlerinden birinin başına ölüm geldiğinde 'Ben şu anda tövbe ediyorum' diyor. Böylece işin sonunda sırf ağızlarından çıkan bir sözle ya da içlerinden geçen bir duygu ile günahların tehlikeleri ve Allah'ın emrine uymamanın kötü sonucu olan helaket ortadan kalkıyor.

Bu açıklamanın ışığında, ayetteki "tövbe ettim" ifadesinin niçin "şimdi" ile kayıtlandığı ortaya çıkıyor. Çünkü bu kayıttan anlıyoruz ki, adama "tövbe ettim" dedirten faktör ölümün eşiğine gelmek ve ahiret alâmetlerini gözlemlemektir. Adam ister bu sözü diliyle söylemiş olsun, ister olmasın fark etmez. Buna göre bu ifadenin anlamı 'Ben hak olan ölümü ve hak olan cezayı gerçek olarak gördüğüm için tövbe ediyorum' şeklindedir. Bu anlamın bir benzerini yüce Allah kıyamet günü günahkârların dilinden şöyle naklediyor: "Suçluları, Rablerinin huzurunda utançtan başlarını öne eğmiş olarak 'Rabbimiz, gördük dinledik, artık bizi dünyaya geri gönder de iyi işler yapalım; artık kesin olarak inandık' derken bir görsen." (Secde, 12)

Böyle bir tövbe kabul edilmez. Çünkü bu tövbenin sahibini yaptıklarından pişman olmaya zorlayan ve Rabbine dönmeye azmettiren faktör dünya hayatından ümit kesmesi ve farkına vardığı dehşetli yolculuktur. Geriye dönüş zamanı geçti. Çünkü artık ne dünya hayatı ve ne de amel işleme iradesi ve özgürlüğü kalmıştır.

"Ve kâfir olarak ölenler" Bu ifade, tövbesi kabul olmayan diğer örneği ifade ediyor. Bu da küfrü devam ettiren, sonra da kâfir olarak ölen kimsedir. Yüce Allah böyle kimsenin tövbesini kabul etmez. Onun iman etmesi demek olan tövbesi o günde kendisine fayda getirmez. Ölümden sonra küfürden kurtuluş olmadığı ve kâfirlerin isteklerine cevap verilmeyeceği Kur'an'da birkaç kez tekrarlanmıştır.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Yalnız tövbe edip düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar müstesna; ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbelerin kabul edicisiyim ve merhametliyim. Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kafir olarak ölmüş olanlara gelince Allah'ın, meleklerin ve insanların ortak lâneti onların üzerinedir. Bunlar sürekli lânetlenmiş olarak ebediyen cehennemde kalırlar. Ne azapları hafifletilir ve ne de yüzlerine bakılır." (Bakara, 162)

"Şüphesiz, inkar edip kâfir olarak ölenlerin hiçbirisinden yeryüzü dolusu kadar altını fidye olarak verse de, kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur." (Âl-i İmrân, 90) Onların hiçbir yardım edici bulamayacaklarının belirtilmesi, haklarında şefaatin geçerli olamayacağının ifadesidir. Bu gerçek, üçüncü ciltte yukarıdaki ayetin incelenmesi sırasında açıklanmıştı.

"Ölenler" fiilinin "kâfir olarak" kaydı ile kayıtlanması şuna delâlet eder: Günahkâr bir mümin, günahkâr olarak ölürse tövbesi kabul edilebilir. Elbette o günahkârın Allah'a karşı büyüklük taslamaması ve tövbeyi ihmal etmemiş olması gerekir. Çünkü gerçi kulun iradesi ile kulluğa dönmesi anlamına gelen tövbesi, daha önce dediğimiz gibi, kulun ölmesi ile gündemden düşer; fakat Allah'ın kula mağfiret ve rahmetle yönelmesi anlamına gelen tövbesi, ölümden sonra şefaat edenlerin şefaatleri yolu ile gerçekleşebilir. Bu açıklama gösterir ki, bu iki ayette aslında yüce Allah'ın kula yönelik tövbesinin anlatılması istenmiştir, kulun tövbesine değinilmesi tali ve uydu bir hedeftir.

"İşte onlar için acı bir azap hazırlamışızdır." Cümlenin orijinalinin başındaki işaret ismi (yani ûlaike) söz konusu kimselerin şereflendirme ve yakınlık alanından uzak olduklarına delâlet eder. Ayetin orijinalinde geçen "e'tedna" fiilinin mastarı olan "i'tad" hazırlamak veya vaatte bulunmak anlamına gelir.

Tövbe hakkında

Kur'an'da yer alan bütün anlamları ile tövbe, bu semavi kitaba özgü gerçek mesajlardan biridir. Çünkü küfürden ve şirkten dönerek iman etmek anlamındaki tövbe, diğer semavi dinlerde örneğin Hz. Musa ve Hz. İsa (onlara selam olsun) peygamberlerin dininde geçerli olmakla birlikte bu geçerlilik, tövbe gerçeğinin tahlili ve imana geçmesi açısından değil, doğrudan doğruya iman adını almasındandır.

Hatta, Hıristiyanlığın temel dayanakları tövbenin fayda sağlamadığını, insanın ondan yararlanmasının imkansız olduğunu gösterir. Bu durum Hz. İsa'nın (a.s) çarmıha gerilmesi ve kendini feda etmesine ilişkin yapmış oldukları açıklamalardan açıkça ortaya çıkıyor. Bu kitabın üçüncü cildinde Hz. İsa'nın yaratılışını anlatırken bu meseleye değinmiştik.

Durum böyleyken kilise, sonraları tövbe konusunda ifrata sürüklendi. Öyle ki, af belgelerini (endülüjans) satarak bu yolla kazanç sağlamaya yöneldi. Din adamları kendilerine itiraf edilen günahları affediyorlardı. Fakat Kur'an insanın durumunu çağrıya muhatap olma ve hidayete erme açısından tahlil etti. Onun Rabbine doğru iradi ilerleme sürecinde kesinlikle muhtaç olduğu kemal, keramet ve ahiret hayatı için lazım olan mutluluk bakımından özü itibarı ile mutlak anlamda fakir ve eli boş olduğunu gördü. Yüce Allah buyuruyor ki: "Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız, oysa Allah hiçbir şeye muhtaç değildir ve övgüye layıktır." (Fâtır, 15) "Müşrikler Allah'ı bir yana bırakarak hiçbir şey yaratmayan , kendileri birer yaratık olan, kendilerine ne zarar ve ne fayda dokunduramayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltmeye güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler." (Furkan, 3)

İnsan aşağıdaki ayetlerde işaret edildiği gibi kötülük, Allah'tan uzaklaşma ve miskinlik tehlikesi ile yüz yüzedir. "Biz insanı en güzel yapıda yarattık. Sonra onu en aşağı düzeye indirdik." (Tîn, 5) "Aranızda cehenneme uğramayacak hiç kimse kalmayacaktır. Sonra kötülüklerden sakınanları kurtararak zalimleri diz üstü çökmüş durumda orada bırakırız." (Meryem, 72) "Bunun üzerine dedi ki: Ey Âdem, bu şeytan senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın. Yoksa sıkıntı çeker yorulursun." (Tâhâ, 118)

Durum böyle olunca, insanın keramet alanına girmesi ve mutluluk karargâhına yerleşmesi, yüz yüze bulunduğu bedbahtlık ve Allah'tan uzak kalma tehlikesinden Rabbine yönelerek sıyrılmasına bağlıdır. Bu da mutluluğun temel ilkesi olan imanda ve mutluluğun ayrıntıları olan bütün salih amellerde Allah'a yönelmesi ve dönmesi ile olur. Yani bedbahtlığın temeli olan şirk ile bedbahtlığın ayrıntıları olan şirk dışındaki kötü işlerden dönmesi, tövbe etmesi gerekir. Buna göre Allah'a dönmek ve ondan uzak kalmanın ve bedbahtlığın kirlerinden arınmak anlamında tövbe, iman ederek keramet yurduna yerleşmenin, itaat ve yaklaşma karşılığında verilen çeşitli nimetler ile nimetlenmenin temel şartıdır. Başka bir deyişle, Allah'a ve onun keramet yurduna yerleşmek, şirkten ve her türlü günahtan tövbe etmeye dayanır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey müminler, hepiniz tövbe ederek Allah'a yönelin ki, kurtuluşa eresiniz." (Nûr, 31) Buna göre Allah'a yönelme anlamına gelen tövbe, hem şirkten hem de günahlardan vazgeçmeyi, hatta inşallah ilerde anlatılacağı üzere bu ikisi ile birlikte başka şeylerden de sıyrılmayı ifade eder.

Back Index Next