Back Index Next

Davranışların sahibine dönük sonuçları

Kim bir yetime, malı konusunda haksızlık ederse, yaptığı bu haksızlık arkada bırakacağı kendi yetimlerine döner. Bu Kur'an'ın şaşırtıcı gerçeklerindendir. İyi ve kötü davranışlar ile dış olaylar arasında bağlantı olduğu gerçeği yüce Allah'ın sözünden çıkan ayrıntılardan biridir. İkinci ciltte amellerin hükümlerini incelerken bu noktaya biraz değinmiştik.

İnsanın davranışlarının meyvelerini devşireceğini, iyi insanların hayatta mutlu olacaklarını, kötülerin ve zalimlerin de eninde sonunda davranışlarının cezasını tadacaklarını genellikle herkes kabul eder. Kur'an'da mutlak oluşuyla bu gerçeği vurgulayan ayetler vardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim iyi bir iş yaparsa o iyilik kendinedir. Kim de kötü bir iş yaparsa yaptığı kötülük kendi aleyhinedir." (Fussilet, 46) "Kim zerre kadar iyilik yaparsa, karşılığını görür. Kim zerre kadar kötülük yaparsa, karşılığını görür." (Zilzal, 8) "Evet. Ben Yusuf'um, bu da kardeşimdir. Allah bize lütufta bulundu. Hiç şüphesiz kim kötülüklerden sakınır ve sabrederse, Allah iyi işler yapanları ödülsüz bırakmaz." (Yûsuf, 90) "Dünyada onun için perişanlık vardır." (Hac, 9) "Başınıza gelen her musibet mutlaka kendi ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır..." (Şûrâ, 30) Kur'an'da bu anlama gelen daha birçok ayet vardır. Bu ayetler iyi ve kötü davranışların dünyada sahiplerine şu ya da bu şekilde yansıyacaklarına delâlet ederler.

Toplumda edinilmiş tecrübelere dayalı düşüncelerle ünsiyeti olan zihinlerimiz bu ayetlerden ilk planda şu sonucu çıkarır. Bu yansıma, insanın davranışının sonucu olarak yine kendine dönüktür. Yalnız durumun bundan daha geniş kapsamlı olduğunu, insanın iyi ve kötü davranışının kimi zaman çocuklarına ve soyundan gelecek kuşaklara yansıyacağını gösteren ayetler vardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "O duvar var ya; o şehirde yaşayan iki yetim çocuğun malı idi ve bu duvarın altında o yetimlere miras kalmış bir hazine vardı. Babaları iyi bir insan idi. Rabbin istedi ki, o yetimler erginlik çağına erdikten sonra Rablerinin bir merhameti olan hazinelerini kendi elleri ile duvarın altından çıkarsınlar." (Kehf, 82) Ayetten anlaşıldığına göre babalarının iyi adam olmasının yüce Allah'ın o yetimlere yönelik rahmet dilemesi üzerinde etkisi vardır. Yine yüce Allah buyuruyor ki: "Kendileri, geriye zayıf çocuklar bırakmış oldukları takdirde, onların durumundan korkacak olanlar, (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler." (Nisâ, 9) Buna göre, davranışların yansıması daha geniş kapsamlı ve daha geneldir. İnsanın karşılaştığı nimet veya musibet kendi eli ile işlediklerinin sonucu olabileceği gibi babalarının davranışlarının sonucu da olabilir.

Ayetleri irdelemek bizi bu kuralın gerçek sebebine iletir. İkinci ciltte dua konusunu incelerken şu ayet üzerinde durmuştuk: "Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben pek yakınım, Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm." (Bakara, 186) Bu ayet şunu kanıtlıyor: İnsanın karşılaştığı her akıbet, Rabbinden onu istemesi sonucu gerçekleşmiştir. O akıbete ilişkin bütün hazırlıklar, ön koşullar ve etkileyici sebepler, o kulun başına gelecek olaylara ve sonuçlara ilişkin Allah'tan istemesidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Göklerdeki ve yerdeki herkes O'na yalvarır. O her gün yeni bir faaliyet içindedir." (Rahman, 29) "O size kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız onları bitiremezsiniz." (İbrâhim, 34) Ayette "eğer Allah'tan istediklerinizi sayacak olursanız onları bitiremezsiniz" denmiyor. Çünkü kulların istekleri arasında nimet olmayanlar da vardır. Makam nimetler vererek lütufta bulunmayı ve nimetlere nankörlük edenleri kınamayı ifade eden bir makam olduğu için yüce Allah, kulların isteklerinin bir bölümünü zikrediyor, ki onlar da nimet olan isteklerdir.

Öte yandan düşünelim ki, iyi veya kötü bir hareket yapıyor ya da yine iyi veya kötü bir hareketi başkasına yapıyor; o başkası da kendisi gibi bir insan olduğuna göre o hareketi onun adına beğeniyorsa, onu kendisi hesabına da beğeniyor, istiyor demektir. Çünkü ortada sadece insanlık vardır. Bundan şu ortaya çıkıyor. Eğer insan birine iyilik ederse, gerçekte o iyiliği reddedilmemiş ve kabul edilmiş bir şekilde kendisi için istemiştir. Eğer birine kötülük veya haksızlık etmiş ise, bu kötülüğü ve haksızlığı kendisi için istemiş, onu beğenmiş demektir. Başkalarının çocukları ve yetimleri için beğendiği ve istediği iyiliği ve kötülüğü, kendi çocukları için beğenmiş ve istemiş demektir. Yüce Allah "Herkesin yöneldiği bir yönü vardır. Buna göre hayırlı işlerde birbirinizle yarışın." (Bakara, 148) buyuruyor. Bu ayetin anlamı "yöneldiğiniz istikametin hayır olabilmesi için iyi işlerde birbirinizle yarışın" şeklindedir.

Bu arada kan bağı ortaklığı ve rahim birliği "itret" dediğimiz soy ağacını tek bir şey hâline getirir. Buna göre bu bütünün herhangi bir tarafına arız olan bir durum, herhangi bir parçasına gelen bir dert, bütünün gövdesine arız olmuş, gelmiş demektir. Bütünün gövdesi bütün tarafların hesabına dahildir. Bu surenin başında rahim hakkında kısa bir açıklama yapmıştık. Bu açıklama şunu ortaya koyuyor: İnsanın başkasına veya başkasının çocuklarına yaptığı bir muamele, kaçınılmaz olarak ya kendisine ya çocuklarına geri döner. Yalnız Allah aksini dilerse o başka. Bu istisnayı şunun için yapıyoruz. Çünkü kâinatta sınırsız faktörler ve yönler vardır ki, insan bunların hepsini sayıp belirleyemez. Bundan dolayı herhangi bir olayda farkında olmadığımız, belirleyemediğimiz bazı faktörlerin ve sebeplerin etkisi ile söylediğimize ters düşecek bir sonuç ortaya çıkabilir. Şu ayet bu gerçeğe az çok işaret ediyor: "Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle yaptıklarınızın sonucudur. Allah yaptıklarınızın çoğunu da affediyor." (Şûrâ, 30)

"Şüphesiz, haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler ancak, karınlarını ateşle doldururlar..." Birisinin yemesi ifade edilince, hem "ekelehu" yani "onu yedi" denir, hem de "ekelehu fî bet-nihi" yani "onu yiyip karnına indirdi" denir. Bu cümlelerin ikisinin anlamları da aynıdır. Yalnız ikinci cümle daha açık ifadelidir. Bu ayet bir öncekisi gibi içerik bakımından "Ana-babanın... erkeklere bir pay vardır." diye başlayan ayetle bağlantılıdır. Ayet, yetimlerin mirastaki haklarını yeme konusunda insanları korkutma ve caydırma amacı taşıyor.

Bu ayet davranışların somutlaşmasına delil teşkil eder. Bu konuya birinci ciltte "Allah bir sivrisineği... örnek olarak göstermekten çekinmez." (Bakara, 26) ayetini incelerken değinmiştik. "karınlarını ateşle doldururlar" ifadesinin mecazî değil, hakikî bir ifade olduğunu ileri süren tefsircinin maksadı belki de budur. Eğer öyle ise tefsircilerden birinin şu itirazı ona yöneltilemez: Ayetteki "ye'kulûne=doldururlar" fiilinin zamanı, gelecek zaman değil, şimdiki zamandır. Başında geleceği bildiren edat taşıyan "seyaslevne sairen" fiilinin buna atfedilmesi, buna yönelik bir ipucudur. Eğer onun gerçekten "yiyip doldurur" anlamını vermesi istenseydi, zamanı kıyamet günü olduğuna göre başına gelecek zamana delâlet eden bir ön ekin gelmesi gerekirdi. Dolayısıyla gerçekten buradaki yeme ve doldurma fiili mecazî anlamdadır ve bu kimseler yetim malı yemede midesine ateş dolduran kimse gibidirler. Mezkur tefsircinin özetle sözü bundan ibaretti. Bu açıklama davranışların somutlaştırılması kavramının ne demek olduğundan habersiz olmaktır.

"Ve yakın bir zamanda alevlenmiş ateşte yanacaklardır." ifadesi ise ahiret azabına işarettir. Ayette geçen "saîr" ahiret ateşinin isimlerindendir. Yine ayette geçen "seyaslevne" kelimesinin türevleri ve kökü olan, "salen nare, yeslaha, salen ve salyen" kelimeleri, "ateşte yandı, onun azabına katlandı" anlamına gelir. 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

Mecma-ul Beyan tefsirinde "Ana-babanın ve yakınların geriye bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır..." diye başlayan ayet hakkında şöyle deniyor: "İnsanlar bu ayet hakkında tartışmışlar ve iki görüşe ayrılmışlardır. Bu görüşlerden biri bu ayetin mensuh değil, muhkem olduğunu savunmuştur. İmam Bâkır'dan (a.s) rivayet edilen görüş de budur." (c.3, s.11)

Ben derim ki: Ali b. İbrahim'in tefsirinden nakledildiğine göre bu ayet bu surenin on birinci ayeti ile neshedilmiştir. Bunun bir sebebi, bir gerekçesi yoktur. Bu ayetin miras hükümlerine ilişkin genel bir kural ortaya koyduğu daha önce açıklanmıştı. Bu ayetteki açıklama, diğer muhkem miras ayetleri ile çelişmiyor ki, bu ayetin o ayetlerle neshedildiği ileri sürülsün. (Tefsir-ul Kummî, c.1, s.131)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir ve İbn-i Ebu Hatem bu ayetle ilgili olarak İkrime'den şöyle rivayet ederler: "Bu ayet Ümmü Gülsüm ve Ümmü Kahle'nin kızı veya Ümmü Kehle ile Salebe b. Evs ve Suveyd hakkında indi. Bunların hepsi Ensar Müslümanlarındandı. Buradaki erkeklerden biri kadının kocası, öbürü de çocuğunun amcası idi. Kadın Peygamberimize 'Ya Resulallah, eşim öldü, geride beni ve kızımı bıraktı. Fakat biz malından miras alamadık' dedi. Ölenin kardeşi de 'Ya Resulallah, bu kadın ata binemez, düşmanı alt edemez, kendisi kazanamaz, başkasının onun için kazanması gerekir' dedi. Bunun üzerine ""Ana-babanın ve yakınların geriye bıraktıklarından..." diye başlayan ayet indi." (c.2, s.122)

Ben derim ki: İbn-i Abbas'a dayandırılan bazı rivayetlere göre bu ayet Ensar Müslümanlarından bir adam hakkında indi. Adam öldü ve geride iki kız bıraktı. Adamın asabesi olan iki amca oğlu çıkageldi. Adamın karısı oğlanlara kızları ile evlenmelerini teklif etti. Fakat kızlar çirkin oldukları için oğlanlar bu teklifi kabul etmediler. [Amca oğulları miras talep ediyorlardı, amcalarının karısı da vermiyordu.] Konu Peygamberimize arz edildi. Bunun üzerine miras ayetleri indi... Daha önce bir kaç kez tekrarladığımız gibi ayetlerin iniş sebepleri birden çok olabilir. (c.2, s.122)

Mecma-ul Beyan tefsirinde yer aldığına göre "Miras taksiminde, yakınlar..." diye başlayan ayet konusunda insanlar ikiye ayrıldılar. Bir taraf ayetin mensuh değil, muhkem olduğunu savundu. İmam Bâkır'dan (a.s) rivayet edilen görüş de budur. (c.3, s.11)

Şeybani'nin Nehc-ul Beyan adlı eserinde yer aldığına göre bu görüş hem İmam Bâkır'dan (a.s), hem de İmam Sadık'tan (a.s) rivayet edilmiştir.

Ben derim ki: Bazı rivayetlere göre ayet, miras ayetleri ile neshedildi. Fakat daha önce söylediğimiz gibi bu ayetin mensuh sayılması için hiçbir sebep yoktur.

Tefsir-ul Ayyâşî'de İmam Sadık (a.s) ile Ebu'l Hasan'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yüce Allah yetim malı ile ilgili olarak iki ceza bildirdi. Bunlardan biri ahiret cezası olan ateştir. Diğeri ise dünya cezasıdır ve şu ayette açıklanıyor: "Kendileri, geriye zayıf çocuklar bırakmış oldukları takdirde, onların durumundan korkacak olanlar, (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler. O hâlde Allah'tan korksunlar ve doğru söz söylesinler." Ayetin demek istediği şudur: Yetimlere haksızlık eden kimse yaptığı haksızlığın benzerinin kendi çocuklarına yansımasından korksun." (c.1, s.223, h:37)

Ben derim ki: Bu rivayetin aynısı el-Kâfi adlı eserde İmam Sadık'a (a.s) ve Maani'l Ahbar adlı eserde İmam Bâkır'a (a.s) dayandırılarak nakledilmiştir.

Yine Tefsir-ul Ayyâşî'de Al-i Sam'ın kölesi Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Hiçbir şey sorulmadan İmam Sadık (a.s) söze başlayarak şöyle dedi: 'Kim zulmederse Allah kendisine zulmedecek birini başına musallat eder. Ya arkasından gelen çocuklarına veya onların arkasından gelen torunlarına musallat eder.' Ben içimden düşünerek şöyle dedim: Adam kendisi zulmediyor. Fakat arkasından gelenlerin veya onların arkasından gelenlerin başına zalim musallat ediliyor. Bu nasıl olur? Bunun üzerine ben bir şey demeden bana şöyle dedi: "Yüce Allah "Kendileri, geriye zayıf çocuklar bırakmış oldukları takdirde, onların durumundan korkacak olanlar, (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler. O hâlde Allah'tan korksunlar ve doğru söz söylesinler." buyuruyor." (c.1, s.223, h:37)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Abd b. Hamid, Katade'den şöyle rivayet eder: Bize söylendiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "İki güçsüz kesim hakkında Allah'tan korkun: Yetim ve Kadın. Yüce Allah yetimi yetim bıraktı. Sonra onun hakkında tavsiyede bulundu. Onu yetim etmekle sınadı ve başkalarını onun aracılığı ile sınavdan geçirdi."

Ben derim ki: Yetim malı yemenin helak edici büyük bir günah olduğunu bildiren, hem Ehl-i Sünnet ve hem Şia kanallı rivayetlerin sayısı pek çoktur.

11- Allah, size evlatlarınız hakkında (şunu) tavsiye eder: Erkeğin payı iki kızın payı kadardır. Çocuklar ikiden fazla kız olurlarsa, ölünün geriye bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kız olursa, (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, bıraktığından ana-babasından her biri için altıda bir hisse vardır. Eğer çocuğu yoksa ve (sadece) ana-babası ona vâris olmuş ise, üçte biri anasınındır. Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasının payı altıda birdir. Bu paylar, ölenin yaptığı vasiyet veya borcun düşülmesinden sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. Bunları Allah tarafından konulan farzlar olarak kabullenin. Şüphesiz Allah bilendir, hikmet sahibidir.

12- Yaptıkları vasiyet ve borç düşüldükten sonra, eşlerinizin eğer çocukları yoksa, geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir; çocukları varsa, bıraktıklarından dörtte biri sizindir. Sizin de yaptığınız vasiyet ve borç düşüldükten sonra, çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (eşlerinizindir); çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu olmayıp (ana tarafından) bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, bunlardan her birisi için altıda bir hisse vardır. Eğer kardeşler bundan fazla iseler, (eşit bir şekilde) üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) zarar verici olmaksızın yapılan vasiyet ve borç düşüldükten sonradır. Bunlar Allah'tan size tavsiye ve emirdir. Allah bilendir, halimdir (ceza vermede acele etmez).

13- İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar, (onlar) orada ebedi kalıcılardır; işte bu, büyük bir kurtuluştur.

14- Kim de, Allah'a ve Resulüne karşı gelir ve O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu sürekli kalacağı ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.

AYETLERİN AÇIKLAMASI

"Allah, size evlatlarınız hakkında (şunu) tavsiye eder: Erkeğin payı iki kızın payı kadardır." Ayetin orijinalinde geçen "yûsîkum" fiilinin mastarı olan "îsâ" kelimesi ve aynı şekilde "tavsiye" kelimesi, öğütte bulunmak ve emretmek anlamına gelir. Râgıp el-İsfahanî, Müfredat-ul Kur'an adlı eserinde şöyle der: "Vasiyet; bir işin yapılmasını öğüt biçiminde diğerinden istemektir."

Ayette "ebna=oğullar" yerine "evlad=evlatlar" denilmesi, erkek ve kız çocuklar için belirlenen bir ve iki payın aracısız olarak ölüden doğan çocuklara ait olduğuna delâlet eder. İnsanın torunları ve ne kadar aşağıya inilirse inilsin onlardan olan çocukları, onları ölüye bağlayan kimsenin hükmündedirler. Dolayısıyla, mirasta önceliği bulunan tabaka bulunmadığı durumda, insanın erkek çocuğundan olan kız torunu mirastan iki pay; kız çocuğundan olan erkek torunu ise, bir pay alır. Nitekim, ölenin erkek ve kız kardeşlerinin çocukları, ölüyle bunların arasında bağ kuran kimsenin hükmünü taşırlar. [Birinci dereceden miras alanlar ve yine ikinci dereceden miras alan dede, nine, kız ve erkek kardeş hayatta olmazsa, sıra kardeşlerin çocuklarına gelir. Erkek kardeşin çocukları kız olsalar bile, mirastan onlara iki pay, kız kardeşin çocukları erkek olsalar bile, onlara bir pay verilir.] Kısacası, "evlad" kelimesinde böyle bir incelik yatar. Ancak "ibn=oğul" kelimesinde, aracı bulunmaması şartı aranmaz. Nitekim böyle bir fark ve incelik, "eb" ve "valid" sözcükleri arasında da vardır. "Valid" kelimesi, insanın aracısız olan gerçek babasına denir, "eb" kelimesi ise, hem aracısız olan babasına, hem de onun aracılığıyla insanın babası sayılan dedesine denir.

Bu ayetin son bölümünde yer alan "Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz." ifadesinde, "evlatlar" yerine genel ifadeli "oğullar" kelimesinin kullanılması ise, ileride açıklanacağı üzere bu tercihi gerektirici özel bir ilgiden dolayıdır.

Hükmü, "Erkeğin payı iki kızın payı kadardır." şeklinde bir ifadeyle açıklamakta, kadınları mirastan alıkoymayla ilgili olarak uygulamada olan cahiliye geleneğinin geçersiz kılınışına işaret vardır. Sanki ayette kızın miras alması, sabit ve bilinen bir gerçek olarak tanıtılmış ve erkeğin de kız gibi ancak iki katı kadar miras alabileceği vurgulanmıştır veya mirasla ilgili hüküm koymada kızın miras alışı temel kılınmış ve erkeğin miras alışı bu temel üzerine kurulu ve ona oranla belirlenebilecek bir husus olarak ele alınmıştır. Aksi takdirde, "Kızın payı, erkeğin payının yarısı kadardır" denilmesi gerekirdi ki bu durumda söz konusu nükteyi ifade etmez ve ayetin akışı bununla uyuşmazdı. Bu nükteye bazı alimler değinmişlerdir ve bana göre yerinde bir değerlendirmedir. Bu değerlendirme şu hususla pekiştirilebilir ki ayet net olarak sadece kadınların miras haklarına değinmiştir. Bir sonraki ve surenin sonunda yer alan ayette erkeklerin mirasla ilgili paylarının bir bölümüne net olarak değinilmişse de bu, kadınların erkeklerle birlikteki miras haklarını açıklama durumunda olduğundan kaynaklanır.

Kısacası, "Erkeğin payı iki kızın payı kadardır." cümlesi, "Allah, size evlatlarınız hakkında (şunu) tavsiye eder." ifadesinin açıklaması konumundadır. "ez-Zeker=erkek" ve "el-unseyeyn=iki kız" kelimelerinin başındaki "el" takısı, cinsi belirlemek için kullanılmış ve mirasla ilgili paylar hususunda erkek cinsinin iki kadına eşit olduğunu bildirir. Bu, mirasçılar içerisinde hem erkek cinsinin, hem de kadın cinsinin mevcut olduğunu gösterir ki bu durumda, erkeğe kadının iki katı kadar pay verilir. Ayette bu hususun "Erkeğin payı, kızın iki payı kadardır." veya "Erkeğin payı, kızın payının iki katı kadardır." gibi bir ifadeyle açıklanmaması, ölünün mirasçısı sadece iki kız olduğu durumda verilecek payın ne kadar olduğuna delâlet etmesi içindir. İleride açıklanacağı üzere, burada söz konusu durumu açıklayacak özlü anlatım tarzı tercih edilmiştir. Her hâlükarda, vârisler içerisinde hem erkek, hem de kız olursa, sayıları nereye varırsa varsın, her erkeğe iki pay, her kıza da bir pay verilir.

"Çocuklar ikiden fazla kız olurlarsa, ölünün geriye bıraktığının üçte ikisi onlarındır." Bu ifadenin "Erkeğin payı iki kızın payı kadardır." ifadesinden sonra yer alması, bunun takdiri bir cümleye atfedildiğini gösterir. Sanki, cümlenin aslı şöyledir: "Erkeğin payı iki kızın payı kadardır. Bu, erkek ve kız evlatların mevcut olduğu durumdadır. Çocuklar ikiden fazla kız olurlarsa..." Bu (kendisine atfedilen cümlenin hazfedilmiş olması), yaygın bir ifade tarzıdır. Şu ayetler de bunun birer örnekleridir: "Haccı ve Umreyi Allah için tamamlayın. Eğer alıkonursanız, artık size kolay gelen kurbanı gönderin. (Bakara, 196) "...Sayılı günler. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa,tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar." (Bakara, 184) [Bu iki ayette, "Eğer alıkonursanız..." ve "Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa..." cümleleri hazfedilmiş takdirî bir cümleye matufturlar.]

Back Index Next