Back Index Next

Şimdiye dek açıklanan incelikleri kavradıktan sonra, tekrar bu iki ayetin ne kadar çarpıcı bir açıklama yaptıklarına bakınız. Ayetlerde önce yetimlerin ve kısıtlıların mallarına dair velayet ve onların mallarını gözetim altında tutmaya ilişkin belli başlı ve önemli meseleler açıklanmıştır. Yani yetim malının nasıl teslim alınacağı, korunacağı, işletileceği, kullanılacağı, geri verileceği ve ne zaman teslim alınıp ne zaman teslim edileceği anlatılmıştır. Bütün bu işlemlerde kamu yararının göz önünde bulundurulduğu yani yukarda açıkladığımız üzere malın aslında Allah'ın olduğu, O'nun bunu insanların geçim kaynağı yaptığı temel ilkesi vurgulanarak konunun temeli sağlama alınmıştır.

İkinci aşamada insanı bu kurallara uygun şekilde eğiten ahlâk prensibi, yani yüce Allah'ın "onlara güzel söz söyleyin." şeklindeki buyruğu açıklanmıştır.

Üçüncü aşamada bunların hepsi tevhit temeline dayandırılmıştır. Bu ilkenin, tek başına bütün uygulamaya dönük ve ahlâkî hükümlere egemen olduğu; uygulamaya dönük hükümlerin ve ahlâk kurallarının etki açısından yetersiz kaldığı durumlarda bu ilkenin her alan da olumlu etkisini gösterdiği vurgulanmıştır. Bu ilke yüce Allah'ın "Hesap sormak için Allah yeter." buyruğunda dile getirilmiştir.

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer aldığına göre İbn-i Ebu Hatem, Said b. Cubeyr'in "Yetimlere mallarını verin..." ayeti hakkında şöyle dediğini naklediyor: "Gatafan kabilesinden bir adamın yanında kardeşinin yetim oğluna ait büyük miktarda mal vardı. Yetim, bulûğ çağına girince malını istedi; fakat amcası malını vermedi. O zaman delikanlı, amcasını Peygamberimize (s.a.a) şikayet etti. Bu olay üzerine "Yetimlere mallarını verin" ayeti indi..." (c.2, s.117)

Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle diyor: "Bir erkeğin menisinin dört özgür kadın rahminden fazlasına akması helâl değildir." (c.1, s.218, h:14)

el-Kâfi adlı eserde yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle diyor: "Dört eşli bir erkek eğer eşlerinden birini boşarsa, boşadığı eşinin iddeti (bekleme süresi) sona ermeden beşinci bir kadınla evlenemez." (c.5, s.429, h:1)

Bu konudaki rivayetlerin sayısı çoktur.

İlel-üş Şarayi' adlı eserde yazar kendi rivayet zinciriyle Muhammed b. Sinan'dan şöyle rivayet eder: "İmam Rıza (a.s) onun sorduğu sorulara yazdığı cevabında erkeğin dört kadınla evlenebilmesinin, buna karşılık kadının birden çok erkekle evlenmesinin yasak oluşunun sebebini şöyle açıklamıştır: 'Çünkü erkek dört kadınla evli olduğu zaman doğan çocuk onun olur. Ama eğer kadının iki veya daha çok sayıda kocası olursa, doğuracağı çocuğun babasının kim olduğu anlaşılmaz. Çünkü her iki koca da kadınla ortaklaşa nikâhlıdırlar. Bu da neseplerde, miraslarda ve kültürlerde kargaşaya, düzensizliğe ve fesada yol açar.'

Muhammed b. Sinan diyor ki: "Bir erkeğin dört özgür kadınla evlenebilmesinin sebeplerinden biri de kadınların erkeklerden çok sayıda olmalarıdır. Doğrusunu Allah bilir, ama "Gönlünüzün rahat ettiği kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenebilirsiniz." ayetine bakılınca bunun böyle olduğu görülür. Bu yüce Allah'ın bir takdiridir. Maksat zengin ile fakirin bu hususta elleri açık olsun ve erkek gücünün yettiği sayıda kadınla evlenebilsin..." (c.1, s.504, bab:271)

el-Kâfi adlı eserde, İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen bir rivayette o hazretin şunu da eklediği yer almıştır: "Allah kıskançlığı erkeklere mahsus kıldı. Bu yüzden kadına sadece kocasını helâl kılarken erkeğe dört kadınla evlenmeyi helâl kıldı. Allah (bir taraftan) kadını kıskançlıkla imtihan etmekten ve (diğer taraftan) erkeğin kendisi ile birlikte üç kadınla daha evlenmesini helâl kılmaktan yüce ve kerimdir." (Füru-u Kafi, c.5, s.504, h:1)

Ben derim ki: Bunu şöyle açıklayabiliriz: Kıskançlık iyi huylardan ve erdemli melekelerden biridir. O, insanı normal durumundan değişik hâle getirir; eğer bir başkası kişinin din, namus, mevki gibi kendisi için saygın kabul ettiği, değerli olduğuna inandığı bir varlığına saldırırsa o kişiyi savunmaya ve intikam almaya iter. Hiçbir insan düşünülemez ki, bu içgüdüsel sıfattan tamamen yoksun olsun. O hâlde bu, insanın fıtrî niteliklerindendir ve İslâm da fıtrata dayalı bir dindir. Bu dinde fıtratın gereği olan içgüdüler ele alınarak insan hayatında faydalı olacak şekilde sınırlandırılırlar ve hayatta faydalı olmayan bozucu ve kargaşaya yol açıcı unsurlar da ortadan kaldırılırlar. Mal edinmede, yemede, içmede, giyimde, evlenmede ve başka alanlarda olduğu gibi.

Yüce Allah'ın erkeğe eşinin yanı sıra üç kadınla daha evlenmeyi helâl kıldığı kabul edilince -ki İslâm dini, fıtratın hükmünü gözetme esasına dayanır- bunun gerekli sonucu olarak kumalar yüzünden kadınların erkeklere karşı gösterdikleri reaksiyonun kıskançlık değil, haset olduğunu kabul etmeliyiz. İlerde çok kadınla evlilik konusunu enine boyuna incelerken kadınlarda beliren bu reaksiyonun fıtrî ve içgüdüsel olmadığı, arızî bir hâl olduğu açıklanacaktır.

el-Kâfi adlı eserde müellifin kendi rivayet zinciriyle Zürare'den, İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Erkek karısına yaptığı bağıştan geri dönemez. Kadın da kocasına yaptığı bağıştan geri dönemez. Hediye fiilen verilmiş olsun veya olmasın fark etmez. Yüce Allah şöyle buyurmuyor mu: "Kadınlara verdiklerinizden hiçbir şeyi geri almayın." [İmam -a.s- Bakara suresinin 229. ayetini olduğu gibi değil de içerdiği anlamını aktarmıştır.] Ve yine şöyle buyurmuştur: "Eğer onlar gönül hoşluğu ile mehirlerinin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu afiyetle yiyin." (Nisâ, 4) Bu iki ayet hem mehiri, hem de bağış ve hediyeyi kapsar." (Füru-u Kâfi, c.7, s.30, h:3)

Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre Abdullah b. Kaddah, İmam Sadık'tan (a.s), o da babasından şöyle rivayet eder: "Adamın biri Hz. Ali'ye geldi ve: 'Ey Emir-el Mü'minin, karnımda bir ağrı var.' dedi. Hz. Ali: 'Eşin var mı?' diye sordu. Adam 'evet, var' dedi. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi: 'Ondan gönül hoşnutluğu ile kendi malından vereceği bir bağış iste ve onunla bal satın al. Sonra o bala yağmur suyu dök ve iç. Çünkü ben yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu işittim: Biz gökten bereketli bir su indirdik." [Kaf, 9] "Arıların karnından değişik rengi olan bir içecek çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. [Nahl, 68] Eğer eşleriniz gönül hoşluğu ile mehirlerinin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu afiyetle yiyin. [Nisâ, 4] Bu dediğimi yaparsan inşallah şifa bulursun.' Adam, Hz. Ali'nin dediğini yaptı ve iyileşti." (c.1, s.218, h:15)

Ben derim ki: Bu rivayet ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abdullah b. Hamid, İbn-i Münzir ve İbn-i Ebu Hatem kanalıyla Hz. Ali'den nakledilmiştir. Hz. Ali'nin bu sözleri ayetlerden dakik ve latif yararlanma türünden bir örnektir ki temeli, anlamı genişletmeye dayanır. Ehl-i Beyt İmamlarından gelen rivayetlerde bunun benzerlerine rastlanır. Bu rivayetlerin bazılarını uygun yerleri gelince nakledeceğiz.

el-Kâfi adlı eserde yer aldığına göre, İmam Bâkır (a.s) "Ben size bir şey anlattığım zaman bana Allah'ın kitabından (onun delilini) sorun" dedi. Sonra bir konuşmasında şöyle buyurdu: "Peygamberimiz dedikoduyu, malı yanlış yolda kullanmayı ve çok soru sormayı yasakladı." Kendisine; "Ey Resulullah'ın torunu, bu dedikleriniz Kur'an'ın neresindedir?" denildi. İmam (a.s) şöyle cevap verdi: "Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onların aralarında yaptıkları çoğu gizli konuşmalarda hayır yoktur; meğer ki, bu fısıltılı toplantıların amacı sadaka vermeyi, iyilik etmeyi ve insanlar arasında düzeltmeyi ve ıslahı emretmek olsun." (Nisâ, 114) "Allah'ın sizin için geçim kaynağı ve yaşayış vesilesi kıldığı mallarınızı beyinsizlere vermeyin." (Nisâ, 5) "Ey müminler, açıklandıkları takdirde hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın." (Mâide, 101) (c.1, s.60, h:5)

Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre Yunus b. Yakub diyor ki: "Ben İmam Sadık'a (a.s) 'Mallarınızı beyinsizlere vermeyin.' ayetindeki 'beyinsizler'den kimlerin kastedildiğini sordum. Bana; 'Kendilerine güvenmediğiniz kişiler.' diye cevap verdi." (c.1, s.220, h:20)

Tefsir-ul Ayyâşî'de İbrahim b. Abdulhamid'in şöyle dediği yer alır: "Ben İmam Sadık'a "Mallarınızı beyinsizlere vermeyin." ayetindeki 'beyinsizlere'den kimlerin kastedildiğini sordum. Bana; 'Şarap içenlerin hepsi sefih (beyinsiz)dir.' diye cevap verdi." (c.1, s.220, h:22)

Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre Ali b. Ebu Hamza diyor ki: "İmam Sadık'a (a.s) 'Mallarınızı beyinsizlere vermeyin.' ayetinde 'beyinsizler'le kimlerin kastedildiğini sordum. Bana; 'Onlar yetimlerdir. Olgunlaştıklarını anlamadıkça onlara mallarını vermeyin.' dedi. Kendisine; 'Peki, onların malları nasıl bizim mallarımız olur?' diye sordum. [Yani ayette neden "onların malları" yerine "mallarınız" ifadesi kullanılmıştır?] Bana; 'Sen onlara mirasçı olunca' diye cevap verdi." (c.1, s.220, h:23)

Tefsir-ul Kummî'de İmam Bâkır'dan (a.s) bu ayet hakkında şöyle rivatyet edilir: "Sefih (beyinsiz)lerden maksat kadınlar ile çocuklardır. Eğer erkek eşinin aptal ve işleri bozucu, çocuğunun da aptal ve işleri bozan olduğunu bildiğinde, onlara Allah'ın onun geçim kaynağı kıldığı mallarını vermemelidir. Ayette geçen 'kıyam'dan maksat, yaşayış vesilesidir..." (c.1, s.131)

Ben derim ki: Bu anlamdaki rivayetlerin sayısı çoktur. Bunlar önceden vurguladığımız hususu teyit ediyor: Sefeh (beyinsiz) kelimesi geniş anlamlı ve dereceli bir terimdir. Tasarruf yetkisi elinden alınmış kimse, olgunluğa ermemiş çocuk, havai ve aşırı arzuları olan kadın, içki içen ve kendisine güvenilmeyen herkes gibi kimseleri kapsamına alır. Bu örneklerin farklılaşmasına bağlı olarak onlara mal vermenin anlamı da değişir. "Mallarınız" biçimindeki izafetin durumu da öyledir. Bu konuda uyarlama ve değerlendirme artık size düşer.

İbn-i Ebu Hamza rivayetinde İmam Sadık'ın (a.s) "Sen onlara mirasçı olunca" şeklindeki cevabında daha önce vurguladığımız temelde bütün malın topluma ait olduğu, ikinci aşamada şahıslara ve has maslahatlara tahsis edildiği ilkesine işaret vardır. Malın birinci derecedeki sahibinin toplum olması, onun bir kişiden başka bir kişiye geçmesinin gerekçesidir.

Men La Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yetimin yetimlik dönemi ihtilam olması ile sona erer. İhtilam olmak onun olgunluk çağına girdiğinin göstergesidir. Eğer ihtilam olduğu hâlde olgunlaştığı görülmez aptal ve yetersiz olursa, velisi malını eline vermemelidir." (c.4, s.163, h:1)

Yine aynı eserde "Yetimleri deneyin..." ayetiyle ilgili olarak İmam Sadık'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Yetimin olgunlaşmasından maksat, malı koruyabilmesidir." (c.4, s.164, h:7)

Daha önce ayetin bu hususu nasıl vurguladığı anlatılmıştı.

et-Tezhib adlı eserde "Fakir olan veli ise, örfe uygun bir miktar kadar yesin." ayetiyle ilgili olarak İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Burada geçimini zor sağlayan ve kendi isteklerini önleyen veli kastediliyor. Böyle bir velinin yetim malından örfe uygun olacak miktarda yemesinde sakınca yoktur. Yalnız bu durum [velinin malın sorumluluğunu üstlenmesi ve karşılığında bir miktar alması] yetimin yararına olması şartıyla olur. O hâlde, eğer mal az ise veli ona hiç dokunmamalıdır." (c.6, s.341, h:73)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Ahmed, Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace, İbn-i Ebu Hatem ve Nuhas -Nasih adlı eserinde- İbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: "Adamın biri Peygamberimize "Benim kendi malım yok, fakat gözetimim altında bir yetim var. [onun malından yiyebilir miyim?]" diye sordu. Peygamberimiz adama şöyle dedi: "Gözetiminin altındaki yetimin malından ye. Fakat israf ve savurganlık yapma. Yetimin malıyla kendine kazanç sağlama ve o malı kendi malını korumak için kalkan olarak kullanma." (c.2, s.122)

Ben derim ki: Bu konuda hem Ehl-i Beyt kanallarından hem de diğer kanallardan gelen çok sayıda rivayet vardır. Bu hususta fıkhî incelemeler ve bu fıkıh incelemelerine ilişkin rivayetler vardır. İsteyenler hadis kitaplarına ve fıkıh kitaplarına başvurabilirler.

Tefsir-ul Ayyâşî'de Rıfaa kanalıyla, "Fakir olan veli ise, yetimin malından örfe uygun miktar yesin" ayetiyle ilgili olarak İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Babam defalarca bu ayetin nesh edildiğini söylerdi." (c.1, s.222, h:33)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Ebu Davud ve Nuhas -Nasih adlı eserlerinde- ve İbn-i Münzir, Ata kanalıyla "Fakir olan veli ise, yetimin malından örfe uygun miktar yesin" ayetiyle ilgili olarak İbn-i Abbas-'tan şöyle rivayet ettikleri yer alır: "Bu ayet, "Şüphesiz haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler..." (Nisâ, 10) ayeti ile nesh edilmiştir." (c.2, s.122)

Ben derim ki: Bu ayetin mensuh olması nesih ölçüsü ile bağdaşmıyor. Çünkü Kur'an'ın ayetleri arasında, bu ayetle ilişkisi nasih ve mensuh ayet ilişkisi olacak hiçbir ayet yoktur. "Şüphesiz haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler..." ayeti ise, içerik açısından bu ayetin içeriği ile çelişmez. Çünkü serbestliği ifade eden bu ayetle vurgulanan mal yeme, örfe uygun olmakla kayıtlıdır. Yasaklığı ifade eden öteki ayette ise, yetim malı yemek haksız yere olmakla kayıtlıdır. Örfe uygun olmakla kayıtlı mal yemeyi serbest kılma ile, haksızlıkla mal yemeyi yasaklama arasında çelişki yoktur. Dolayısıyla gerçek şu ki, bu ayet mensuh değildir ve yukarıdaki iki rivayet, zayıf olmaları bir yana, Kur'an ile bağdaşmaz.

Tefsir-ul Ayyâşî'de, Abdullah b. Muğire kanalıyla "Eğer onlarda bir olgunluk görürseniz, mallarını kendilerine verin" ayetiyle ilgili olarak İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yetimlerin Peygamberimizin Ehl-i Beyti'ni sevdiklerini gördüğünüzde, kendilerini bir üst dereceye yükseltin." (c.1, s.221, h:27)

Ben derim ki: Bu rivayet Kur'an'ın bâtınî anlamını bir örneğe uyarlama türündendir. Çünkü din İmamları müminlerin babalarıdır ve müminler de İmamlardan koptukları takdirde İslâm bilgileri açısından yetimdirler. Yetimler gerçekten İmamlarla sevgi bağı kurdukları zaman atalarının mirası olan gerçek İslâmî bilgileri öğretmekle onları bir üst dereceye yükseltmelisiniz.

Üç Bölümde İlmî Araştırma

1- Nikâh Tabiat Amaçlarından Biri

Kadın ile erkek arasındaki ilişki, insan tabiatı tarafından, hatta hayvan tabiatı tarafından en üst derecede açığa vurulan bir ilişkidir. Fıtrat dini olan İslâm dini, hiç şüphesiz bu ilişkiyi caiz görür.

Erkek ile dişinin bir araya gelmesinde doğurtma ve döllendirme, tabiatın gayesi ve hilkatin amacıdır. Bu, birleşmeyi eşleşme kalıbına döken, onu serbest ilişki ve yakınlaşma biçimindeki mutlak birleşmeden nikâhlama ve birbirine bağlanma düzeyine çıkaran yegane sebeptir. Dolayısıyla bakıyoruz ki, kuşlar gibi bazı hayvanların büyütülmesinde ana-babanın ortak emeği var. Ana-baba yumurtanın korunmasını, civcivin beslenmesini ve büyütülmesini ortaklaşa gerçekleştirir. Yine doğumda ve büyütmede yuvaya muhtaç olan hayvanlar var. Bu tür hayvanların dişileri yuvaların yapımında ve korunmasında erkeklerin yardımına muhtaçtırlar.

İşte bu tür hayvanların hepsinde eşleşme tercih ediliyor ki bu, erkek ile dişi arasında bir tür bağlılık ve birbirine ait olmadır. Bu hayvanlar o takdirde ilişki kurarlar ve dişinin yumurtasının gerekli önlemlerle korunmasında, civciv çıkarmasında ortaklaşa görev yaparlar. Yavruların büyüme döneminin sonuna kadar bu beraberlik devam eder. Arkasından ayrılacaklarsa ayrılırlar. Sonra eşleşme yenilenir ve bu süreç böyle devam eder. Demek ki, nikâhlanmanın ve eşleşmenin temel faktörü, doğurma ve çocuk büyütmedir. Şehvet ateşini söndürmek ve kazanç sağlamak, mal biriktirmek, yemek, içmek, ev eşyası, ev idaresi gibi hayat faaliyetlerinde ortak rol almaya gelince, bunlar tabiatın ve yaratılışın amacı dışında kalan dış unsurlardır. Bunlar sadece ön unsurlar veya ana gayenin sonucu olan faydalardır.

Bundan şu anlaşılıyor: Farz edelim ki, eşler arasında özgürlük ve başıboşluk egemen olsun; eşlerin her biri eşi dışında bir başkası ile istediği yerde, istediği zaman cinsel ilişki kursun ve bundan bulduğu yerde dişisine saldıran vahşi erkek hayvan gibi hiç çekinmesin. Nitekim bu, neredeyse günümüzün uygar milletlerinde yaygın bir uygulama hâline gelmiş ve zina, özellikle evlilerin zinası da serbest olmuştur.

Bunun gibi, yapılan evlilik dondurulsun. Eşlerin boşanmaları, ayrılmaları yasaklansın. Hayatta kaldıkları sürece eşlerden birinin eşinden ayrılarak başka biri ile evlenmesine izin verilmesin.

Bunun gibi, tıpkı günümüzün gelişmiş milletlerinde olduğu gibi doğum ve üremeye, çocukları birlikte büyütmeye, eşleşmeyi ev hayatında ortaklaşma esasına dayandırmaya son verilsin ve yine çocuklar, süt verme ve büyütme için hazırlanan genel yuvalara gönderilsin. Bütün bu söylediklerimiz tabiat geleneğine aykırıdır. Daha önce işaret edildiği gibi, tabiat geleneği insanı, bu yeni uygulamaya ters düşen niteliklerle donatmıştır.

Evet. Öyle hayvanlar var ki, bunların doğumunda ananın onları karnında taşımasından, onlara süt verip yanında büyütmesinden fazla bir şeye ihtiyaç yoktur. Bunlarda da eşleşmeye, birlikteliğe ve birbirine ait olmaya doğal ihtiyaç yoktur. Bu tür hayvanlar için başıboş cinsel ilişki özgürlüğü söz konusu olabilir. Ama özgürlüğün tabiatın nesli koruma amacına zarar vermeyecek miktarda olması gerekir.

Denebilir ki, yaratılış geleneğine ve tabiatın isteğine karşı çıkmak sakıncalı değildir. Yeter ki ortaya çıkacak aksaklıklar düşünce ve bazı yöntemler aracılığı ile telafi edilsin. Üstelik bu karşı çıkma insana bazı hayat hazları ile yararlanma sağlar. Bu vehim, büyük bir yanılgıdır. Çünkü insan bünyesinin aralarında bulunduğu doğal bünyeler, birçok elementlerden oluşmuş sentezlerdir. Her elementin kendine özgü şartları olan özel yerine konması gerekir. Bu yer, tabiatın ve yaratılışın gayesine uygun olmak zorunda olduğu gibi söz konusu canlının türünün kemal sürecine de elverişli olmalıdır. İlaç karışımları ve sentezleri gibi. Bu karışımlar belirli nitelikte, belirli miktarda, belirli ölçüde ve şartlarda elementlere muhtaçtırlar. Eğer bu elementlerden biri özel niteliğinin en küçük ölçüde dışına çıksa, özel şartlarından en ufak bir sapma gösterse o ilaç etkisini kaybeder.

Meselâ, insan özel biçimde senteze girmiş çeşitli elementlerden oluşmuş doğal bir varlıktır. Bu sentezden çeşitli iç nitelikler ve manevî özellikler doğar ki, bunlardan sonuç olarak çeşitli eylemler ve davranışlar meydana gelir. Eğer insan bazı eylemlerini ve davranışlarını değiştirerek doğal konumlarından başka konumlara dönüştürürse, onun niteliklerinde ve ruhi özelliklerinde bir sapma ve değişme görülür. Böylece bütün nitelikleri ve özellikleri doğal düzeyden ve yaratılış yolundan sapar. Bunun sonucu olarak insanın doğal kemali ile ve yaratılışı gereği izlediği amacı ile bağı ve ilişkisi kopar.

Günümüzün insanlığını saran, insanın huzura ve mutlu hayata ermeye yönelik çabalarını boşa çıkaran, insanlığı düşüşle ve yıkımla tehdit eden musibetleri enine boyuna incelediğimizde, bu en güçlü faktörün takva erdeminin yokluğunun, insan toplumlarında yıkıcılığın, sertliğin, şiddetin ve hırsın kökleşmesinin olduğunu görürüz. Bunun en büyük sebebi, evlilik ve çocuk yetiştirme alanındaki doğal yasalarda egemen olan özgürlük, başıboşluk ve umursamazlıktır. Çünkü günümüzde aile toplumu ve çocuk yetiştirme konusunda izlenen uygulamalar, insanda şefkat, merhamet, iffet, hayâ, alçak gönüllülük duygularını çocukların bulûğ çağının ilk yıllarından başlayarak ömrünün sonuna kadar öldürüyor.

Back Index Next