9- TEVBE SURESİ

Medenîdir, yüzyirmi dokuz âyettir.

(Yüz yirmi dokuz âyettir. Bâzılarına göre sondaki iki âyetten başka bütün âyetleri Medenîdir. Bu sûre hicretin dokuzuncu yılında vahyedilmiştir. Mekke, sekizinci yılda fethedilmiş ve Hz. Peygamber onuncu yılda Vidâ haccını eda etmişti. Katâde ve Mücâhid'e göre Hz. Muhammed (s.a.a)'e Medine'de vahyedilen son sûre bu sûredir. İçinde tövbeden bahsedildiği cihetle Tövbe sûresi dendiği gibi ilk kelimesine nazaran Berâe, münafıkların ayıplarını ortaya koyduğu için Fâzıha sûresi de denmiştir. Azap sûresi diyenler de olmuştur. Kahrı belirterek başladığından, yahut bundan önceki sûreden ayrı bir sûre olduğu şüpheli bulunduğundan Rahman ve Rahîm adlarını muhtevi bulunan Besmele bu sûrede yoktur.)

1- Allah ve Resûlü, kendileriyle ahitleştiğiniz müşriklerden berîdir.

2- Yeryüzünde dört ay daha dolaşın ve bilin ki siz Allah'ı âciz bir hâle getiremezsiniz ve şüphe yok ki Allah, kâfirleri aşağılık bir hâle getirecektir.(1)

Hacc-ı ekber günü, Allah'tan ve Peygamberinden insanlara bir ilândır bu: Şüphe yok ki Allah ve Peygamberi, müşriklerden berîdir. Artık tövbe ederseniz bu, daha hayırlıdır size. Fakat gene yüz çevirirseniz iyice bilin ki siz hiç şüphe yok, Allah'ı âciz bırakamazsınız ve kâfir olanlara pek acıklı azapla müjde ver.(2)

4- Ancak müşriklerden ahitleştiğiniz kimseler, bu ahitten sonra size karşı sözlerinden hiçbir sûretle dönmemiş, şartlardan hiçbirini bozmamış ve aleyhinize hiçbir kimseye yardıma kalkışmamış olanlar müstesna. Onlarla olan ahdinizi, müddeti bitinciyedek tamamlayın. Şüphe yok ki Allah, çekinenleri sever.

5- Harâm aylar çıkınca müşrikleri Nerede bulursanız öldürün, yakalayın, kuşatın, hapsedin onları, gelip geçecekleri bütün yolları tutun. Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse bırakın onları, şüphe yok ki Allah suçları örter, rahîmdir.

6- Müşriklerden biri, senden aman dilerse aman ver ona da Allah sözünü dinlesin, sonra da emîn olduğu yere dek yolla onu. Bunun sebebi de, onların, bilmeyen bir topluluk olmalarıdır.

7- Müşriklerin, Allah ve Peygamberi katında nasıl bir ahitleri olabilir ki? Ancak Mescid-i Harâm yanında ahitleştikleriniz müstesna. Onlar, size karşı doğru hareket ederlerse siz de onlara karşı doğru hareket edin. Şüphe yok ki Allah, çekinenleri sever.

8- Nitekim onlar size üstolsaydı hakkınızda ne bir yakınlık gösterirlerdi, ne bir ahde riâyet ederlerdi. Onlar, sizi ancak ağızlarıyla hoşnut ederler, yüreklerindeyse düşmanlık ve gadir var ve onların çoğu, buyruktan çıkmış kişilerdir.

9- Allah'ın âyetlerini satarlar da karşılık olarak pek az ve âdî bir şey elde ederler ve halkı Allah yolundan menederler. Gerçekten de yaptıkları şey, ne de kötü şeydir.

10- İnanan birisine karşı ne bir yakınlık gözetirler, ne bir ahde riâyet ederler ve onlardır haddi aşanların ta kendileri.

11- Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse onlar da din kardeşlerinizdir ve biz, bilen topluluğa âyetlerimizi açıklar, bildiririz.

12- Ahitlerinden sonra gene yeminlerini bozarlar ve dininizi kınarlarsa kâfirliğe baş olanlarla savaşın, şüphe yok ki yeminini tutmayan kişilerdir onlar, belki bu sûretle yaptıklarından vazgeçerler.

13- Yeminlerinden dönen ve Peygamberi, ülkesinden çıkarmaya çabalayan ve size karşı ahitlerini ilkin bozan bir toplulukla savaşmaz mısınız, korkar mısınız onlardan? İnanmışsanız kendisinden korkulmaya daha lâyık olan Allah’tır.

14- Savaşın onlarla da Allah, ellerinizle onları azaplandırsın, aşağılatsın onları, onlara karşı yardım etsin size ve inanan topluluğun göğüslerini ferahlatsın.

15- Ve yüreklerindeki gazabı gidersin ve Allah, dilediğine tövbe nasîp eder ve tövbesini kabûl eyler ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

16- Sanır mısınız ki kendi hâlinize bırakılacaksınız ve Allah, sizden savaşanlarla Allah’tan, Peygamberinden ve inananlardan başkasını sır dostu edinmeyenleri bilmeyecek? Ve Allah, ne yaparsanız hepsinden de haberdardır.

17- Kendileri kendi kâfirliklerine tanık olup dururlarken müşriklerin Allah’a secde edilen yerleri îmâra hakları yoktur. Onlar, bütün yaptıkları boşa gidenlerdir ve onlar, ateşte ebedî olarak kalırlar.

18- Allah’a secde edilen yerleri, ancak ve ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar îmâr eder. İşte doğru yolu bulmaları umulanlar da onlardır.

19- Hacılara su verme ve Mescid-i Harâm’ı îmâr etme işiyle uğraşanların derecesini Allah’a ve âhiret gününe inanıp Allah yolunda savaşan kimsenin derecesiyle bir mi tutarsınız? Ve Allah, zulmeden topluluğu doğru yola sevketmez.

20- İnananların, yurtlarından göçenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanların Allah katında dereceleri pek büyüktür ve onlardır muratlarına erenlerin, kurtulup nusrat bulanların ta kendileri.

21- Rableri, onları öz rahmetiyle, râzılığıyla ve tükenmez nîmetleri bulunan cennetlerle müjdeler.

22- Orada ebedî kalırlar. Şüphe yok ki pek büyük mükâfât, Allah katındadır.

23- Ey inananlar, kâfirliği severler ve küfrü imana tercih ederlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi de dost edinmeyin ve içinizden kim onları severse onlardır zulmedenler. (3)

24- De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, aşîretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz alış-veriş ve hoşunuza giden evler, sizce Allah’tan, Peygamberinden ve onun yolunda savaş etmeden daha sevimliyse bekleyin Allah’ın emri gelinciye dek ve Allah, buyruktan çıkan kötü topluluğu doğru yola sevketmez.

25- Andolsun ki Allah size birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmişti; hani o gün çokluğunuzla övünüp sevinmiştiniz de bu çokluk, düşmanı defedememişti, hiçbir işinize yaramamıştı, yeryüzü, o kadar genişken daralmıştı size, sonra da arka çevirip geri çekilmiştiniz.130

26- Sonra da Allah, Peygamberine ve inanlara mânevi kuvvetini ihsân etmişti ve görmediğiniz orduları indirerek kâfirleri azaplandırmıştı ve işte kâfirlerin cezâsı da budur.

27- Bundan sonra da Allah, dilediğine tövbe nasîb etmiş ve tövbesini kabûl eylemişti ve Allah suçları örter, rahîmdir.

28- Ey inananlar, müşrikler, mutlaka pis insanlardır, bu yıldan sonra artık onları Mescid-i Harâm’a yaklaştırmayın. Yoksulluktan korkarsanız bilin ki Allah dilerse yakında sizi lûtfuyla, ihsânıyla zenginleştirir ve şüphe yok ki Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.(4)

29- Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayanlarla, Allah’la Peygamberinin harâm ettiğini harâm saymayanlarla ve hak dînini kabûl etmeyenlerle savaşın cizye vermeye râzı olup bizzat kendi elleriyle ve alçalarak gelip verinceye dek onlar.

30- Yahudiler, Uzeyr, Allah’ın oğludur dedi, Nasrânîler de Mesîh, Allah’ın oğludur dedi. Bu söz, onların uydurup ağızlarına aldıkları bir söz. Daha önce kâfir olanların sözlerini taklît etmedeler, hay Allah kahrede-siler, nasıl da yalana kapılıyorlar, bâtıla uyuyorlar.(5)

31- Allah’ı bırakıp bilginleriyle râhiplerini ve Meryemoğlu Mesîh’i Rab tanımışlardır; halbuki onlara da ancak tek mabuda kulluk etmek emredilmiştir. Ondan başka tapacak yok; o onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.

32- İsterler ki Allah’ın nûrunu nefesleriyle söndürsünler, halbuki Allah, kâfirler istemese de, onlara zor gelse de nûrunu yüceltip itmâm etmekten başka hiçbir şeye râzı değildir.

33- Öyle bir mabuttur ki müşrikler istemese de, zorlarına gitse de Peygamberini, insanları doğru yola sevkeden apaçık ve kesin delillerle ve bütün dinlere üstolmak üzere gerçek dinle göndermiştir.

34- Ey inananlar, o bilginlerle râhiplerin çoğu, boş sebeplerle insanların mallarını yerler ve halkı Allah yolundan menederler. Altını, gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları elemli bir azapla müjdele. (6)

35- O gün, cehennem, o altını, gümüşü alevleyecek ve onlar, cehennem ateşinde kızdırılıp alınlarına, yanlarına, sırtlarına bastırılacak, onlarla dağlanacaklar ve işte bunlardır kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler denecek, tadın biriktirdiklerinizin azâbını.

36- Ayların sayısı, gerçekten de Allah katında on ikidir ve göklerle yeryüzünü yarattığı günden beri Allah’ın takdîrinde bu, böyledir. Onların dört tânesi harâm aylardır. Budur dostoğru hesap. Artık bu harâm aylarda kendinize zulmetmeyin, fakat müşriklerin hepsiyle de savaşın, nitekim onların da topu sizinle savaşmadadır ve bilin ki Allah, şüphe yok ki çekinenlerle beRaberdir.133

37- Harâm ayı geciktirme, ancak kâfirliği artırmadadır ki kâfir olanlar, bu sûretle doğru yoldan çıkarılmadadır; onlar, Allah’ın harâm ettiği ayların sayısını denk getirsinler de Allah’ın harâm ettiğini helâl etsinler diye harâm ayı bir yıl helâl sayarlar, bir yıl harâm sayarlar. Onların kötü işleri, kendilerine hoş görünmededir ve Allah, kâfir olan topluluğu doğru yola sevketmez. 134

38- Ey inananlar, size ne oldu da Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman olduğunuz yerde mıhlanıp kaldınız. Âhireti bıraktınız da dünyâ yaşayışına mı râzı oldunuz? Fakat dünyâ hayatının faydası, âhirete nispetle pek azdır. (7)(8)

39- Hep birden savaşa çıkmazsanız szi acıklı bir azapla azaplandırır ve yerinize, sizden başka bir topluluk getirir ve siz, ona hiçbir zarar vermezsiniz ve Allah’ın, her şeye gücü yeter.

40- Siz ona yardım etmezseniz hatırlayın o zamanı ki kâfirler, onu yurdundan çıkardıkları zaman yardım etmişti ona. O, iki kişinin ikincisiydi ancak ve hani ikisi de mağaradaydılar, arkadaşına, mahzun olma demişti, şüphe yok ki Allah, bizimle berâberdir. Şüphe yok ki Allah, ona mânevî bir kuvvet ve huzur vermişti ve onu, sizin görmediğiniz ordularla kuvvetlendirmişti ve kâfir olanların sözlerini alçaltmıştı, Allah’ın sözüyse zâten yüceydi ve Allah, her şeye üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.(9)

41- Genciniz, ihtiyarınız, hep berâber savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda savaşın, bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.

42- Onları hazır bir ganîmete, yahut yakın bir yolculuğa çağırsaydın sana uyarlardı, fakat meşakkatle alınacak olan bu yol, onlara uzak geldi. Allah’a andiçerek gücümüz yetseydi sizinle berâber çıkardık diyecekler. Onlar, kendilerini helâk ediyorlar ve Allah biliyor ki onlar yalancıdır.

43- Allah seni affetsin, ne diye izin verdin onlara? Vermeseydin de sence gerçekler de açığa çıksaydı, yalancıları da bilseydin.

44- Zâten Allah’a ve âhiret gününe inananlar, mallarıyla, canlarıyla, savaşacaklarından senden izin istemezler ki ve Allah, çekinenleri tamamıyla bilir. (10)

45- Senden ancak Allah’a ve son güne inanmayıp yürekleri şüpheye düşenler ve şüpheleri içinde tereddüde düşüp bocalayanlar izin isterler.

46- Savaşa çıkmayı kursalardı elbette bir hazırlıkta bulunurlardı, fakat Allah, onların çıkmasını hoş görmedi de onları alıkoydu ve kendilerine, oturun oturanlarla denildi.

47- Sizin aranızda onlar da çıksalardı içinizde şerri ve fesâdı arttırmaktan başka bir şey yapamazlar, mutlaka içinizde fitne ve fesat çıkarmak için koşar-dururlardı. Sizden onları adamakıllı dinleyecekler, onlara kulak asacaklar da var ve Allah, zulmedenleri bilir.137

48- Andolsun ki onlar, bundan önce de fitne ve fesat peşinde koşmuşlar, işini gevşetmeye uğraşıp aleyhine düzenler kurmuşlardı da sonucu gerçek olan yardım vaadi gelip çatmış ve Allah’ın dîni, onların zoruna gitse de meydana çıkmıştı.

49- Onlardan bana izin ver de bir muhâlefete, bir fitneye düşürme beni diyenler de var. Bil ki onlar, muhâlefetin tam içine düşmüşlerdir ve şüphe yok ki cehennem, kâfirleri muhakkak sûrette tamamıyla kavramış, kuşatmıştır.

50- Sana bir iyilik geldi mi kötüleşir onlar; bir musîbete uğrarsan biz derler, daha önce tedbir aldık, ihtiyâta riâyet ettik ve güvenle, gururla yüz çevirip giderler.

51- De ki: Bize Allah’ın takdîr ettiğinden başka bir şey gelip çatmaz kesin olarak. Odur yardımcımız ve inananlar, Allah’a dayanmalıdır.

52- De ki: Bizim ya gazi yahut şehît olmamızdan, o iki güzel âkibetten birine uğramamızdan başka bir şey mi gözetmedesiniz? Ve biz de sizin ya Allah katından, yahut da bizim elimizle, bizim tarafımızdan bir azâba uğramanızı gözleyip beklemedeyiz. Haydi siz gözetleyedurun, biz de sizinle berâber gözetlemekteyiz.

53- De ki: İster gönül rızâsiyle, ister zorla ve istemeyerek Tanrı uğrunda mal harcedin, kesin olarak bu harcayışınız kabûl edilmeyecek, şüphe yok ki siz, buyruktan çıkmış kötü bir topluluksunuz.

54- Mal harcayışlarının kabûlüne mâni olan da ancak onların Allah’ı ve Peygamberini inkâr edip kâfir oluşları, namazı, ancak üşene üşene kılışları ve zorla, istemeyerek Tanrı uğrunda mallarını verişleridir.

55- Artık onların malları ve evlâtları, seni şaşırtıp imrendirmesin. Şüphe yok ki Allah, onları o malla, o evlâtla dünya hayâtında azaplandırmayı diler ve kâfir olarak da güçlükle can vermelerini murâd eder.

56- Şüphe yok ki onlar, sizden olduklarına dâir Allah’a andederler, sizden değildirler, fakat onlar, ancak korkularından sizden görünen bir topluluktur.

57- Bir sığınacak yer, yahut mağaralar, yahut da bir delik bulsalardı yüzlerini derhal o tarafa döndürüverirlerdi.

58- Onlardan, sadakaları vermede seni ayıplayan da var. O maldan diledikleri verilseydi hoşlanırlardı, verilmeyince de hemen kızarlar.(11)

59- Ne olurdu şüpheden sıyrılıp Allah’ın ve Peygamberinin verdiğine hoşnut olsalardı ve Allah yeter bize, yakında lûtfeder bize de Allah da verir, Peygamberi de, şüphe yok ki biz, ümîdimizi Allah’a bağlamışız deselerdi.(12)

60- Söz budur ancak; sadakalar, yoksulların, hiçbir şeyi bulunmayanların, o malı toplayıp devşirmeye memûr olanların, gönülleri Müslümanlıkla uzlaştırılmak istenen kişilerin, kölelerle tutsakların, borçluların, Allah yolunda savaşanların ve yolda kalmışların hakkıdır, Allah’ın hükmüdür bu ve Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

61- Onlardan öyleleri de var ki Peygamberi incitirler ve o derler, her söyleneni dinleyen bir kulak âdeta. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır, Allah’a ve inananlara inanır ve sizden inananlara rahmettir. Allah’ın Peygamberini incitenlere elemli bir azap vardır.

62- Sizi hoşnut etmek için gelirler de Allah’a andederler, halbuki inanmışsalar Allah’ı ve Resûlünü hoşnût etmeleri daha doğrudur.

63- Bilmezler mi ki şüphesiz Allah’tan ve Resûlünden kaçıp onlara yanaşmayanındır cehennem ateşi ve o, cehennemde ebedî kalır. Buysa pek büyük bir aşağılanmadır.

64- Münâfıklar, yüreklerindekini haber verecek bir sûrenin indirilmesinden ürkmekle berâber alay da ederler. De ki: Alay edin bakalım, şüphe yok ki Allah, ürküp çekindiğinizi meydana çıkaracaktır.

65- Kendilerine sorsan andolsun ki biz diyeceklerdir, ancak dalmıştık da şakalaşmada, oynaşmadaydık. De ki: Allah’la, âyetleriyle ve Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?

66- Özür dilemeye kalkışmayın, siz kâfir oldunuz sözde iman ettikten sonra. Sizin bir bölüğünüzü affetsek bile suçlu olduklarından dolayı bir bölüğünüzü azaplandıracağız.

67- Nifak sâhibi erkeklerle kadınların hepsi de birbirindendir, aynıdır; kötülüğü emrederler, halkı iyilikten vazgeçirmeye uğraşırlar ve ellerini yumarlar. Onlar Allah’ı unuttular da o da onları unuttu. Şüphe yok ki münâfıklardır buyruktan çıkan kötü kişilerin ta kendileri.

68- Allah, nifak sâhibi erkeklerle kadınlara ve kâfirlere cehennem ateşini vaadetmiştir, orada ebedî kalırlar, o yeter onlara ve Allah onlara lânet etmiştir ve onlar içindir bitip tükenmeyen daimî azap.

69- Siz de, sizden öncekilere benziyorsunuz; onlar, kuvvetçe daha ileriydi sizden, malları, evlâtları da daha fazlaydı. Nasîbiniz kadar faydalanmak istediniz, nitekim sizden öncekiler de nasipleri kadar faydalanmak istediler ve onlar nasıl kâfirliğe daldılarsa siz de daldınız. Yaptıkları iş, dünyâda da boşa gitti, âhirette de ve onlardır ziyankârların ta kendileri.

70- Sizden önce gelip geçen Nûh, Âd ve Semûd kavimleriyle İbrahim’in kavmine, Medyen ve Mu’tefikeler ehline âit haberler gelmedi mi size? Peygamberleri, apaçık delillerle onlara geldiler de onlara Allah zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmettiler.(13) (14)

71- Erkek ve kadın müminler, birbirlerinin yardımcısıdır; iyiliği emrederler, halkı kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namaz kılarlar, zekât verirler, Allah’a ve Peygamberine itaât ederler. Allah’ın rahmet edeceği insanlar, bunlardır. Şüphe yok ki Allah üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.

72- Allah, inanan erkek ve kadınlara, kıyılarından ırmaklar akan cennetler, içlerinde tertemiz zevk ve sefalar edilecek olan ebedî Adn cennetlerinde bulunan meskenler vaadetmiştir. Allah’ın râzılığıysa daha da büyüktür. İşte budur en büyük kurtuluş ve murâda eriş.141

73- Ey Peygamber, kâfirlerle ve münâfıklarla savaş, onlara karşı şiddetli davran. Onların yurdu cehennemdir ve orası, ne de kötü dönülüp varılacak bir yerdir.

74- Söylemediklerine dâir yemin ederler Allah adına, fakat andolsun ki, küfür sözünü söyledi onlar ve Müslüman olduklarını izhâr ettikten sonra kâfir oldular, elde edemedikleri şeyi de yapmaya çalıştılar, bu öç almaya kalkışmaları da ancak Allah’ın ve Peygamberinin, lütfedip onları zenginleştirmesine karşılıktı. Tövbe ederlerse hayırlı olur onlara, fakat yüz çevirirlerse Allah, onları dünyâda da, âhirette de elemli bir azapla azaplandırır ve yeryüzünde onlara ne bir dost bulunur, ne bir yardımcı.

75- Onlardan, bize lûtfuyla, keremiyle ihsanda bulunursa biz de yoksullara tasadduk ederiz ve mutlaka iyi kişilerden oluruz diye Allah’la ahdedenler de var.

76- Fakat lûtfedip ihsân edince verdiği şeyde nekesliğe başlarlar, ahitlerinden dönerler, zâten onlar dinden dönmüş kişilerdir.

77- Böylece de Allah’a ettikleri vaadi tutmadıklarından ve yalan söylediklerinden dolayı kendisine kavuşacakları günedek yüreklerine münâfıklığı ilka etti.

78- Hâlâ da bilmezler mi ki Allah, şüphe yok ki onların gizlediklerini de bilir, fısıltıyla konuşup aralarında gizli kalan sözlerini de ve şüphe yok ki gizli şeyleri en iyi bilen, Allah’tır.

79- İnananlardan, istekleriyle ve farz edilenden fazla tasadduk edenlerle ve güçleri neye yetiyorsa ancak o kadar verenlerle alay edip onları ayıplayanları Allah, bu hareketlerinin karşılığı olarak cezâlandırır ve onlar için elemli bir azap var.

80- İstersen onların yarlıganma-larını dile, istersen dileme. Suçlarının örtülmesi için yetmiş kere niyâz etsen gene de Allah, kesin olarak yarlıga-maz onları. Bu da, Allah’ı ve Peygamberini inkâr etmeleri, kâfir olmaları dolayısıyladır ve Allah buyruktan çıkan kötü topluluğu doğru yola sevketmez.

81- Allah’ın Peygamberine muhâlefet edenler, savaşa çıkmayıp oldukları yerde oturup kalmalarına sevindiler ve mallarıyla, canlarıyla, Allah yolunda savaşmak, onlara zor ve kötü geldi de bu sıcakta savaşa çıkmayın dediler. De ki: Cehennem ateşi, daha da sıcak; bir anlasalar şunu.

82- Artık az gülsünler de çok ağlasınlar; bu da kazandıkları suç yüzünden uğradıkları cezâdır.

83- Allah seni şu seferden döndürür de onlardan bir toplulukla buluşursan onlar, savaşa çıkmak için senden izin istedikleri takdirde hemen de ki: Artık benimle ebediyen çıkamazsınız siz ve benimle berâber düşmanla kesin olarak savaşamazsınız. Şüphe yok ki ilk defa oturup kalmaya râzı olmuştunuz, oturun geri kalanlarla. (15)

84- Ve onlardan biri ölürse kesin olarak namazını kılma ve mezarının başında durma. Şüphe yok ki onlar Allah’a ve Peygamberine kâfir oldular ve buyruktan çıkmış kötü kişi olarak öldüler.142

85- Onların malları, evlâtları, seni şaşırtıp imrendirmesin. Şüphe yok ki Allah, onları o malla, o evlâtla dünyâda azaplandırmayı diler ve kâfir olarak da güçlükle can vermelerini murâd eder.

86- Allah’a inanın ve Peygamberinin maiyetinde savaşın diye bir sûre indirilince içlerinden malı, kudreti olanlar, senden izin isterler ve bırak bizi de oturanlarla kalalım derler.

87- Onlar, oturup kalanlarla berâber olmaya râzı olmuşlardır ve kalplerine mühür vurulmuştur onların, muhakkak ki onlar anlamazlar.

88- Fakat Peygamber ve onunla berâber bulunan iman sâhipleri, mallarıyla, canlarıyla savaşmışlardır ve onlardır bütün hayırlara sâhip olanlar, onlardır kurtulup muratlarına erenler.

89- Allah, onlara kıyılarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Budur en büyük kurtuluş ve saâdet.

90- Bedevîlerin bir kısmı özür dilemek ve izin almak için geldi, Allah’a ve Peygamberine yalan söyleyenler de oturup kaldı. İçlerinden kâfir olanlar, elemli bir azâba uğrayacak.

91- Allah’a ve Peygamberine bağlı kaldıkça zayıflara, hastalara ve sefer levâzımını tedârike kudreti yetmeyenlere bir suç yok. Fakat iyilik eden iyi kişilere savaştan geri kalmak için bir vesîle yoktur ve Allah, suçları örter, rahîmdir.

92- Bir de sana gelince onları bindirmek için senden binek istemişlerdi de sizi bindirecek binek bulamıyorum demiştin; bu uğurda sarfedecek bir şey bulamadıklarından mahzûn olup gözleri yaşlarla dolarak dönmüşlerdi; onlara da suç yok.

93- Suçlu sayılanlar, ancak zengin oldukları halde gelip senden izin isteyenlerdir. Onlar, geri kalanlarla kalmaya râzı olmuşlardır ve Allah, kalplerini mühürlemiştir, fakat anlamaz onlar.

94- Seferden dönüp de onlarla buluştuğunuz zaman size özürler getirecek onlar; de ki: Özür dilemeyin, kesin olarak size inanmıyoruz; Allah, sizin ahvâlinizi haber vermiştir bize ve bundan sonraki hareketlerinizi de Allah ve Peygamberi görecek, sonra da gizliyi ve açığı bilen Tanrının tapısına döneceksiniz de o, bütün yaptıklarınızı size bildirecek.

95- Döndüğünüz zaman kendilerinden vazgeçmeniz için Allah’a ant verecekler; vazgeçin onlardan, şüphe yok ki onlar murdardır ve yurtları cehennemdir, bu da kazandıkları suçların karşılığıdır.

96- Onlardan râzı olmanız için size ant verecekler, fakat siz râzı olsanız da Allah, şüphe yok ki buyruktan çıkan topluluğun hareketlerine râzı olmaz.

97- Bedevîler, kâfirlik ve münâfıklık bakımından şehirlilerden beterdir ve Allah’ın, Peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını daha ziyâde bilmezler, buna daha fazla onlar lâyıktır ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

98- Bedevîlerden öyleleri vardır ki sarfedileni ziyan sayar ve size belâlar gelip çatmasını gözetir-durur, bekledikleri kötü belâlar, kendi başlarına gelsin ve Allah, her şeyi duyar, bilir.

99- Bedevîlerden Allah’a ve son güne inanıp sarfedileni Allah katında hâlis bir ibâdet sayan ve Peygamberin dualarını kazanmaya vesîle addedenler de var. Haberiniz olsun ki bu, gerçekten de onlar için bir ibâdettir, Tanrıya yakın olmaya vesîledir. Allah, onları öz rahmetine ithal edecektir, şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.

100- Muhâcirlerle ensârdan ilk olarak inanmada ileri dereceyi alanlarla iyilikte onlara uyanlara gelince: Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da ondan râzı olmuşlardır ve onlara, kıyılarından ır-maklar akan cennetler hazırlamıştır, orada ebedi kalır onlar. Budur en büyük kurtuluş ve saâdet.

101- Çevrenizdeki yerlerdeki bedevîlerden münâfıklar olduğu gibi Medinelilerden de münâfıklığa cüret edenler, münâfıklık edip duranlar var; sen onları bilmezsin, biz biliriz. Onları iki kere azaplandıracağız da sonra pek büyük bir azâba uğratılacaklar.

102- Bedevîlerle Medinelilerden başka bir bölüğü de günahlarını îtirâf etmiştir, onlar, iyi bir işi bir başka kötü işe katmışlardır. Allah’ın, onlara tövbe nasîb etmesi ve tövbelerini kabûl eylemesi umulur. Şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.

103- Mallarından sadaka al da temizle, arıt onları o sadakayla ve duâ et onlara. Şüphe yok ki senin duân, onlara bir sükûn, bir huzur verir ve Allah, her şeyi duyar, bilir.

104- Bilmezler mi, şüphe yok ki Allah, öyle bir mabuttur ki odur kullarının tövbelerini kabûl eden ve sadakaları alan ve şüphe yok ki Allah öyle bir mabuttur ki odur tövbeleri kabûl eden rahîm.

105- Ve de ki: Yapın yapacağınızı, muhakkak yaptıklarınızı Allah da görür, Peygamberi de, inananlar da ve gizliyi de, açığı da bilenin tapısına gideceksiniz ve mutlaka yaptıklarınızı haber verecek size.

106- Bir başka bölük de var ki işleri, Allah’ın emrine kalmış; dilerse azaplandırır onları, dilerse tövbelerini kabûl eder ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

107- Zarar vermek, kâfirlikte bulunmak, inananların aralarını açmak, daha önce Allah’la ve Peygamberiyle savaşanın gelmesini gözlemek için mescit kuranlara gelince: Biz ancak iyilik istemekteyiz diye yemin edecekler ve Allah’sa tanıklık etmektedir ki onlar yalancıdır.

108- Orada hiçbir zaman namaz kılma. İlk günden îtibâren Allah’tan çekinmek ve ona itaât etmek temeli üstüne kurulmuş olan mescit, elbette namaz kılmana daha lâyıktır. Orada öyle erler var ki arınmayı severler ve Allah, temizlenip arınanları sever. (16)

109- Yapıyı Allah’tan korkup çekinme ve rızâsını kazanma temelleri üstüne yapan mı daha hayırlıdır, yoksa temelini, kayıp gitmekte olan bir yarın kıyısına yapıp da o yapıyla beraber cehennem ateşine yıkılıp göçen mi? Ve Allah, zulmeden topluluğu doğru yola sevketmez.(17)

110- Onların kurdukları yapı, kalpleri parçalanıp gitmedikçe kalplerine şüphe vermeden bir an bile geri kalmaz ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

111- Şüphe yok ki Allah, kendilerine cenneti vermek üzere inananların canlarını, mallarını satın almıştır âdeta; onlar öldürürler, öldürülürler, her iki sûrette de vaadi gerçektir ve Tevrat’ta da sâbittir, İncil’de de, Kur’ân’da da ve ahdine Allah’tan daha ziyâde vefâ eden kimdir ki? Artık şu giriştiğiniz alış-verişten dolayı sevinin ve budur işte en büyük kurtuluş ve saâdet.

112- Tövbe edenler, ibâdette bulunanlar, hamd eyleyenler, oruç tutanlar (savaş veya bilgi elde etmek için yurttan yurda gezenler), rükû edenler, secdeye kapananlar, iyiliği emredenler, kötülüğü nehyeyleyenler ve Allah sınırlarını koruyanlar. İşte bu inanmış kişileri de müjdele.

113- Şüphesiz olarak cehennem ehli oldukları kendilerince bilindikten sonra akRabâ bile olsalar Peygamberin ve inananların, müşriklerin yarlıganmalarına duâ etmeleri yakışmaz.

114- İbrahim’in, atası için yarlıgan-ma dilemesi, ancak ona vaadettiğini tutmak içindi. Fakat onun, Allah düşmanı olduğu kendisince iyice anlaşıldığı zaman ondan vazgeçti. Şüphe yok ki İbrahim, çok ağlayıp duâ eden, insanlara fazlasıyla merhamet eden bir zattı.

115- Allah, bir topluluğu doğru yola sevkettikten sonra sakınacakları şeyleri apaçık bildirinceye dek tekrar onları sapıklığa terketmez. Şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir.

116- Şüphe yok Allah, öyle bir mabuttur ki onundur göklerin ve yeryüzünün saltanat ve tedbiri; öldürür, diriltir ve ondan başka size ne bir dost vardır, ne bir yardımcı.

117- Allah, Peygamberi ve içlerinden bir bölüğünün gönlü nerdeyse imandan dönecekken güçlük ânında Peygambere uyan muhâcirlerle ensârı tövbeye muvaffak etti ve onların tövbelerini kabûl eyledi. Şüphe yok ki o, onları fazlasıyle esirger, rahîmdir.

118- Geri kalan üç kişiye, yeryüzü o kadar genişken daraldıkça daralmış, gönülleri sıkıldıkça sıkılmıştı da sonucu Allah’tan, gene ancak Allah’a kaçılabileceğini anlamışlardı. Sonra Allah, onları da tövbeye muvaffak etmişti. Şüphe yok ki Allah bir mabuttur ki odur tövbeleri kabul eden rahîm.(18)

119- Ey inananlar, çekinin Allah’ tan ve gerçeklerle berâber olun.

120- Medinelilerle çevrelerindeki bedevîlerin, Allah’ın Peygamberinden geri kalmaları ve onun katlandığı zahmetlere katlanmaları gerekmez. Çünkü Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa, bir açlığa düşerlerse, kâfirleri kızdırıp kinlendirecek bir yere ayak basarlarsa, herhangi bir düşmana karşı başarı elde ederlerse mutlaka karşılık olarak iyi bir iş yaptıkları yazılır; şüphe yok ki Allah iyilik edenlerin ecrini zâyi etmez.

121- Az olsun, çok olsun, hiçbir şey harcamazlar, hiçbir vâdiyi aşmazlar ki Allah onları, yaptıklarının daha güzeliyle mükâfatlandırmayı takdîr etmemiş olsun.

122- İnananların hepsinin savaşa gitmesi lâzım değil; bir kısmı savaşa gitmeli, bir topluluk da çekinmelerini sağlamak için kavimleri savaştan dönüp gelerek onlarla buluşunca onları korkutmak için dîni hükümleri iyice öğrenmeye çalışmalıdır.

123- Ey inananlar, önce kâfirlerden yakınınızda bulunanlarla savaşın, onlar, sizde bir şiddet ve azim bulsunlar ve bilin ki Allah, hiç şüphe yok, çekinenlerle berâberdir.

124- Bir sûre indirilince içlerinden bu hanginizin imanını artırdı diyen de var. Fakat inen sûreler, inananların inançlarını artırır ve onlar birbirlerini müjdelerler.

125- Ama gönüllerinde hastalık olanların pisliklerine pislik katarak küfürlerini artırır ve onlar, kâfir olarak ölüp giderler.

126- Görmezler mi ki onlar her yıl bir, yahut iki kere musîbetlere uğratılırlar da gene ne tövbe ederler, ne ibret alırlar.

127- Bir sûre indiği zaman birbirlerine bakarlar, sizi bir gören var mı derler de sonra dönüp giderler. Allah gönüllerini döndürmüştür onların, çünkü onlar, anlamaz bir topluluktur.

128- Andolsun, size içinizden, sizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki bir sıkıntıya düşmeniz pek ağır gelir ona, pek düşkündür size, müminleri esirger, rahîmdir.

129- Fakat döner, yüz çevirirlerse hemen de ki: Allah yeter bana, yoktur ondan başka tapacak, ona dayandım ve odur büyük arşın sâhibi.

 

 

(1) Dört ay hakkında ihtilâf vardır. Zilhiccenin onuncu... (Devamı, sonnot No:24)

(2) Hacc-i Ekber günü arefe günüdür. Müşriklerin de... (Devamı, sonnot No:25)

(3) Huneyn, Taif'e yakın bir vâdidir. Müşriklerle burada bir savaş olmuştur.

(4) Bu âyette, Kâ'be'nin, zamanına göre iktisadi önemi apaçık bildirilmektedir.

(5) İbn-i Abbas, Musevilerin bir kısmının Uzeyr Peygambere tanrılık atfettiğini ve bunlardan bir kısmının Hz. Muhammed (s.a.a)'e gelip bu sözü söylediklerini riâyet etmiştir (Mecma, 1, 500). Uzeyr, Ahd-i Atıyk'te "Tevârıh-i Sani" de kayıtlıdır.

(6) Ayın hilâl oluşundan hilâl oluşuna kadar süren ve yirmi sekiz küsur günden ibaret bulunan aylara uygun olarak tespit edilen yıla, ay yılı denir. Geleneğe göre her ay başı, hilâlin görünüşüyle tespit edilir. Bundan dolayı ayların bir kısmı yirmi dokuz, bir kısmı otuz gün sayılır. Ancak ay yılı, güneş yılına nazaran her sene on gün geriler, böylece otuz altı yılda bir yıl farkeder. Hz. Peygamberden önce Arap geleneğine göre zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıyle recep ayı, hürmet ayları sayılırdı ve bu aylarda savaş yapılmazdı. Muharremle recebin arasında beş ay, receple zilkadenin arasında üç ay bulunduğu için recebe, tek kalmış anlamına gelen "ferd" vasfı verilmiştir.

(7) Hz. Muhammed (s.a.a)'den önce bu dört saygı ayında savaş icab ederse Araplar, saygı ayını başka bir ay sayarlar, savaşa girişirlerdi. Bu âdet hicretin sekizinci yılına kadar sürdü ve bu âyetle kaldırıldı.

(8) Tebük savaşına işaret edilmektedir. Meyve zamanı olduğu için münafıklar, savaşa gitmek istememişler, sahâbeyse kadınları da dahil olduğu halde mallarını mülkelerini, ziynet eşyalarını vererek büyük bir ordu hazırlanmasını sağlamışlardı.

(9) İki kişinin biri Hz. Muhammed (s.a.a), öbürü de onunla berâber göçen Ebu-Bekr'dir.

(10) Tebük savaşına işaret edilmektedir. Meyve zamanı olduğu için münafıklar, savaşa gitmek istememişler, sahâbeyse kadınları da dahil olduğu halde mallarını mülkelerini, ziynet eşyalarını vererek büyük bir ordu hazırlanmasını sağlamışlardı.

(11) Huneyn ganîmetleri bölüşülürken Haricilerin aslı ve bu mezhebin kurucusu olan ve İbn-i Ebu-Zül-Huveysarat-üt-Temîmi diye anılan Hurku-us ibn-i Züheyr, Hz. Peygambere, adâlete riâyet et yâ Rasulâllah demiş, Hz. Muhammed (s.a.a) de vay sana, ben de adâlete riâyet etmezse kim eder buyurmuştu. (Devamı, sonnot No:26)

(12) Zekâta aittir. Zekât verilenlerden "gönülleri Müslümanlıkla uzlaştırılmak istenen kişiler" bâzılarına göre Hz. Muhammed (s.a.a)'in zamanından sonra yoktur ve bu kısım kalkmıştır. (Devamı, sonnot No:28)

(13) Mu'tefikeler, altı üstüne dönmüş şehirler, demektir. Hz. Lut kavmine ait üç şehir işaret edilmektedir.

(14) Adn kelimesinin Süryaniceden geldiği söylenmiştir. Oturma ve ebedîlik anlamlarına gelir. Aynı zamanda adnin cennette bir şehir olduğunu, peygamberlerle şehitlerin orada oturacaklarını, diğer cennetlerin, adn cennetinin çevresinde bulunduğunu, burada inciden, yakuttan, altından köşkler olduğunu Arş altından esen bir yelin buraya vurduğunu, misk gibi koktuğunu söyleyenler olmuştur (Mecma, 1, 512-513).

(15) Hz. Muhammed (s.a.a)’in, münafıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah'ın namazını kılması üzerine vahyedildiği rivâyet edilmiştir.

(16) Münafıklardan on iki ve bir rivâyete göre on beş kişi, Müslümanların topluluğunu bölmek için bir mescit kurmuşlardı. Hz. Muhammed (s.a.a)'i, o mescitte namaz kılmaya çağırdılar. Hz. Muhammed (s.a.a) Tebük savaşına gidiyordu. Şimdi sefere gidiyoruz, dönünce, Tanrı izin verirse gelir kılarız dedi. Âyetteki "Allah'la ve Peygamberiyle savaşanın gelmesini gözlemek için" sözüyle Ebu-Âmir adlı bir rahip kastedilmektedir. Bu rahip, Peygamberle savaşan müşriklere katılmış, sonunda, ben Roma imparatoruna gidiyorum, büyük bir orduyla gelip Muhammed'i ve ona uyanları mahvedeceğim diyerek yola düşmüştü. Şam civarında öldü. Bu âyetlerin vahyedilmesinden sonra Hz. Peygamber, bu mescidi yıktırmıştı.

(17) Bu âyette, Kabâ'da yahut Medine'de kurulan mescide işaret edilmektedir.

(18) Mâlik oğlu Kâ'b, Rabi oğlu Mirâre, Ümeyye oğlu Hilâl, Tebük savaşına katılmamışlar, sonra pişman olup tövbe etmişlerdi.