42- İURA SURESİ

(Hasen'e göre 38, 39 ve 40. âyetleri Medenîdir. İbn-i Abbas'la Katâde’ye göre 23. âyet Medenîdir ve bu âyet inince birisi itiraz etmiş, 24. âyet vahyedilmiş, tövbe edince de 25 ve 26. âyetler nazil olmuştur. Bu sûretle bu dört âyet Medenîdir.)

Mekkîdir, elli üç âyettir.

Rahman ve Rahîm Allah Adıyla

1- Hâ mîm.

2- Ayn sîn kaaf.

3- İşte böyle vahyetmededir sana ve senden öncekilere o üstün, o hüküm ve hikmet sâhibi Allah.

4- Onundur ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve odur pek yüce, pek ulu.

5- Müşriklerin sözlerinden neredeyse gökler, üstlerinden çatlayıp yarılacak ve melekler, ona hamd ederek tenzîh ederler onu ve yeryüzündekilere yarlı-ganma dilerler; iyice bil ki şüphe yok Allah, odur örten ve rahîm olan.

6- Onun bırakıp da ondan başka dostlar ve tanrılar kabûl edenlerin yaptıklarını Allah, görür, gözetir ve onların yaptıklarını görüp gözetecek, sen değilsin.

7- Ve işte sana, böylece Arapça Kur'ân'ı vahyettik, şehirlerin aslı ve temeli olan Mekke'yi ve çevresindeki bütün şehirleri korkutman ve geleceğinde şüphe olmayan topluluk gününü haber vererek o günün dehşetiyle korkutman için; halkın bir bölüğü cennettedir ve bir bölüğü yakıp kavuran cehennemde.(1)

8- Ve Allah isteseydi elbette onları bir ümmet olarak halkederdi ve fakat dilediğini rahmetine ithâl eder ve zâlimlere gelince: Onlara ne bir dost vardır, ne bir yardımcı.

9- Yoksa, onu bırakıp kendilerine sâhip olacak başka mâbutlar mı kabûl ettiler? Gerçekten de kudret sâhibi ancak o Allah'tır ve odur ölüyü dirilten ve onun, her şeye gücü yeter.

10- Ve bir şeyde ihtilâfa düştünüz mü onun hükmü, Allah'a âittir, budur mâbûdunuz olan Rabbim Allah, ona dayandım ben ve her hususta ona dönerim ben.

 11- Odur yoktan var eden gökleri ve yeryüzünü, size kendi cinsinizden eşler halketmiştir, davarları da çifter-çifter halketmiştir, bu sûretle üretip çoğaltmadadır sizi; ona hiçbir benzer yoktur ve odur duyan, gören.

12- Onundur göklerin ve yeryüzünün kilitleri, dilediğine bol-bol rızık verir, dilediğinin rızkını daraltır; şüphe yok ki o, her şeyi bilir.

13- Dîne âit hükümlerden, Nûh'a tavsiye ettiğini ve sana vahyettikleri-mizi ve İbrâhîm'e, Mûsâ ve İsâ'ya tavsiye ettiklerimizi, size de gidilecek yol olarak bildirdi, açıkladı; dîne yapışın ve o hususta hiçbir ayrılığa düşmeyin. Onları, inanmaya çağırdığın şey, müşriklere pek büyük, pek ağır gelmede; Allah, dilediğini kendisine seçer ve kim, ona dönerse doğru yolu gösterir ona.

14- Onlar, aralarındaki hırs ve haset yüzünden, kendilerine bu hususta bilgi geldikten sonra ayrılığa düştüler ve Rabbin, muayyen bir zamâna kadar onlara azâp etmemeyi takdîr etmeseydi aralarında çoktan hükmedilirdi ve onlardan sonra kitaba vâris olanlar da bu hususta elbette şüphe içindedir, tereddüde düşmüşlerdir.

15- Ve işte bunun için artık onları çağır ve doğru hareket et emredildiğin gibi ve uyma onların dileklerine ve de ki: Ben, kitaptan ne indirdiyse Allah, inandım ona ve bana, aranızda adâletle hükmetmem emredildi; Allah, Rabbi-mizdir ve Rabbiniz; bizim yaptıklarımız, bize âittir, sizin yaptıklarınız size; düşmanlık yok bizimle sizin aranızda; Allah, bir yerde toplayacak bizi ve sonunda dönüp onun tapısına varılacak.

16- Halk tarafından, ona icâbet edildikten sonra Allah hakkında cedelleşme-ye girişenlerin gösterdikleri düşmanlık, Rableri katında boştur ve onlaradır gazep ve onlaradır çetin bir azap.

17- Öyle bir Allah'tır ki gerçek olarak kitabı ve adâleti indirmiştir ve ne bilirsin, belki de kıyâmet, pek yakındır.

18- Buna inanmayanlar, çabuk gelmesini isterler ve inananlarsa gelip çatmasından korkarlar ve bilirler ki o, gerçektir; iyice bil ki kıyâmetten şüphe edip o hususta mücadeleye girişenler, elbette doğrudan pek uzak bir sapıklık içindedir.

19- Allah, kullarına lûtfeder, dilediğini rızıklandırır ve odur pek kuvvetli ve üstün.

20- Kim, âhiret kazancı isterse kazancını arttırırız ve kim, dünyâ kazancını isterse ona da dünyâya âit şeylerin bir kısmını veririz ve âhiretten bir nasîbi yoktur onun.

21- Yoksa Allah'ın emir ve izin vermediği bir dîni onlara kuran ortaklar mı var? Azâbın, mukadder bir zamâna geciktirilmesi takdîr edilmemiş olsaydı çoktan aralarında hükmedilir-giderdi ve şüphe yok ki zâlimleredir elemli azap.

22- Görürsün ki zulmedenler, kazandıkları şeylerden dolayı korkup durular ve korktukları da başlarına gelecek ve inananlar ve iyi işlerde bulunanlarsa cennet bahçelerindedir, onlarındır Rableri katında ne dilerlerse; bu, pek büyük bir lütuftur, ihsândır.

Bu, Allah'ın, inanan ve iyi işlerde bulunan kullarını müjdelemesidir işte. De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa onun güzelim mükâfâtını arttırırız; şüphe yok ki Allah, suçları örter, iyiliğe, mükâfatla karşılık verir.(2)

24- Yoksa bunu Allah'a isnât ederek o uydurdu mu derler? Gerçekten de Allah dilerse gönlünü mühürler senin ve Allah, bâtılı mahveder ve gerçeği gerçekleştirir sözleriyle; şüphe yok ki o, gönüllerde olanları bilir.

25- Ve o, bir mâbuttur ki kullarının tövbesini kabûl eder ve kötülükleri bağışlar ve ne yapıyorsanız, hepsini bilir.

26- İnanan ve iyi işlerde bulunanların dileklerine icâbet eder ve onlar hakkındaki ihsân ve keremini, lütfüyle arttırır ve kâfirlere gelince: Onlaradır çetin azap.

27- Ve Allah, kullarının rızkını yaysaydı, bollaştırsaydı yeryüzünde azgınlıkta bulunurlardı ve fakat o, ne kadar dilerse o kadar indirir; şüphe yok ki o, kullarından haberdardır, onları görür.

28- Ve öyle bir mâbuttur ki onlar, tamâmıyla ümitsizliğe düşerler de ondan sonra yağmur yağdırır ve rahmetini yayar ve odur onların işlerini tedbîr ve tasarruf eden ve hamde lâyık olan.

29- Ve delillerindendir gökleri ve yeryüzünü yaratması ve her ikisinde mahlûkatı yayıp dağıtması ve onun, elbette onları toplamaya da gücü yeter.

30- Ve size gelip çatan her felâket, ellerinizle kazandığınız bir şeydir ancak ve çoğunu da bağışlar.

31- Ve siz, yeryüzünde onu âciz bir hâle getiremezsiniz ve size, Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne bir yardımcı.

32- Ve onun delillerindendir denizde akıp giden yüce dağlar gibi gemiler.

33- Dilerse rüzgârı durdurur da denizin üstünde, öylece kalakalırlar; şüphe yok ki bunda, iyiden-iyiye sabreden ve çok şükreden herkese elbette deliller var.

34- Yahut da, kazandıkları suçlar yüzünden fırtınalarla helâk eder gemileri ve çoğunu da bağışlar.

35- Delillerimiz hakkında cedelleşmeye kalkışanlar, bilsinler ki onlara hiçbir yer yok ki kaçıp da kurtulsunlar.

36- Gerçekten de size verilenler, dünyâ yaşayışına âit metâlardan ibâret ve Allah katındakiyse daha da hayırlıdır ve daha da fazla kalır inananlara ve Rablerine dayananlara.

37- Ve suçların büyüklerinden ve çirkin şeylerden kaçınanlara ve kızdıkları zaman, suçları örtenlere.

38- Ve Rablerinin dâvetine icâbet edenlere ve namaz kılanlara ve işlerini, aralarında danışarak yapanlara ve onları rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını ayırıp yoksulları doyuranlara, hayra harcayanlara.

39- Ve bir zulme uğradıkları zaman haddi aşmaksızın birbirlerine yardım ederek karşı duranlara.

40- Ve kötülüğün karşılığı, ona benzer bir kötü cezâdır. Gerçekten de kim bağışlar ve barışı sağlarsa mükâfâtı, Allah'a âittir; şüphe yok ki o, zulmedenleri sevmez.

41- Ve kim, zulme karşı savunursa bu çeşit kişileri suçlu saymaya bir yol yoktur.

42- Ancak halka zulmedenleri ve haksız yere, yeryüzünde azgınlıkta bulunanları suçlu saymaya yol var, onlaradır elemli azap.

43- Ve kim, dayanır ve suçları örterse şüphe yok ki bu, azme, irâdeye dayanan işlerdendir elbet.

44- Ve Allah, kimi saptırırsa artık ona, bundan böyle bir dost yoktur ve zâlimleri görürsün ki azâbı görünce, geriye dünyâya dönmeye derler, bir yol var mı ki?

45- Ve görürsün ki onlar, ateşin önüne getirildikleri zaman düştükleri horluktan ürküp titremedeler ve cehenneme, göz ucuyla gizlice bakmadalar ve inananlarsa şüphe yok ki derler, ziyana düşenler, kıyâmet gününde kendilerini ve yakınlarını ziyana düşürenlerdir. İyice bil ki zulmedenler, şüphesiz, sürekli bir azâp içindedir.

46- Ve Allah'tan başka onlara yardım edecek bir dost da yoktur ve Allah, kimi saptırırsa artık bir yol yok ona.

47- Rabbinizin dâvetine icâbet edin reddine imkân olmayan gün Allah tarafından gelip çatmadan; o gün, ne kaçıp sığınılacak bir yer var size ve ne suçlarını inkâra mecâl var size.

48- Yüz çevirirlerse artık biz, seni onları korumaya göndermedik ki; sana ancak tebliğ etmek düşer ve şüphe yok ki biz, insana, katımızdan bir rahmet tattırdık mı sevinir, övünür onunla, fakat elleriyle hazırlayıp kazandıkları bir kötülüğe uğrarlarsa da gerçekten insan, pek nankördür.

49- Allah'ındır göklerin ve yeryüzünün saltanatı ve tedbîri, dilediğini yaratır, dilediğine kız evlât verir ve dilediğine oğlan evlât.

50- Yahut da çift olarak hem kız evlât verir, hem oğlan ve dilediğini de kısır yaratır; şüphe yok ki onun her şeye gücü yeter.

51- Ve hiçbir insana söz söylemez Allah, ancak vahiyle, yahut perde ardından, yahut da bir elçi gönderir de, izniyle dilediğini vahyeder ona; şüphe yok ki o, pek yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir.(3)

52- Ve işte biz, emrimizle sana böylece Rûh'u gönderdik de vahyettik; ne kitap nedir, bilirdin, ne de iman ve fakat onu, kullarımızdan dilediğimizi doğru yola sevk eden bir nûr olarak yarattık ve şüphe yok ki sen de elbette doğru yola sevk edersin.(4)

53- O yoluna Allah'ın ki onundur ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde; iyice bilin ki bütün işler, dönüp Allah tapısına varır. (5)

 

 

(1) "Şehirlerin aslı ve temeli" sözüyle Mekke kastedilmektedir. Çevresindeki bütün şehirlerden maksat da bütün dünyadır. Topluluk günü, kıyametten sonraki haşir günüdür.

(2) Yakınlardan maksat, Hasen, Cübâi ve Ebu-Müslim'e göre insanı Tanrıya yaklaştıran iyilikler ve ibadetlerdir. İbn-i Abbas, bu âyeti tefsir ederken Kureyş'in hiçbir boyu yoktur ki Hz. Peygambere yakınlığı olmasın demiş, bu sûretle yakınlardan bilhassa Kureyş'in kastedildiğini söylemiştir (al-Tecrid, 2, 116). Katâde ve Mücâhid'le bir topluluk da bu anlayıştadır. Aliyy-ibn-il Huseyn, Said-ibn-i Cübeyr, Amr-ibn-i Şuayb ve bir topluluksa Hz. Peygambere yakın olanların yani Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasen ve Hz. Huseyn'in kastedildiğini söylemişlerdir. İmam Muhammed-ül-Bâkır'la oğlu İmam Câ'fer-üs-Sâdık (a.s)'tan da böyle rivâyet edilmiştir. Said-ib-i Cübeyr, İbn-i Abbas'tan, bu âyet inince, sevmemiz emredilen kimlerdir diye sorduklarını, Hz. Peygamberin de Ali, Fâtıma ve onların evlâdı diye cevap verdiğini rivâyet etmiştir. Bu son anlayışı belirten daha birçok hadisler vardır (Mecma, 2, 388-389). Bu anlayışa göre âyetteki güzel ve iyi iş de Ehl-i Beyt'i sevmektir.

(3) "Perde ardından" sözüyle ses kastedilmede ve sesin sahibinin görülmediği anlatılmadadır.

(4) "Ruh" tan maksat Cebrail'dir.

(5) Kitabın aslından maksat müfessirlerce Levh-i Mahfuz'dur. Levh-i Mahfuz, 85. sûrenin son iki âyetinde geçer.