18- KEHF SURESİ

Mekkîdir, yüzon âyettir.

(İbn-i Abbas'a göre yalnız 28. âyeti Medenîdir. İçinde, zamanındaki padişahın emrine uymadıkları için zulmünden kaçıp mağaraya sığınan kişilerin kıssası bulunduğundan mağara anlamına gelen kehf adıyla adlanmıştır.)

Rahman ve rahîm Allah Adıyla

1- Hamt Allah'a ki kuluna kitap indirdi ve o kitapta hiçbir eğrilik, ifrat veya tefrit yoktur.

2- Dosdoğru bir kitaptır, katından kâfirlere çetin bir azâp olduğunu haber verip onları korkutmak ve inanıp iyi işlerde bulunanları da onlara güzel bir mükâfât olduğunu söyleyip müjdelemek için indirdi.

3- O mükâfât yurdunda ebedî kalacaktır onlar.

4- Ve Allah, kendisine oğul edindi diyenleri korkutmak için indirdi.

5- Ne onların bir bilgisi var, ne atalarının; ağızlarından çıkan söz, ne de büyük söz. Onlar, ancak yalan söylüyorlar.

6- Şu Kur'ân'a inanmadıkları ve senden yüz çevirdikleri için üzülüp hayıflanarak kendini helâk mi edeceksin?

7- Biz, gerçekten de insanların hangisi daha iyi ve güzel iş işleyecek, bunu sınamak için yeryüzünde ne varsa, yere biz ziynet olarak halkettik onu.

8- Ve biz, elbette yeryüzünde ne varsa hepsini kupkuru toprak haline getiririz sonunda.

9- Kehf ve Rakıym ashâbının ahvâlini, delillerimiz içinde şaşılacak bir delil mi sandın?(1)

10- Hani o zaman o yiğitler, mağaraya sığınmışlardı da Rabbimiz demişlerdi, katından bir rahmet ihsân et bize ve işimizin başarıyla doğruluğa ulaşması için sebepler hazırla bize.(2)

11- Onları bir uykuya daldırdık, yıllarca hiçbir şey duymadılar.

12- Sonra da iki taraftan hangisi, onların ne kadar yatıp kaldıklarını hesâb edip ayırt edecek, bilelim diye tekrar onları uyandırdık.

13- Onların ahvâlini gerçek olarak sana haber veriyor, hikâye ediyoruz. Şüphe yok ki onlar, Rablerine inanmışlardı ve biz de hidâyetlerini arttırmıştık onların.

14- Ve kalplerini gerçeğe bağladık kalkıp da Rabbimiz, göklerin ve yeryüzünün Rabbidir, ondan başka bir mabuda tapmayız biz ve andolsun ki böyle bir şey söyledik mi gerçekten uzaklaşmış oluruz dedikleri zaman.

15- Ve şu kavmimiz, ondan başka mabut kabûl etti, bâri bu hususta açık bir delilleri olsaydı, kimdir yalan yere Allah'a iftirâ edenden daha zâlim dedikleri zaman.

16- Ve mâdemki dediler, onlardan ayrıldınız ve Allah'tan başkasına ibâdet etmeyeceksiniz, sığının mağaraya da Rabbiniz, rahmetiyle bir genişlik versin size ve işinizde de kolaylık sebepleri hazırlasın size.

17- Bir görseydin, güneş doğunca ışığı, mağaralarının içine değil de sağ tarafına vurmadaydı, batarken de sol tarafına ve onlar, mağaranın geniş bir yerindeydiler ve bu, Allah'ın delillerindendir. Allah, kimi doğru yola sevk ederse odur doğru yolu bulan ve kimi saptırırsa artık ona, kesin olarak doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.

18- Onları uyanık sanırsın, halbuki uyuyor onlar ve biz onları sağ ve sol taraflarına çevirip durmadayız ve köpekleri de mağaranın girilecek yerinde, ön ayaklarını yere uzatmış, yatmada. Hallerini anlasaydın mutlaka onlardan kaçardın ve mutlaka onların halinden korku dolardı içine.

19- Onları uyuttuğumuz gibi birbirlerine sormaları için öylece de uyandırdık ve içlerinden biri, ne kadar kaldık burada dedi. Bir gün uyumuşuz, yahut günün bir kısmını uykuyla geçirmişiz dediler ve Rabbiniz, daha iyi bilir dediler, ne kadar kaldığınızı, hele şimdi birinizi şu gümüş parayla şehre yollayın da yiyeceklerin hangisi daha temizse bir miktar alsın, bir rızık getirsin size, ancak çok ihtiyatlı davransın ve hiçbir kimse sizi duyup anlamasın.

20- Çünkü anlarlar, duyarlarsa ya taşlarlar sizi, yahut da dinlerine döndürürler ve artık kesin olarak kurtulamazsınız onlardan.

21- İşte böylece Allah'ın vaadinin hak ve gerçek olduğunu ve gerçekten de kıyâmetin kopacağını ve onda hiçbir şüphe bulunmadığını bilmeleri için, tam bu hususlarda birbirleriyle çekişip dururlarken, insanları haberdâr ettik de müşrikler dediler ki: Onların bulunduğu yere bir yapı yapın, halktan gizli kalsınlar. Halbuki Rableri, onların ahvâlini daha iyi bilir. Hallerine vâkıf olanlarsa onların bulundukları mağaranın önüne mutlaka bir mescit yapmalıyız dediler.

22- Diyecekler ki onlar üçtü, dördüncüleri, köpekleri ve beş tâneydi onlar, altıncıları köpekleri; fakat bu sözler, ortada olmayan hedefe boşuna taş atmak ve diyecekler ki yedi taneydi onlar, sekizincileri köpekleri. De ki: Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir, onları pek az kişi bilir ancak. Artık sen de onlar hakkında sana açıkladığımıza râzı ol da fazla münâkaşaya, mübâ-haseye girişme ve onlara dâir kitap hakkında bir hüküm dilemeye kalkışma.

23- Ve hiçbir şey hakkında da bunu mutlaka yarın yapacağım deme.

24- Ancak Allah dilerse yaparım de ve birşeyi unutunca Rabbini an ve de ki: Umarım, Rabbim, beni bundan daha ziyade hayra ve doğruya yakın birşeye erdirir ve başarı verir bana.

25- Onlar, mağaralarında üç yüz yıl yatıp kaldılar ve bu yıllara dokuz yıl daha kattılar.

26- De ki: Ne kadar yatıp kaldıklarını Allah daha iyi bilir; onundur göklerdeki ve yeryüzündeki gizli şeyler, tam görüştür onun görüşü ve tam duyuştur duyuşu. Ondan başka bir dost ve yardımcı da yoktur onlara ve hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.

27- Rabbinin kitabından sana vahy-edileni oku sözlerini değiştirecek yoktur ve ondan başka sığınacak bir kimseyi de bulamazsın.

28- Sabah, akşam, rızâsını dileyerek Rablerine dua edenlerle berâber sabret ve dünya yaşayışının ziynetini dileyenlere uyup ayırma gözlerini onlardan ve bizi anmamaları için gönüllerine gaflet verdiğimiz heva ve heveslerine uymuş ve işi hadden aşıp taşmış kişiye itâat etme.

29- Ve de ki: Kur’ân Rabbinizden hak ve gerçek olarak inmiştir, artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. Şüphe yok ki biz, zâlimlere öyle bir ateş hazırladık ki etrafındaki duvarlar, onları çepeçevre kuşatır, susayıp su istedikleri zaman irin gibi bir su sunulur onlara ve bu su,

yüzlerini bile yakıp kavurur, ne de kötü bir sudur ve orası, ne de kötü dayanılacak, oturulacak yerdir.

30- İnanan ve iyi işlerde bulunanlara gelince: Şüphe yok ki biz, iyi işlerde bulunanların, güzel hareket edenlerin ecrini zâyi etmeyiz.

31- Öyle kişilerdir onlar ki onlarındır ebedî Adn cennetleri, kıyılarından ırmaklar akar, orada altın bilezikler takınarak süsleneceklerdir ve ince ve kalın ipekli yeşil elbiseler giyineceklerdir, orada tahtlarda oturacaklardır ve ne hoş ve güzel bir mükâfattır bu ve o tahtlar, ne de güzel dayanılacak, oturulacak yerlerdir.

32- Onlara iki adamı örnek getir: Onların birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurma ağaçlarıyla çevirmiş ve iki bağın arasını da ekinlik haline getirmiştik.

33- Bu iki bağ, dâimâ mahsûl verirdi, veriminde noksan bulunmazdı, iki bağın arasında da bir ırmak akıtmıştık.

34- Daha başka da gelirleri vardı da konuşurken arkadaşına dedi ki: Ben malca da senden üstünüm, evlât ve ayalce de.

35- Ve bağına girdi, kendi kendisine de zulmetmedeydi, dedi ki: Şu nâil olduğum mal ve menalin zevâl bulup tükeneceğini hiç mi ummam.

36- Ve kıyâmetin kopacağını da ummam ama Rabbimin tapısına gönderilmiş olsam bile mutlaka bundan daha da iyi nîmetler bulurum.

37- Onunla konuşurken arkadaşı da seni dedi, topraktan, sonra bir damla sudan yaratıp bundan sonra da tam, âzası düzgün bir insan haline getireni inkâr mı ediyorsun?

38- Fakat ben, Rabbim olan Allah'ı inkâr etmem ve Rabbime hiçbir varlığı eş tutmam.

39- Bağına girdiğin zaman Allah, neyi dilerse o olur, kuvvet, ancak Allah'ındır deseydin ya. Beni malca, evlâtça senden düşkün gördün ama.

40- Umarım ki Rabbim, bana seninkinden daha hayırlı bir bağ verir, senin bağına da yıldırımlar yollar gökten de kaypak, kaygan bir toprak oluverir bağın.

41- Yahut da suyu öylesine çekilir ki onu arayıp bulmaya bile gücün yetmez.

42- Derken serveti mahvoldu da çardakları çökmüş, yerle bir olmuş bağında ellerini uğuşturarak keşke Rabbime hiçbir varlığı eş, ortak olarak tanımasaydım demeye başladı.(3)

43- Ona Allah'tan başka yardım edecek bir topluluk olmadığı gibi onun da bu zararı gidermeye bir kudreti yoktu.

44- İşte bu makamda yardım ve nusret, ancak Allah'ındır ve ona itâat, hem mükâfat bakımından daha hayılıdır, hem son bakımından daha hayırlı.

45- Onlara örnek getir: Dünyâ yaşayışı, gökten yağdırdığımız yağmura benzer, yeryüzünün nebatlarını sular, bünyelerine girer de onları yeşertir, yetiştirir, derken nebatlar kurur, ufalanır, yeller de onları savurur gider ve Allah'ın her şeye gücü yeter, hiçbir şeyden âciz değildir o.

46- Mal ve oğullar, dünyâ yaşayışının ziynetidir. Ebedî olarak kalan hayır ve hasenâtsa hem mükâfat bakımından Rabbinin katında daha hayırlıdır, hem sonucu bakımından daha hayırlı.

47- Ve o gün dağları yerinden sökeriz ve görürsün ki yeryüzü dümdüz olmuş ve onları diriltiriz, haşrederiz, hiçbir tanesini bırakmayız.

Hepsi de saf-saf Rabbine arz edilir, andolsun ki der, önce nasıl yarattıysak sizi öylece geldiniz tapımıza; size muayyen bir zaman tâyin etmedik mi sandınız?

49- Kitap ortaya konmuştur, suçluları görürsün ki o kitapta yazılı olan şeyler yüzünden korku içinde ve eyvahlar olsun bize derler, ne biçim kitap bu, ne küçük bir şey bırakmış, ne büyük, hepsini de sayıp dökmüş ve ne yaptılarsa hepsini de karşılarında bulurlar ve Rabbin hiçbir kimseye zulmetmez.(4)

50- An o zamânı hani biz meleklere, secde edin Âdem'e demiştik de İblis'ten başka hepsi secde etmişti, o, cin cinsindendi de Rabbinin emrinden çıkmıştı. Beni bırakıp da onu ve soyunu, dost mu ediniyorsunuz, halbuki onlar, size düşmandır; Allah'ı bırakıp Şeytanı dost edinmek, zâlimler için ne de kötü bir değişme muâmelesidir bu.(5)

51- Ne göklerle yerin yaratılışına tanık ettik onları, ne kendilerinin yaratılışına. İnsanları doğru yoldan saptıranları da yardımcı edinmem.

52- Ve o gün bana eş ve ortak sandıklarınızı çağırın der de çağırırlar ama onlar icâbet etmez ve aralarına cehennemde derin bir uçurum koymuşuzdur.

53- Ve suçlular cehennemi görürler de içine düşeceklerini anlarlar ama oradan savuşup gidecek bir yer bulamazlar.

 

54- Andolsun ki biz bu Kur'ân'da, insanlara her çeşit örneği tekrar-tekrar açıkça anlatmadayız ve insan, her mahlûktan daha fazla mücâdelecidir.

55- İnsanları, kendilerine hidâyet geldikten, doğru yol bildirildikten sonra da inanmaktan ve Rablerinden yar-lıganma dilemekten meneden şey, ancak evvelkiler hakkındaki yolun, yor-damın, dünyâda helâk edilişin gelmesini, yahut da apaçık bir sûrette âhiret azâbının gelip çatmasını bekleyiş.

56- Ve biz, peygamberleri ancak müjdeci, korkutucu olarak göndeririz. Kâfir olanlar, hakkı bâtılla gidermek için çalışırlar, çekişirler, âyetlerimizi ve kendilerine verilen korkulu haberleri alaya alırlar.

57- Rabbinin âyetleriyle kendisine öğütler verildiği halde onlardan yüz çeviren ve elleriyle hazırladığı şeyi unutan kişiden daha zâlim kimdir ki? Gerçekten de biz, onların anlamamaları için gönüllerine perdeler gerdik ve kulaklarını ağırlaştırdık ve onları doğru yola çağırsan da imkân yok doğru yola gelmez onlar. (6)

58- Ve Rabbin, suçları örter, rahmet sâhibidir. Kazandıklarına karşılık onları helâk ediverse çabucak azâp ederdi; fakat onlara vaadedilmiş mukadder bir zaman var, o zaman geldi mi, ondan başka sığınacak hiçbir makam bulamazlar.

59- İşte zulmettikleri için helâk ettiğimiz bunca şehir ve biz, onların helâki için de mukadder bir zaman tâyin etmiştik.

60- An o zamânı ki Mûsâ, genç arkadaşına, ben demişti, iki denizin kavuştuğu yeredek durmadan, dinlenmeden gideceğim, yahut da yıllarca bu uğurda uğraşacağım.189

61- İki denizin kavuştuğu yere vardıkları zaman balıklarını unutmuşlardı; balık, denize atlamış, dalıp bir yol tutmuş gitmişti.

62- Oradan geçtikten sonra Mûsâ, genç arkadaşına kuşluk yemeğimizi getir dedi, gerçekten de şu yolculuk, yordu bizi.

63- Arkadaşı, gördün mü dedi, kayanın üstünde oturduğumuz zaman balığı unutmuştum; onu bana unutturan ve sana söylememe mâni olan da ancak Şey-tan'dır; balık, şaşılacak bir sûrette denizde bir yoldur tuttu, dalıp gitti.

64- Mûsâ, buydu aradığımız işte dedi ve kendi izlerini izleyerek geri döndüler.

65- Derken kullarımızdan bir kulu buldular ki biz, katımızdan ona rahmet ihsân etmiştik ve katımızdan ilim belletmiştik.(7)

66- Mûsâ, ona, sana öğretilen gerçek bilgiden bana da öğretmen şartıyla sana uyayım mı dedi.

67- O, sen dedi, benimle berâber bulunmaya dayanamazsın.

68- İç yüzünü kavramana imkân olmayan birşeye nasıl sabredebilirsin ki?

69- Mûsâ, Allah dilerse dedi, görürsün, sabredeceğim ve hiçbir hususta sana isyân etmeyeceğim.

70- O, bana uyarsan dedi, sana ona âit bir söz söyleyinceyedek hiçbir şey sorma bana.

71- Derken kalkıp yola düştüler, nihâyet bir gemiye bindiler, o zât, gemiyi deldi. Mûsâ, içindekileri boğmak için mi gemiyi deldin dedi, andolsun ki pek kötü bir iş yaptın.

72- O zât, demedim mi dedi, gerçekten de sen, benimle berâber bulunmaya dayanamazsın.

73- Mûsâ, unuttum dedi, bu yüzden azarlama beni ve şu arkadaşlığımızda ağır bir yük yükleme bana.

74- Gene yola düştüler, derken bir erkek çocuğa rastladılar, o zât, çocuğu öldürdü. Mûsâ bir cana kıymamışken tuttun, tertemiz birisini öldürdün, andolsun ki pek kötü ve menedilmiş bir şey yaptın sen dedi.

75- O, demedim miydi sana dedi, gerçekten de sen, benimle berâber bulunmaya dayanamazsın.

76- Mûsâ, bundan sonra dedi, sana bir şey sorarsam benimle arkadaş olma artık, bir daha bir şey sorarsam benden ayrılmada gerçekten de mâzursun.

77- Gene yola düştüler. Bir şehre geldiler, halkından yemek istedilerse de onları konuklayıp doyuran bir tek kişi bile çıkmadı. Orada bir duvar buldular, yıkılmak üzereydi. O zât, duvarı doğrulttu. Mûsâ, dileseydin dedi, bu hizmete karşılık bir ücret alırdın.(8)(9)

78- O zât, işte dedi, seninle benim aramda artık ayrılık bu. Sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim sana.

79- Gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi, onu kusurlu bir hale getirmek istedim, çünkü ilerde bir padişah var, bütün gemileri zaptetmede.

80- Çocuğa gelince: Anası, babası inanmış kimseler. Bu çocuğun, onları azgınlığa ve kâfirliğe sevketmesinden korktuk da öldürdük.

81- Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine temizlikte daha ileri, merhametçe daha duygulu bir çocuğu vermesini diledik.

82- Duvarsa, şehirdeki iki yetim çocuğundu ve altında, onlara âit bir defîne vardı, babaları da temiz bir adamdı. Rabbin, onların ergenlik çağına gelmelerini ve defînelerini çıkarıp elde etmelerini diledi. Bunları kendiliğimden yapmadım. İşte sabredemediğin şeylerin iç yüzü.

83- Sana Zülkarneyn'i sorarlar. De ki: Ona âit haberleri de okuyalım size.192

84- Biz, gerçekten de onu yeryüzünde yerleştirip yüceltmiştik, her şeyin yoluna-yoradamına âit ne bilgi varsa vermiştik ona.

85- O, batıya doğru bir yol tutmuştu.

86- Nihâyet güneşin battığı yere gelince görmüştü ki güneş, kara bir balçığa batmada ve orada bir topluluğa rastladı. Dedik ki: Ey Zülkarneyn, istersen azaplandırırsın bunları, istersen iyilik edersin onlara.193

87- Dedi ki: Zulmedeni azaplandırırız, sonra da Rabbinin tapısına götürülür de Rabbi, onu şiddetli bir azâba uğratır.

88- Fakat inanan ve iyi iş işleyene güzel bir karşılık var ve biz ona emirlerimizden kolay olanını emredecek, o çeşit emirler vereceğiz.

89- Sonra, bir yol daha tuttu.

90- Da gide-gide güneşin doğduğu yere vardı, orada öyle bir topluluk buldu ki onların güneşten başka hiçbir elbisesi yoktu, öyle bir topluluğa doğmadaydı güneş orada. (10)(11)

91- Böyleydi işte bu, gerçekten de nesi var, nesi yoksa bilgimiz hepsine şâmildir, hepsinden de haberdarız.

92- Sonra gene bir yol tuttu.

93- Tâ iki setin arasına vardı, onların yanında bir topluluk buldu ki hemen hiçbir söz anlamıyorlardı.(12)

94- Dediler ki: Ey Zülkarneyn, Ye'cuc'la Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk yapan tâifelerdir, onlarla bizim aramıza bir set yapmak şartıyle sana mallarımızdan versek râzı olur musun, yapar mısın?(13)

95- Rabbimin bana verdiği devlet ve servet, daha hayırlıdır bana dedi, siz bana emeğinizle yardım edin de aranıza bir sed yapayım.

96- Siz bana demir parçaları getirin. Dağların iki tarafı birbirine müsâvî olunca üfleyin dedi. Onu ateş haline sokunca da getirin de dedi, üstüne erimiş bakır dökeyim.(14)

97- Artık bu seti aşmaya da güçleri yetmez, delmiye de güçleri yetmez.

 

98- Bu dedi, Rabbimin rahmetinden bir lütuf. Rabbimin vaadettiği zaman gelince bu seti dümdüz yapar, yerle bir eder ve Rabbimin vaadi de gerçektir.

99- O gün deniz gibi dalgalanır, dalga-dalga birbirlerine karışır onlar ve sûr üfürülür de onların hepsini toplarız.

100- Ve o gün kâfirlere, cehennemi öyle bir gösteririz ki.

101- Onların delillerimi görüp beni anmak husûsunda gözleri perdelenmişti ve Kur'ân'ı dinlemeye tahammülleri yoktu onların.

102- Kâfir olanlar, benden başka ve kullarımdan, kendilerine yardımcı edindiklerini mi sandılar? Biz, kâfirlere, konak yeri olarak cehennemi hazırladık.

103- De ki: İşledikleri işler bakımından en fazla ziyan edenler kimlerdir, haber vereyim mi size?

104- Onlardır en fazla ziyan edenler ki dünyâ yaşayışında bütün çalışmaları boşa gider, halbuki onlar, gerçekten de kendilerinin iyilik ettiklerini, iyi işlerde bulunduklarını sanırlardı.

105- Onlardır kâfir olanlar Rable-rinin delillerine ve ona ulaşacaklarını inkâr edenler, bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve biz, kıyâmet günü onları hiçbir ölçüye vurmayız, onlara hiçbir değer vermeyiz.

106- Bu, cezâları olan cehennemdir kâfir olduklarından ve delillerimle peygamberlerimi alaya aldıklarından dolayı.

107- İnanıp iyi işlerde bulunanların konak yerleriyse Firdevs cennetleridir.

108- Orada ebedî olarak kalırlar ve oradan ayrılmak da istemezler.

109- De ki: Deniz mürekkep olsa tükenir, yazılmaz Rabbimin sözleri tükenmeden, hattâ o deniz kadar bir deniz daha eklense gene tükenir, yazılamaz.

110- De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım, bana vahyedildiki mâbûdunuz ancak ve ancak bir mâbuttur, arttık Rabbiyle buluşmayı uman iyi işlerde bulunsun ve Rabbinin kulluğunda hiçbir kimseyi eş tutmasın.

 

 

(1) İshak oğlu Muhammed'in, Cübeyr oğlu Said'in ve İkrime'nin vasıtasiyle İbn-i Abbas'tan gelen rivâyete göre Kureyş uluları, Medine Yahûdilerinin bilginlerine haber göndererek... (Devamı, sonnot No:37)

(2) Umeyr oğlu Ubeyd'e göre Ashâb-ı Kehf, Dikyanus adlı bir hükümdarın zamanında Efesus'ta yaşamıştır. Bu hükümdar Mecusî imiş. Ashâb-ı Kehf, Hıristiyanlığı kabul ettikleri için zulme uğramışlar ve bir mağaraya sığınmışlardır (Mecma, 2, 90).

(3) Bu iki adamın, İsrailoğullarından olduğu rivâyet edilmiştir.

(4) Bahsedilen kitap, herkesin dünyada yaptığı işlerin yazılı olduğu amel defteridir.

(5) Kur’ân'ın birçok âyetlerinde meleklerle berâber anılan Şeytan'ın, cin taifesinden olduğu, cins bakımından melek olmadığı bildirilmektedir. Cin, Arapçada bir şeyi duyurmayacak derecede örtmek anlamına gelir. (Devamı, sonnot No:38)

(6) Mûsâ'nın genç arkadaşı Nun oğlu Yûşâ'dır. Müfessirlere göre Yûşâ Peygamber, Hz. Yakup'un soyundandır.

(7) Bu zatın, Hızr olduğunda hemen hemen ittifak vardır. Hızır’ın Belya adlı bir zat olduğu söylenmiştir. Buhârî'de, kuru otların üstüne oturduğu vakit otların yeşerdiği ve bu yüzden Hızır adıyla anıldığı rivâyeti vardır (al-Tecrid, Kitâbu Bed'il- halk, 2, 41). (Devamı, sonnot No:39)

(8) Bu şehir, İbn-i Abbas'a göre Antakya'dır. Eyle ve Nasıra diyenler de vardır.

(9) Zül-karneyn, iki boynuzlu anlamına gelir. Doğuyu, Batıyı fetheden bir peygamber olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi adâlet sahibi bir padişah olduğunu söyleyenler de vardır. Başında, boynuza benzer iki çıkıntı bulunduğu, yahut yeryüzünün batısıyla doğusunu zaptettiği için Zül-karneyn dendiği rivâyet edilmiştir. Ana ve baba tarafından soyca yüce bulunduğundan bu adla anılmıştır diyenler de vardır. Zül-karneyn'i, İskender olarak kabul edenler yanılmışlardır. (Devamı, sonnot No:40)

(10) Kuruş'un Lidya'yı zaptına işarettir (Aynı kitap, s. 53-54).

(11) Bakterya (Belh)’daki göçebe ve yoksul boylar (Aynı kitap, s. 56).

(12) Hazar deniziyle Karadeniz arasındaki Kafkas dağları (Aynı kitap, s. 57-58).

(13) Ye'cuc'la Me'cuc, Kur’ân'da bir kere burada, bir kere de 21. sûrenin 96. âyetinde anılır. (Devamı, sonnot No:41)

(14) Hazer ve Karadeniz arasındaki Kafkas dağlarının geçit yerinde yapılan ve hâlâ artıkları... (Devamı, sonnot No:42)