Kuran-ı Kerim; aziz ve hekim
Allahın, aziz ve alîm Allahın, diri ve
yarattıklarını tedbîr eden Allahın, rahman ve rahim
Allahın, alemlerin rabbi Allahın, yüce öğretici ve
övgü sahibi hakîm Allahın katından Hatemül Enbiyanın
(s.a.a) kalbine ve oradan da mümin ve muvahhitlerin kalplerine nazil
olmuştur ki insanların ruhlarını izzet, hikmet, hayat,
rahmet... ile yoğursun.
Şanı yüce Allahın bu hususta
buyurduğu bazı ayetleri buraya aktarıyoruz:
Hâ mîm. Bu kitap, üstün ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.[1]
Hâ mîm. Bu kitap, üstün ve her şeyi bilen Allah tarafından indirilmiştir.[2]
Elif lâm mîm. Öyle bir
Allah'tır ki yoktur ondan başka tapacak; diridir, daimî olarak
mahlûkatının işlerini tedbîr ve her şeyi tasarruf eder.
Kitabı, sana gerçek ve ellerinde bulunanı gerçekleyici olarak
indirdi, Tevrat ve İncil'i de indirdi. [3]
Hâ mîm. Rahman ve rahîmden indirilmiştir.
[4]
Şüphe yok ki bu, pek güzel ve üstün Kurân'dır. Saklanmış bir kitapta. Ona, temiz olanlardan başkaları dokunamaz. Alemlerin Rabbinden indirilmiştir. [5]
Oku Rabbinin adıyla ki bütün mahlûkatı yarattı. İnsanı da bir parça kan pıhtısından var etti. Oku ve Rabbin, pek büyük bir kerem sâhibidir. Öyle bir Rab ki kâlemle öğretmiştir. İnsana bilmediğini belletmiştir. [6]
Kurân, kendisine tebliğ edildikten sonra kâfir olanlar (bize gizli değillerdir); ve şüphe yok ki bu Kurân, eşsiz ve üstün bir kitaptır ki. Ne önceden onun hükümlerini iptâl eden bir kitap gelmiştir, ne de ondan sonra gelir ve bâtıl, ona zarar veremez; hüküm ve hikmet sâhibinden, hamde lâyık mâbut tarafından indirilmiştir. [7]
Vahyi alanın yüceliği olmaksızın Kuranın nazil olması olanak dışıdır. Gerçekte bahsi edilen bu nazil oluş ve yücelik, aynı hakikatten ibarettir ve bu hakikatin, vahyi alan kimseye isnat edilmesi şu anlama gelir: Vahyi alan kimse, ruhsal yüceliği ile vahyi almıştır.
Aynı hakikatin, konuşana (vahyi nazil edene) nisbet verilmesi ise şu manaya gelir: Konuşan, vahyi nazil etmekle onu, vahiy alıcısına ulaştırdı.
Ve şüphe yok ki sen, Kur'ân'ı, hüküm ve hikmet sâhibinin, her şeyi bilenin katından almadasın. [8]
Tecafi kapsamında nazil olan şey,
nazil olduktan sonra inişin başlangıcı olan yerde mevcut
değildir artık ve inmiş olduğu yerde
varlığını korumaktadır. Mesela yağmurun
gökyüzünden inmesi, tecafi türündendir ve yağdıktan sonra
da yağışın başlangıç noktası olan
gökyüzünde mevcut değildir ve yeryüzüne inmiştir artık.
Tecellitüründen nazil olan şey ise, nazil olan şeyin hakikat ve
aslının ilk kaynağında var olmakla birlikte
şuasının tecelli ve zuhur etmesidir. Bir
konuşanın söylediği söz veya bir
konuşmacının yaptığı konuşma, bu türdendir.
Bu söz veya konuşmanın aslı, insanın canında
mevcut olmakla birlikte, bir şuası da söz şeklinde ortaya
çıkar.
Münezzeh olan Allah, kendi kitabında, onlara tecelli etti; onlar, Onu görmeksizin. [9]
Bu bağlamdaki bir diğer
buyruk şöyledir:
Şüphesiz ki Allah, kendi kitabında, yarattıklarına tecelli
etti; ancak onlar, Onu görmezler. [10]
Kuran-ı Kerim iki defa nazil olmuştur; bir
defa Ramazan ayında ve bisetten önce defaten ve tümden nazil
olmuştur ve bir diğer defa ise 23 yıl zarfında tedricî
olarak nazil olmuştur.
Kuran-ı Kerimin defaten ve tümden nazilolmasına Kuranın inzalı ve tedricî olaraknazil olmasına ise Kuranın tenzili denmektedir.
Kuran-ı Kerimin, ayrı ayrı olmadan ve detay
hali bulmadan önce bir bütün varlığı vardır ve
kitabın ayrıntılandırılması, aslından
farklı bir şeydir.
Kuran-ı Kerim şöyle
buyurmaktadır:
Elif lâm râ; bir kitaptır bu ki âyetleri, delillerle sağlamlaştırılmış,sonra apaçık bildirilmiştir, hüküm ve hikmet sâhibi olan ve her
şeyden haberdâr bulunan Tanrı katından inmedir. [11]
Kuran-ı Kerimin bir diğer hakikati vardır ki ona Ümmül Kitab, Kitabül Meknun, Levh-i Mahfuz denmiştir; insanların onu anlayabilmeleri için de okuma ve Arapçalık olguları sonradan ona ulanmıştır.
Kuran-ı Kerim şöyle
buyurmuştur:
Hâ mîm. Andolsun her şeyi açıklayan kitaba. [12]
Bu bağlamdaki bir diğer ayet
şöyledir:
Andolsun yıldızların yerlerine. Ve şüphe yok ki bu,
elbette pek büyük bir anttır bilseniz. Şüphe yok ki bu, pek güzel ve
üstün Kurân'dır. Saklanmış bir kitapta. Ona, temiz olanlardan
başkaları dokunamaz. Alemlerin Rabbinden indirilmiştir. [13]
Konuyla ilintili bir diğer ayet de şöyle buyurmaktadır:
Korunmuş levhada. [14]
Kuran-ı Kerimin tenzili, yücePeygamberimizin (s.a.a) mebus olduğu gece (Receb ayının 27.
günü) gerçekleşmiş ve ilk inen sûre de Alak sûresi olmuştur.
Kuran-ı Kerim tenzil hakkında şöyle buyurmaktadır:
Bir Kur'ân'dır ki onu insanlara dura-dura, yavaş-yavaş okuman için âyet-âyet, sûre-sûre ayırdık ve onu azar-azar indirdik. [15]
Kuran-ı Kerimin inzal
hakkındaki buyruğu ise şöyledir:
Ramazan ayı, bir aydır ki insanlara doğruyubildiren, doğruluğa ait apaçık delillerden ibaret olan, hakla
bâtılı ayırt eden Kurân, bu ayda indirildi. Sizden kim, bu aya
erişirse orucunu tutsun. Hasta olan ve yolcu bulunan,
hastalığında, yolculuğunda orucunu yer, sonra yediği
günler kadar tutar. Allah sizin için kolaylık diler, güçlük değil. Bu
da sayıyı tamamlamanız, Allah'ın size doğru yolu
göstermesine karşılık onu ululamanız içindir,
böylece de ona şükretmiş olabilirsiniz. [16]
Şüphe yok ki biz onu, kutlu bir gecede indirdik, şüphe yok ki biz, insanları korkuturuz. [17]
Kuranın bu bağlamdaki bir diğer buyruğu ise şöyledir:
Şüphe yok ki indirdik Kurân'ı Kadir gecesi. [18]
Kafirler ve inkarcılar, Kuranın defaten yüce Peygamberimize (s.a.a) indiğini bilmiyorlardı ve bundan dolayı da Allah Resulünü (s.a.a) eleştiriyor ve şöyle diyorlardı: Eğer onun Allah ile bir bağı varsa ve eğer ona vahiy iniyorsa, neden Kuran parça parça ve ayrı ayrı iniyor? Neden Kuran defaten ve tümüyle nazil olmuyor ki?
Kuran-ı Kerim bu eleştiriye şöyle cevap veriyor: Kuranın defaten nazil olmasından sonra bir de tedricî olarak nazil olması, Allah Resulünün (s.a.a) ve müminlerin kalplerini daha dayanıklı ve daha huzurlu kılan bir nedendir. Ayrıca Kuran-ı Kerimin tedricî olarak nazil olmasının bir diğer nedeni de, eleştiride bulunan insanların anında ve oracıkta cevap almasıdır.
Kâfir olanlar, ona Kurân dediler, birden ve toplu olarak indirilseydi ya. Biz, onu, gönlüne iyice yerleştirmen için böyle indirdik ve onu âyet-âyet ayırdık, birbiri ardınca indirdik. [19]
De ki: Onu, inananların
inançlarını sağlamlaştırmak için Müslümanlara hidâyet
ve müjde olarak Rûh-ül-Kudüs, Rabbinden hak ve gerçek olarak indirmiştir. [20]
Yüce Peygamberimiz (s.a.a), kendisine nazil olan ayetleri
önceden biliyordu ve bundan dolayı da o hazrete emredilmişti ki
vahiy tamamlanmadan önce onu okumakta acele etme.
Kuran-ı Kerim bu bağlamda
şöyle buyurmaktadır:
Çok yücedir her şeye sâhip ve mutasarrıf olan gerçek Allah ve
acele etme Kur'ân'ı okumak için sana vahiy tamamlanmadan ve de ki: Rabbim,
bilgimi çoğalt.[21]
Yine bu alandaki bir diğer ayet şöyle buyurmuştur:
Vahyi, acele edip okumak için dilini oynatıp durma. [22]
[1] Casiye, 1-2
[2] Gafir, 1-2
[3] Âl-i İmran, 1-3
[4] Fussilet, 1-2
[5] Vakıa, 77-80
[6] Alak, 1-5
[7] Fussilet, 41-42
[8] Neml, 6
[9] Nehcül Belağa, 147. hutbe
[10] Biharül Envar, c: 89, s: 107
[11] Hûd, 1
[12] Zuhruf, 1
[13] Vakıa, 75-80
[14] Buruc, 22
[15] İsrâ, 106
[16] Bakara, 185
[17] Duhan, 3
[18] Kadir, 1
[19] Furkan, 32
[20] Nahl, 102
[21] Tâhâ, 114
[22] Kıyamet, 16