KUMEYL DUASININ ŞERHİ-4

Allah’ım! İntikam ve ceza indiren günahlarımı bağışla.”

İntikam ve Cezaların Nazil Olmasına Neden Olan Günahlar

İmam Seccad’dan (a.s) nakledilen çok önemli bir rivayette azapların inmesine sebep olan dokuz günaha şöyle işaret edilmiştir: 1- Taşkınlık 2- İnsanların hakkına tecavüz 3- Allah’ın kullarıyla alay etmek 4- Ahdini bozmak 5- Açıkça günah işlemek 6- Çok yalan söylemek ve yalanı yaygınlaştırmak 7- Allah’ın hükümlerinin aksine hüküm vermek 8- Zekat vermekten sakınmak 9- Ölçü ve tartıyı eksik tutmak[1]

Bağiy (Taşkınlık)

“Bağiy” kelimesi, lügatte Hakk’ın emrinden yüz çevirmek, ilahi sınırları çiğnemek, insanların hakkına saldırmak, fesat, günah, kirlilik ve zina anlamına gelmektedir. Kur’ân ayetleri ve rivayetlerinde bu kelime bütün bu anlamlarda kullanılmıştır.

“Karun, Mûsa’nın kavmindendi; ama onlara karşı azdı”[2]

“Eğer Allah, rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi, yeryüzünde azgınlık ederlerdi.”[3]

“Ey Harun’un kız kardeşi! Baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz değildi.”[4]

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sevap elde etme açısından en hızlı hayır, iyilik etmektir ve ceza açısından en hızlı kötülük ise taşkınlıktır.”[5]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminde altı sıfat olmaz: Acizlik, cimrilik, inatçılık, yalan, haset ve taşkınlık.”[6]

İnsanların Hakkına Tecavüz Etmek

Merhamet sahibi olan Allah, insanlar için birbirine karşı bir takım haklar takdir etmiştir ve bu hakların edası gereklidir. İnsanların haklarına tecavüzde bulunmak günah, suç ve bazen de cezayı gerektiren bir şeydir.

Anne ve babanın çocuk üzerindeki hakları, çocuğun anne baba üzerindeki hakları, akrabaların birbirine karşı hakları, komşunun komşuya karşı hakları, insanların devlet üzerindeki hakları, devletin insanlar üzerindeki hakları, erkeğin kadın üzerindeki hakkı, kadının erkek üzerindeki hakkı, eli altındaki kimselerin nimet ve servet sahipleri üzerindeki hakları, fakirin zenginin üzerindeki hakkı ve diğer haklar, Kur’ân-ı Kerim ve rivayetlerde açık bir şekilde beyan edilmiştir.

Hakları beyan eden en kamil ve en güzel kitap, şüphesiz ki İmam Zeyn’ül- Abidin’in (a.s) hukuk risalesidir. İnsan bu risaleye müracaat ettiği takdirde, haklar hususunda kamil ve kapsamlı bir bilgi elde etmektedir ve bu bilgiyi ettikten sonra da kendisini bu hakları eda etme hususunda sorumlu kabul etmektedir.

Bu haklardan herhangi birine tecavüzde bulunmak, apaçık bir günah ve kesin bir suçtur. Telafi edilmediği takdirde de kesin bir cezası vardır.

Allah’ın Kullarını Alaya Almak

İnsanları kıyafeti, şekli, fakirliği, dindarlığı, imanı, işi gücü veya konumu sebebiyle alaya almak, büyük bir günah ve suçtur. Hem dünyada ve hem de ahirette cezası olan bir hatadır.

İnsanları alaya almak hakikatte onların şahsiyetini küçümsemek ve onları hor saymaktır. Kur’ân-ı Kerim insanları alaya alanları, münafık, zalim ve fesat ehli olarak saymaktadır ve de elim bir azaba müstahak olduklarını bildirmektedir.[7]

Allah Resulü (s.a.a) de şöyle buyurmuştur: “Allah Tebareke ve Teala şöyle buyurmuştur: “Her kim benim bir dostuma ihanette bulunacak olursa, şüphesiz benimle savaşmak için pusuya yatmış demektir.”[8]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet koptuğu zaman bir münadi şöyle nida eder: “Benim dostlarımdan yüz çevirenler nerededir?” Böylece yüzlerinde et olmayan bir grup ayağa kalkarlar. O zaman şöyle denir: “Bunlar iman ehline eziyet eden, onlarla düşmanlığa kalkışan, onlara karşı inat eden, onları kabalık ve şiddetle dinlerinde kınayan kimselerdir.” Daha sonra da onların cehenneme atılması emredilir.”

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz mümin kulumu hor sayan kimse, şüphesiz benimle savaşa kalkışmıştır.”[9]

Evet! İnsanları alaya almak, hakikatte onları küçümsemektir. Onlara eziyet etmektir ve onları horlamaktır.

Kur’ân-ı Kerim, kadın ve erkekleri, birbirlerine alay etmekten sakındırmıştır. Bu çirkin işlerinden el çekmeyen alaycıları ise zalimler olarak nitelendirmiştir.[10]

Ahdi Bozmak

Ahitleşmek ve ahdine vefa göstermek, Kur’ân-ı Kerim’in ayetlerinde ve Ehl-i Beyt (a.s) rivayetlerinde, büyük önem verilen insani ve ahlaki iki gerçektir. Ahdi bozmak ise günah ve suç sayılmıştır.

Ahitleşmek ve ahdine vefa göstermek meselesi, hem Allah ile yapılan ahitleri, hem Peygamber ile yapılan sözleşmeleri, hem de İmamlar ve diğer insanlarla yapılan sözleşmeleri kapsamaktadır. İbadet, insanlara hizmet, kazanç ve ticaret veya diğer doğru işlerde yapılan her türlü olumlu ahde vefa göstermek, şer’i ve ahlaki bir farzdır. Ahdi bozmak bazen haramdır ve de ilahi cezayı gerektirmektedir.

“Ahitleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini yerine getirin.”[11]

“Onlar Allah’la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah’ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar; hüsrana uğrayanlar işte onlardır.”[12]

“Ahdi de yerine getirin, doğrusu verilen ahitte sorumluluk vardır.”[13]

“Ey iman edenler! Akitleri yerine getirin.”[14]

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Namaz kılan, oruç tutan ve kendini müslüman kabul eden, ama kendisine güvenildiğinde hıyanet eden, konuştuğunda yalan söyleyen ve söz verdiğinde sözünde durmayan kimse münafıktır sayılır.”[15]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim insanlara karşı davranışlarında zulmetmezse, onlarla konuşurken yalan atmazsa ve verdiği sözü çiğnemezse, mürüvveti kamil, gıybeti haram, adaleti aşikar bir kimsedir ve bu kimseyi, dini kardeş kabul etmek gerekir.”[16]

Açıkça Günah İşlemek

Kur’ân-ı Kerim, insanları çirkin işlere, gizli ve açık günahlara yaklaşmaktan sakındırmıştır.[17]

Apaçık günah ve kötülük, günahkar kimsenin tam bir hayâsızlık içinde olduğunun ve de kanun ve İslami toplum atmosferine saygısızlık gösterdiğinin delilidir.

İslam, toplum atmosferinin kirlenmesini hiçbir şekilde beğenmemektedir. İslam ümmetinin hayat alanını kirletenler için şer’i cezalar tayin etmiştir.

Mümin, şefkatli ve bilinçli halkın, özellikle de İslami hükümet yöneticilerinin, kötülerin kötülüğünü, günahkarların isyanını, hayâsız insanların hatalarını mümkün olan her şekliyle önlemeye çalışmaları farzdır. Böylece günahın tehlikeli mikropları, insanlara bulaşmayacak, özellikle de genç nesli, kızları ve erkek çocukları kirletmeyecektir.

İyiliği emretmenin ve kötülükten sakındırmanın farz oluşu, fesadı kökten temizlemek, kirlilikleri gidermek ve toplumu günah bataklığına saplamaktan kurtarmak içindir.

Eğer ev ve okul gibi terbiye merkezleri, genç nesilde her türlü hayâ sıfatını geliştirecek ve onlarda sabit bir sıfat haline dönüştürecek olursa, insanın batını ve zahiri fuhuşa ve kötülüğe bulaşmaktan temizlenmiş olacaktır.

Hayâ, Allah’a teveccüh ve günahların sonucunu düşünmek, insanı her türlü günah ve bozukluktan alıkoyan en yüce etkendir.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hayâ imandandır ve iman da cennettedir.”[18]

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan hayâ ediniz, hayânın hakkına riayette bulununuz.” Şöyle denildi: “Ey Allah’ın Resulü! Bunu nasıl yapalım?” Peygamber şöyle buyurdu: “Sizden biri sabahlayınca eceli ve ölümü iki gözünün önüne dikilsin; . başını ve başında bulunan göz, kulak ve dilini haramdan korusun; karnını ve topladığı yiyecekleri haramdan korusun; kabrini ve kabirde bedeninin çürümesini hatırlasın. Ahireti isteyen kimse dünya hayatının aldatıcı ziynet ve süsünü terk eder.”[19]

Bir şahıs Allah Resulüne (s.a.a) şöyle arzetti: “Bana tavsiyede bulun.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kavminin salih kimselerinden hayâ ettiğin gibi Allah’tan da hayâ et.”[20]

İmanlı Bir Kadının Şiddetli Hayâsı ve Korkusu

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Bir şahıs ailesiyle birlikte, deniz yoluyla yolculuk ediyordu. Onların gemisi denizin ortasında battı ve gemide olan yolculardan o şahsın hanımı dışında hiç kurtulanı olmadı. Bu kadın, bir tahta parçasına tutunarak, o denizin yakınlarındaki adaların birine sığındı. O adada eşkıya bir şahıs vardı. Allah’ın bütün hürmet perdelerini yırtmış biriydi. Aniden o kadının yanına geldiğini fark edince başını kaldırıp ona baktı ve şöyle dedi: “Sen insan mısın yoksa cin misin?” Kadın, “insanım” dedi.

Böylece adam hiç konuşmadan eşiyle oturur gibi onun karşısında oturdu ve onunla cinsel ilişkiye girmek istedi. Ama kadın titremeye başladı ve perişan bir hale geldi. Bu eşkıya ona şöyle dedi: “Neden böyle rahatsız oldun?”

Kadın eliyle göğe işaret ederek şöyle dedi: “O’ndan korkuyorum.” Adam şöyle dedi: “Daha önce böyle bir şey yaptın mı?”

Kadın: “Allah’ın izzetine yemin olsun ki hayır” dedi.

O şahıs şöyle dedi: “Sen hiçbir bir şey yapmadığın halde Allah’tan korkuyorsun, ben ise seni bu işe zorluyorum. Allah’a yemin olsun ki ben perişan olmaya ve Allah’tan korkmaya senden daha layığım.”

Daha sonra bir şey yapmadan ayağa kalktı, ailesine doğru yola koyuldu. Evine dönerken sürekli tövbe etmeyi ve yaptığı işlerden dönmeyi düşünüyordu.

Bir gün yol esnasında bir Rahib’e rastladı. Tepedeki kızgın güneş başlarına vuruyordu. Rahip gence şöyle dedi: “Dua et de Allah bizler için başımıza gölge göndersin ve güneş bizi böylesine yakmasın.” O genç şöyle dedi: “Ben kendim için Allah nezdinde iyi bir şey göremiyorum. Dolayısıyla da O’ndan bir şey istemeye cesaretim yoktur.”

Rahip şöyle dedi: “O halde ben dua ediyorum, sen de amin de.” O da: “Evet” iyidir dedi.

Rahip dua etti, o genç de amin dedi. Çok geçmeden onların başına bir bulut gölge saldı. Her ikisi de günün bir bölümünde bu bulutun altında yola koyuldular ve bir yol kavşağına geldiler. Genç bir tarafa, rahip de diğer bir tarafa yöneldi. O bulut, gençle birlikte hareket etti. Rahip şöyle dedi: “Sen benden daha iyisin, dua senin için müstecap oldu benim için değil. Bana kendi durumunu söyle.”

O genç adam, bu kadınla olan hikayesini anlattı. Rahip şöyle dedi: “Allah’tan korktuğun için geçmişin bağışlanmıştır. Şimdi gelecekte de bu hal üzere olmaya dikkat et.”[21]

Çok Yalan Söylemek

Allah Resulü, İmam Sadık ve İmam Rıza (a.s), yalan söylemeyi büyük günahlardan, hatta büyük günahların en büyüklerinden saymışlardır.[22]

Yalanın en çirkin mertebesi ise, Allah’a, peygamberlere, imamlara ve semavi kitaplara yalan isnat ederek, insanlardan bir çoğunun sapmasına neden olmaktır.

Küfür ve şirk önderleri, tarih boyunca yalan atarak, yalanlarını ilim ve felsefe adı altında ortaya koyarak insanlardan bir çoğunu hak dine yönelmekten, peygamberlere iman etmekten ve ahiret gününe yakin etmekten alıkoymuşlardır.

Bu hilekar şeytanlar, din öğreten vesveseciler, hakikatten uzak konuları ve ilgisiz işleri uydurarak, insanların bir çoğunun, hidayet ve doğru yola girmesine engel olmuşlardır.

Bunlar yalan söyleyerek, her batıl konuyu insanların gözünde hak olarak göstermiş ve her hakkı da insanların gözünden düşürmüşlerdir.

Bunlar tarih boyunca semavi kitapları inkara yeltenmişlerdir. Bu kitapların Hak Teala’nın mukaddes dergahından beşerin hidayeti için indiğini inkar etmişlerdir. Bu semavi ayetler karşısında mümkün olan her yolla direnmiş, insanların kulağına Allah tarafından hiçbir şeyin inmediğini fısıldamışlardır.[23]

Bunlar insanları, Hakk’ın hidayet feyzinden mahrum bırakmak, dünya ve ahiret saadetinden uzak düşürmek için bütün ilahi peygamberlere iftirada bulunmuşlardır. O doğru söyleyen kimseleri yalancı saymışlardır. Dirayet ve akıl sahiplerini sihirbaz ve cadı olarak adlandırmışlardır. Ruh esenliği açısından bütün insanlar arasında eşsiz olan bu yüce çehreleri delilik ve cinnetle itham etmişlerdir.

Bunlar her türlü tehlikeli yalanlara sarılmaktadırlar. Kirli ve cinayetkar elleriyle hakikatlerin kavramlarını ve anlamlarını tahrife yeltenmişlerdir. Hatta Tevrat ve İncil’in kelime ve cümlelerini bile haince tahrif etmişlerdir. O hidayet kitaplarını şirk, küfür ve sapıklık haline getirmişlerdir. Eğer güçleri yetecek olsaydı ve de varlık aleminin mutlak koruyucusu olan Hak Teala’nın koruması olmasaydı, Kur’ân’ın zahirini de diğer semavi kitaplar gibi tahrif edeceklerdi. Onlar, insanları saptırmak için ayetlerin anlamlarını tahrif etmek hususunda hayâ etmemişler, bu işin tehlikeli sonuçlarından korkmamışlar ve kıyamette Allah’ın acı azabından ürkmemişlerdir.

Bunlar, Sakife hükümetinin zalimane temellerini sağlamlaştırmak, Ümeyye oğullarını ve Abbas oğullarını insanların sırtına bindirmek, insanları hak yoldan uzaklaştırmak, Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beytini evine kapatmak, insanları Peygamberin gerçek halifesi olan İmamların ilim ve öğretilerinden mahrum kılmak için büyük bir hadis uydurma fabrikasını kurdular. Ümeyye oğullarının ve Abbas oğullarının altın ve gücü vesilesiyle İslam kültürü adına yaklaşık bir milyon uydurma hadis ve rivayeti, büyük İslam Peygamberine (s.a.a) isnat ettiler. Bu konuda kitaplar yazarak ümmete sundular. Eğer İmamlar’ın, özellikle de İmam Sadık’ın ve İmam Bakır’ın (a.s) ilmi kıyamları olmasaydı ve Ehl-i Beyt (a.s) mektebinde yetişenler özellikle de alim, fakih, usul alimleri ve Şii filozofların günümüze kadar çektikleri zahmetler olmasaydı, Şia da mecburen, Abbas oğulları ve Ümeyye oğulları ekolünün hilekarlarının uydurduğu bazı hadisleri kabul etmek zorunda kalırlardı.

Ama masum İmamlar (a.s) vesilesiyle, ashaba, alimlere ve fakihlere verilen hak ve batılı ayırma vesilesi, Allah Resulüne (s.a.a) isnat edilen yalanları kabul etmelerini engelledi ve neticede de Muhammedi halis İslam, İmamlar (a.s) vesilesiyle ve Şii alimlerinin değerli zahmetleriyle, hainlerin ve hadis uyduranların tahrifinden korunmuş oldu. Böylece kıyamete kadar Allah’ın insanlar üzerindeki hücceti tamamlanmıştır. Hiç kimse mahşer günü Muhammedi halis İslam dininden uzak kalma hususunda bir özür bulamayacaktır. Her türlü elbise altına giren bu yalancı hainler, bu son iki yüz yılda Asya’da, Avrupa’da ve Amerika’da farklı ilim dallarında ve siyaset pazarında, maddi ve manevi sahnelerde okyanuslar dolu yalan söylediler.

Aklın kabul gördüğü bir renge bürünerek, bunları bütün toplumlara yutturdular. Bu yolla, milyarlarca insanı, ilmi medreselerde, siyasi işlerde, maddi boyutlarda, tüketim pazarında, haktan uzaklaştırma hususunda kandırdılar. Yalan sözler söyleyerek, gençlerin beğendiği bir renge bürünerek: “Din milletlerin afyonudur, insana layık olan hükümet, çağdaş ve çoğunluğa dayalı hükümettir. İlim anahtarı, sorunları çözmektedir. Allah’ın kullar üzerindeki hükümeti olan salihlerin hükümeti yerine demokrasi ve özgürlük, insanların insanlara hükmetmesi, liberalist, medeni toplum” sözleriyle milyarlarca insanı komünist, laik ve dinsiz kılmışlardır. Geriye kalan kimseleri de hayret ve şaşkınlığa düşürmüşlerdir.

Özetle insanların çoğunu, hak ve hakikatten uzak kılmış, gerçek müminleri bütün ülkelerde yırtıcı hayvanlar arasında kalan mazluma koyunlar gibi belaya duçar kılmışlardır. Müminleri, imani ve ahlaki tüm alanlarda alaya almışlar, yeryüzünü bütün boyutlarıyla fesat, helak, aldatma ve zorbalığa maruz kılmışlardır.

Ey değerli okuyucular! Hak ve hakikat kitabı, bir nur, hidayet, şifa ve sağlam kitap olan Kur’ân-ı Kerim’in varlığının derinliklerinden şöyle feryat etmesine hak veriniz: “Allah’ın lânetinin yalancılara olmasını dileyelim.””[24]

Hakeza Kur’ân-ı Kerim, haklı olarak şöyle feryat etmektedir: “Allah şüphesiz yalancı ve kafir kimseyi doğru yola eriştirmez.”[25]

Sizler, İslam Peygamberi’nin ve temiz Ehl-i Beyti’nin küçük veya büyük, maddi veya manevi birçok alanda yalan söylemek hususunda, aşağıdaki satırlarda yer alan birçok önemli rivayetleri insanlara sunmak hususunda, onlara hak veriniz:

“Sizlere günahların en büyüğünü haber vermeyeyim mi?” Ashap şöyle arzetti: “Evet, haber ver ey Allah’ın Resulü!” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Allah’a şirk koşmak, anne ve ve babaya karşı çıkmak.”

Peygamber (s.a.a) bu sözü söylerken yaslanmıştı. Daha sonra oturdu ve şöyle buyurdu: “Biliniz ki yalan söylemek…”[26]

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sözlerin en kötüsü, yalan sözdür.”[27]

Hakeza Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “İnsanlardan mürüvveti en az olan kimse, yalan söyleyen kimsedir.”[28]

Birisi Allah Resulü’ne (s.a.a) şöyle arzetti: “Mümin korkar mı?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet!” O şahıs: “Cimri olur mu?” diye arz edince de Peygamber: “Evet” dedi. O şahıs: “Yalan söyler mi?” diye arz edince Peygamber (s.a.a): “Asla!”diye buyurdu.[29]

Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsan, şaka veya ciddi yalanı terk etmedikçe, imanın tadını alamaz.”

Hakeza Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yalandan daha çirkin bir şey yoktur.”[30]

Hakeza, Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğruluk emanettir, yalan ise hıyanettir.”[31]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah, kötüler için bir takım kilitler karar kılmıştır. Bu kilitlerin anahtarları şaraptır. Şaraptan daha kötüsü ise yalandır.”[32]

Hz. Musa (a.s) Allah’a şöyle arzetti: “Kullarından hangisi amel açısından daha iyidir?” Allah (c.c) şöyle buyurdu: “Dili yalan söylemeyen, kalbi haktan sapmayan ve zina etmeyen kimse.”[33]

Dini öğretilerde şöyle yer almıştır: “Yalan söyleyen kimse fasıktır. Yalan söyleyen kimse meleklerin lanetine maruzdur. Yalan söyleyen kimsenin ağzı kötü kokar, yalancı kimse imansızdır. Yalancı kimse Allah’ın lanet, gazap ve kahrına uğrar. Yalan söyleyen kimse, kara yüzlüdür. Yalan söyleyen kimse facirdir. Yalan söyleyen kimse münafıktır. Yalan söylemek en büyük günahlardandır. Yalan söyleyen kimse, dostluğa ve arkadaşlığa layık değildir. Yalan söyleyen kimse, Hak Teala’nın hidayetinden mahrumdur. Yalan söyleyen kimse, zahir açısından insandır, ama batını ise eti yenmeyen hayvan gibidir.”

Allah’ın Hükümlerinin Aksine Hüküm Vermek

Azabın inmesine sebep olan günahlardan biri de hakim olan kimsenin dava konusu olan dosya hakkında Allah’ın hükümlerine aykırı hüküm vermesidir.

Hakim olan kimse, eğer Allah’ın hükümlerini bilir ve verdiği hükmünde Allah’ın hükmünü reddederse, kendi nezdinden veya şer’i olmayan hükümetlerin çıkarmış olduğu kanunlar esasınca hüküm verecek olursa, Kur’ân-ı Kerim’in buyurduğu esasınca[34] kafir, zalim ve fasıktır. Kafirdir; çünkü Allah’ın hükmünü reddetmiştir. Zalimdir; çünkü kendi hükmüyle hak sahibini hakkından mahrum kılmıştır. Fasıktır; çünkü adil olmayan hükmüyle iman ve insanlık çerçevesinden dışarı çıkmıştır.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim iki dirhem hakkında Allah’ın hükmüne aykırı bir hüküm verirse, yüce Allah’a karşı kafir olur.”[35]

Zekat Vermekten Sakınmak

Tahıl ürünlerinde, dört ayaklı hayvanlarda, altın ve gümüşte, Kur’ân ayetleri ve rivayetler esasınca zekat vermek farzdır. Zekat vermeyi terk etmek ise, ağır günahlardan biridir ve de Allah’ın gazabına neden olmaktadır.

Namazla ilgili ayetlerin çoğunda, hemen ardından zekata işaret edilmiştir. Namaz hükmünden sonra zekatın beyan edilmesi de bu gerçeğin değerinin ve öneminin açık bir delilidir. Zekatı inkar ederek ve Hak Teala’nın hükmünü reddederek ödemekten sakınmak, Ehl-i Beyt (a.s) rivayetleri esasınca, tıpkı namazı ve haccı terk eden kimse gibi kafirdir.

İmam Sadık (a.s) çok önemli ve dikkate değer bir hadisinde zekatın felsefesine işaret ederek şöyle buyurmuştur:

“Zekat, zenginleri denemek ve fakirlerin ihtiyacını gidermek için farz olmuştur. Eğer insanlar malının zekatını ödeyecek olsalardı, muhtaç ve fakir bir müslüman bulunmazdı. Böylece Allah’ın kendisine takdir ettiği hak sebebiyle ihtiyaçsız hale gelirdi. İnsanlar, sadece zenginlerin günahkarlıkları ve farz haklarını kendilerine vermemeleri sebebiyle fakir, yoksul, aç ve çıplak kalmaktadırlar. Dolayısıyla da Allah’ın, servetindeki hakkını yoksula vermeyen kimseyi rahmetinden mahrum kılması bir haktır. Allah’a yemin olsun ki çölde ve denizde zayi olan her mal, zekatının verilmemesi sebebiyledir.”[36]

Fatımat’uz- Zehra (a.s) Peygamber’in (s.a.a) mescidindeki hikmet dolu ve eşsiz konuşmasında, zamanın hükümetini, Kur’ân ayetleri ve Peygamberin sünneti esasınca yargılarken halka şöyle buyurmuştur: “Allah, sizleri şirkin pisliğinden temizlemek için imanı farz kılmıştır; namazı kibir hastalığından kurtarmak için farz kılmıştır; zekatı ise cimrilik pisliğinden temizlemek için farz kılmıştır.”[37]

İmam Rıza (a.s) ise hizmetçisine şöyle buyurdu: “Bugün Allah yolunda bir şey verdin mi?” O: “Allah’a yemin olsun ki hayır” deyince, İmam (a.s) şöyle buyurdu: “O halde Allah bize, neden dolayı mükafat versin?”[38]

Ölçü ve Tartıyı Eksik Tutmak

Eksik satmak, müşterinin malını eksik tartmak, ölçü ve tartıyı eksik tutmak, tartarken malı eksik tartmak, bütün bunlar, Kur’ân ayetleri ve Ehl-i Beyt (a.s) rivayetleri esasınca haramdır ve büyük günahlardan sayılmıştır. Kur’ân’ın 114 suresinden biri bu konuya özgü kılınmıştır ve bu surenin ilk ayetlerinde bu büyük günaha, ağır hıyanete ve bu işin azabına işaret edilmiştir:

“İnsanlardan, kendileri bir şeyi ölçerek aldıkları zaman tam alan; ama onlara bir şeyi ölçüp tartarak verdiklerinde eksik tutan kimselerin vay haline! Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar âlemlerin Rabbinin huzurunda dururlar. Allah’ın buyruğundan dışarı çıkanların yazısı, muhakkak “Siccin” adlı defterdedir.” [39]

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim, ölçü ve tartıda hıyanet ederse, yarın kıyamet günü cehennemin derinliklerine atılır, ateşten iki dağ arasına yerleştirilir ve ona şöyle denir: “Bu dağları tart.” O sürekli bu işle meşgul olur.”[40]

Değerli “Minhac’us- Sadıkin” adlı tefsirde, Mutaffifin suresinin ayetlerinin açıklamasında, Allah Resulünden (s.a.a) çok önemli bir rivayet nakledilmiştir. Bu rivayetlerin birinde Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Beş şey, beş şey karşılığındadır.” Şöyle denildi: “Ey Allah’ın Resulü! Onlar nedir?” Peygamber (s.a.a) buyurdu: “Bir topluluk ahdini bozunca, Allah, düşmanlarını onlara üstün kıldı. Çirkin zina işi onlarda ortaya çıkınca, onlar arasında ölüm yaygınlaştı. Allah’ın hükmüne aykırı hüküm ve yalan ortaya çıkınca da onlarda fakirlik ve yoksulluk ortaya çıktı. Zekat vermeyince de onlara yağmur yağdırılmadı. Tartıyı eksik tutunca da bitkiler onlardan esirgendi ve büyük bir kuraklık belasına duçar oldular.”

“Ey Allah’ım! Nimetleri değiştiren günahlarımı bağışla.”

Nimetlerin Değişmesine Neden Olan Günahlar

Nimetlerin değişmesine ve onların yerine belaların, musibetlerin, müşkülatların, zorlukların, azapların ve cezaların geçmesine neden olan günahlar, İmam Seccad’ın (a.s) buyurduğu üzere beş günahtır: 1- İnsanlara zulmetmek 2- Hayra alışma ruhunu kaybetmek 3- İyilikten uzak durmak 4- Nimete küfranda bulunmak 5- Şükrü terk etmek.

İnsanlara Zulmetmek

İnsanlara zulmetmek, oldukça çirkin bir günah, ağır bir suç ve şeytani bir iştir. Zulüm bir darı tanesi kadar bile olsa çirkindir ve şüphesiz bu zulüm miktarınca kıyamette insan hesaba çekilecektir.

“Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz.”[41]

Hayrı Adet Etme Alışkanlığını Kaybetmek

Hak Teala’nın yardımıyla insanda ortaya çıkan ve bu sebeple de insanın yüzüne ilahi rahmet kapılarının açıldığı bütün olumlu ve hayır işlerindeki adet ve ruh haletleri, insanı bütün vücuduyla koruması gereken değerli nimetlerdendir. İnsan, tüm vücuduyla onları korumalı ve vesvesecilerin, şeytanların ve yağmacıların, bu ilahi nimeti insanın elinden almaması için çok dikkatli davranmalıdır.

Marifet elde etmeye adet etmek, tevazu, sabır ve tahammül haleti, Hak Teala’nın kullarına hizmete adet etmek ve bu tür ruh haletleri, bir takım tehlikelerle karşı karşıyadır ve insan sürekli bu tehlikelerden korunma hususunda dikkat etmelidir. İnsan eğer, olumlu adetler karşısında gevşeklik gösterecek, bu adetlerin zayıflaması karşısında lakayt davranacak olursa, sonunda bu büyük nimet, insanın elinden çıkacaktır. Böylece de günah ve suç işlemiş olacaktır. Dolayısıyla, böyle bir kimse de kendi hayatında ilahi nimetlerin değişmesini beklemelidir.

İyilikten Sakınmak

İyi işler yapmak ve insanlara ihsanda bulunmak, iman ve insanlığın nişanelerinden biridir. İyi kimseler Kur’ân-ı Kerim ayetleri esasınca, Hak Teala’nın muhabbetine mazhardır.

“Allah ihsan edenleri sever.”[42]

İyi kimseler, hiçbir şartlar altında insanlara iyilik ve ihsanda bulunmaktan el çekmemelidirler. İnsanlara iyilik ve ihsanda bulunmak, hakikatte Allah’a ibadet etmektir ve de bunun mükafat ve sevabı, çok büyüktür. Merhamet sahibi Allah’ın hoşnutluğuna sebep olmaktadır.

Şüphesiz iyilikten el çekmek, büyük bir günahtır ve sonuç olarak da Allah’ın özel feyizlerinden mahrum kalmasına, güzel ahlaktan soyutlanmasına, Hakk’ın rahmetinden mahrumiyetine ortam sağlamasına ve hesapsız mükafattan mahrumiyete sebep olmaktadır.

Nimete Karşı Nankörlükte Bulunmak

Nimete karşı nankörlük etmek de büyük bir günahtır ve Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle, şiddetli bir azaba neden olmaktadır.

“Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz ki azabım şiddetlidir.”[43]

Nimete karşı nankörlük etmenin en çirkin yüzü, nimeti; günahlar, suçlar, haram şehvetler ve diğerlerinin uygunsuz istekleri yolunda harcamaktır.

Şükrü Terk Etmek

İnsanın ruhi ve cismi gelişimi için her türlü maddi ve manevi nimetleri kendisine veren Hak Teala’ya karşı şükretmek de farz ve gerekli bir iştir. Bu şükrü terk etmek insaf ve mürüvvete aykırıdır, insanlık makamından uzak bir davranıştır.

Şükrün hakikati; nimeti ve nimet vereni tanımaktır. Özellikle de kendisine verilen nimeti, nimet sahibinin emrettiği yerlerde harcamaktır. Kalp nimetine şükretmek ise; kalbi Allah’a iman, kıyamete yakin, peygamberlere, imamlara, Kur’ân’a ve meleklere inanmakla süslemektir. Göz nimetinin şükrü ise; Hak Teala’nın kudret ve azametini anlamak için tabiat dünyasını seyretmek, ilim tahsil etmek, Kur’ân okumak ve de ilahi haramlardan onu korumaktır.

Kulak nimetinin şükrü ise; hak işitmek, hakikatleri duymak, batıl şeylerden, şarkılardan, gıybetlerden, iftiralardan ve şeytani oyunları evde bulundurmaktan sakınmaktır.

Dil nimetinin şükrü ise; güzel söz söylemek, insanlara karşı hayır dilemek, onların olumlu sorularına cevap vermek, yolunu kaybedenlere kılavuzluk etmek, Kur’ân okumak, namaz kılmak ve gıybet, yalan, iftira, temelsiz söylentiler, batıl sözler, insanlarla alay etmek, Allah’ın kullarını aşağılamak gibi günahlardan sakınmaktır.

Karın ve mide nimetinin şükrü ise; ölçülü yemek, helal şeylerden yemek ve karnı haram şeylerle doldurmaktan uzak durmaktır.

Şehvet nimetinin şükrü ise; şehveti kendi evlilik yolunda tüketmek ve onu haram işlerden uzak tutmaktır.

Ayak nimetinin şükrü ise; camilere gitmek, ilmi toplantılara katılmak, akrabaları ve dini kardeşleri görmeye gitmek ve insanların sorunlarını halletmek için yürümektir.

Mal nimetinin şükrü ise; malı, eşi ve çocukları için harcamak, fakir akrabalara yardımda bulunmak, hayırlı işlerde kullanmak, zekat vermek, humus vermek, infakta bulunmak ve sadaka vermektir. Şükrün bir göstergesi olan bu tür işleri terk etmek ise günah ve suçtur. Nimetlerin bela, azap ve musibetlerle yer değiştirmesine de neden olmaktadır.


“Allah’ım! Duayı (müstecap olmaktan) alıkoyan günahlarımı bağışla.”

Duanın Müstecap Olmasının Engelleri

İmam Seccad (a.s) duanın icabetine engel olan günahların şu yedi günah olduğunu bildirmektedir:

1- Kötü niyet 2- Çirkin gizli sıfatlar 3- Dini kardeşlerine karşı nifak ve iki yüzlülük üzere davranmak 4- İcabet vakitlerini kaçırmak 5- Vakitleri geçinceye kadar farz namazları ertelemek 6- Allah’a yakınlık vesilesi olan sadaka ve iyiliği terk etmek 7- İnsanlara karşı konuşmalarında çirkin ifadeler kullanmak ve dili kötü sözlerle kirletmek.[44]

Kötü Niyet

Niyet; kastetmek, yönelmek ve irade etmek anlamındadır. İslam, insandan, bütün insanlara, hatta hayvanlara ve canlı varlıklara karşı hayır niyeti içinde olmasını istemektedir. İnsan her şey için hayır, hoşluk, saadet ve esenlik dilemelidir. Gücü yettiğince insanlara iyilik etmeye niyetlenmelidir ve onların sorunlarını halletmeye çalışmalıdır.

Hayırlı, temiz ve doğru bir niyet, çok değerlidir ve de bunun çok büyük bir sevabı ve mükafatı vardır.

İmam Sadık’tan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Fakir mümin bir kul şöyle der: “Ey Rabbim! Bana rızk ver ki, falan hayırlı işler ve iyilikler hususunda şöyle böyle yapayım.” Allah o kulun niyetinin doğru olduğunu bildiği zaman, niyet ettiği şeylerin tümünü yapmış gibi amel defterine o işlerin sevabını yazar. Zira Allah rahmeti geniş ve yücelik sahibidir.”[45]

Şöyle rivayet edilmiştir: “Bir şahıs açlık içinde bir kum tepesinden geçiyordu. Kendi içinden şöyle dedi: “Eğer bu kumlar yiyecek olsaydı, onu insanlar arasında paylaştırırdım.” Allah Peygamberine ona şöyle demesini vahyetti: “Şüphesiz Allah sadakanı kabul etti ve niyetinin güzelliğini kabul buyurdu. Mükafatını bu kumlar yiyecekmiş ve de sen sadaka vermişsin gibi sana ihsanda bulundu.”[46]

İnsanın, bütün insanlara ve hatta bütün varlıklara karşı kötü niyetten ve şeytani maksattan uzak durması farzdır. Zira bozuk niyet, kirli kasıt ve kötü maksat, insanın içini karartmaktadır, batınını kirletmektedir ve insanda günah, suç, zulüm, Allah’ın kullarına tecavüz ortamını eline getirmektedir.

Çirkin Gizli İş

Nifak, su-i zan, kin, kendini beğenmişlik, riya, kibir, gurur, cimrilik, hırs, tamah, haset ve Allah’ın düşmanlarına muhabbet büyük ve tehlikeli günahlardandır. Ayrıca da dünyevi kötü etkileri ve uhrevi azabı vardır. Duanın müstecap olmasına engel teşkil etmektedir.

İmam Sadık (a.s) münafık hakkında şöyle buyurmuştur: “Ayıpları araştıran, kötüleyen ve insanların yüzsuyunu döken kul, kötü bir kuldur. O bir yüzle karşılar ve başka bir yüzle, yüz çevirir.”[47]

Su-i Zanda Bulunmak

Allah’a, ilahi velilere ve müslüman halka su-i zanda bulunmak ve kötü düşünmek de oldukça çirkin günahlardan biridir. İnsanın kalbinde, gizli olmasına rağmen amel defterine yazılmaktadır ve kıyamette de insan bundan dolayı hesaba çekilecektir ve insan için azap sebebi olacaktır. Meğer ki su-i zanda bulunan kimse, dünyada gerçek bir şekilde tövbe etme başarısını elde etmiş olsun.

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır.”[48]

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kendisinden başka ibadete layık olmayan Allah’a yemin olsun ki Allah, kendisine karşı su-i zanda bulunmak, O’nun rahmetine ümitli olma hususunda kusur etmek, kötü ahlaklı olmak ve mümin topluluğun gıybetini etmek dışında hiçbir mümin kimseye tövbe ettikten ve mağfiret diledikten sonra azap etmez.”[49]

Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: Mümin insanın derunu, iman ile süslenir, batını ahlaki güzelliğe sahip olur ve zahiri salih amelle birlikte olursa, Allah’ın mükafat ve rahmetine ümit bağlamalı ve güzel bir zanda bulunmalıdır. Hak Teala’ya karşı her türlü kötü ve yanlış düşünceden sakınmalıdır.

Yüzlerine tövbe yolu açık olan, günahlarını telafi etme ortamı bulunan kimseler, Hak Teala’nın Kur’ân’da günahkarların suçunu bağışlamayı vaad etmesine teveccüh ederek, Rabbine karşı tövbeleri kabul etme hususunda kötümser olmamalıdırlar. Aksine Hak Teala’ya karşı güzel zan içinde olmaları ve bu yolda kendilerini ilahi rahmete mazhar kılmaları farzdır.

Eşsiz hadis bilgini Allame Meclisi, Allah hakkında hüsn-i zan veya su-i zanda bulunma hadisini şerh ederken şöyle buyurmaktadır: “İnsan bağışlama dilerken iyimser olmalıdır ki Allah da onu bağışlasın. İnsan tövbe edip Hak Teala’ya dönünce, bilmelidir ki Allah da onu kabullenecektir. İnsan hakikat üzere dua ettiğinde, bu duasının icabet edileceğine yakin etmelidir. Herhangi bir iş hususunda Allah’tan yardım dileyince, bilmelidir ki Allah onun işine kifayet etmektedir. Allah için bir amel yaptığında da bilmelidir ki Allah o ameli kabul edecektir. Bütün bunlar, Allah’a hüsn-i zanda bulunmaktır. Bunun tersi ise, Hak Teala’ya kötü zanda bulunmaktır ve bu da büyük günahlardan sayılmıştır ve bu günaha da azap vaad edilmiştir.”[50]

İnsanın iman ve İslam ehlinden gördüğü ve zahiri hoş olmayan işler hakkında su-i zanda bulunmaya ve kötümser olmaya hakkı yoktur. Aksine mümkün olduğu kadar müminlerin ve Müslümanların işini sıhhat ve doğruluğa yorumlamalıdır. Örneğin: Eğer bir kimse bir mümini günah toplantısında görecek olursa, o toplantıda her türlü kumar, aletleri ve şarap içme vesileleri olsa dahi şaşırmamalı, içinden soğuk bir ah çekmemeli, elini eline vurmamalı, o müminin imandan ayrıldığını sanmamalı ve fısk ve fücur ehline katıldığını düşünmemelidir. Bu su-i zanda bulunmak ve kötümserlik, Kur’ân ve Ehl-i Beyt rivayetleri açısından haramdır ve ilahi ceza ve azaba sebep olmaktadır. Aksine bu kimse, Peygamber ve Ehl-i Beyt’in (a.s) emirleri esasınca, kendi batınında tam bir huzur ve itminan içinde şöyle demelidir: “Ne mutlu bu mümin kardeşime ki merhamet sahibi Allah, ona bu günah meclisinde iyiliğe emretme ve münkerden sakındırma ve sapıkları uçuruma yuvarlanmaktan kurtarma başarısını vermiştir. Keşke böyle bir şey bana da nasip olsaydı da günah hastalığını tedavi edebilseydim. Şeytanın esiri olanları esaretten kurtarabilseydim ve bu yolla da büyük bir mükafata ve sevaba erişebilseydim.

Kin

Her Müslümanın, bütün insanlığa karşı sevgi ve ilgi beslemesi gerekir. Elbette Kahhar olan Allah’ın izin vermediği kimseler bunun dışındadır.

İnsanlara karşı kin beslemek, insanın sıla-i rahimden, iyilikten, iyilik etmekten ve çeşitli hayır işlerden mahrum kalmasına sebep olmaktadır.

İnsanlara karşı kin beslemek, kalbi kirletmekte, ruhu karartmakta, düşünceleri zulmani kılmakta ve Allah’ın rahmetinden uzak tutmaktadır.

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Cebrail benim yanıma geldiği her defasında mutlaka şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! İnsanlara karşı kin beslemekten ve onlara düşmanlık etmekten sakın.”[51]

Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Cehaletin başı, insanlara düşmanlık etmektir.”[52]

Hakeza Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara düşmanlık etmek, cahillerin ahlakındandır.”[53]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara düşmanlık etmekten sakın. Şüphesiz ki bu insanı helak eder ve ayıplarının ortaya çıkmasına neden olur.”[54]

Kendini Beğenmişlik

Kendini beğenmişlik, amellerinden razı olmak, böbürlenmek ve bu işlerle diğerline karşı üstünlük satmaya kalkmak çok çirkin bir günahtır.

İnsan Allah’ın kuludur, hayatı ve ölümü de Allah’ın elindedir. Rızkı, yiyeceği Allah tarafındandır. Kulluk ve ibadet başarısı da Allah’ın verdiği bir inayettir. Yaptığı her iyi iş ve salih amel Allah’ın iradesiyledir. Bu gerçekler esasınca insanın böbürlenme ve kendini beğenme diye ifade ettiğimiz şeytani halete kapılmasının hiçbir yeri yoktur.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim böbürlenirse helak olur.”[55]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Alimin biri ibadet eden birinin yanına geldi ve ona şöyle dedi: “Nasıl namaz kılıyorsun?” O şöyle cevap verdi: “Benim gibi birine mi “nasıl namaz kılıyorsun?” diye soruyorsun? Ben, baştan beri şöyle ve böyle Allah’a ibadet ediyorum.” Alim şöyle dedi: “Ağlaman nasıldır?” İbadet ehli şöyle dedi: “O kadar ağlıyorum ki gözlerimden yaşlar boşalıyor.” O alim şöyle dedi: “Eğer güler ve Allah’tan korkarsan, bu senin için ağlayıp kendinle böbürlenmekten daha iyidir. Gerçekten her kim böbürlenirse, onun hiçbir ameli yukarı (Allah nezdine) çıkmaz.”[56]

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah Davud’a şöyle buyurdu: “Ey Davud! Günahkarları müjdele ve doğruları korkut.” O şöyle arzetti: “Nasıl olur da günahkarları müjdeler ve doğruları korkuturum?” Allah şöyle buyurdu: “Ey Davud! Günahkarlara müjde ver ki ben tövbeyi kabul ederim ve günahları bağışlarım. Doğruları da korkut ki sakın amelleriyle böbürlenmesinler ve kendini beğenmesinler. Zira ben kulumu hesaba çekecek olursam, mutlaka helak olur.”[57]

Riya

İnsanların dikkatini çekmek için hayırlı işler ve ibadetlerinde gösteriş yapmak haramdır ve de Allah’ın gazabına sebep olmaktadır. Kur’ân-ı Kerim namaz kılan bir grup kimseyi bu riya sebebiyle, kınamış ve şöyle buyurmuştur: “Vay o namaz kılanların haline ki: Onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar.”[58]

Bir şahıs Allah Resulüne (s.a.a) şöyle arzetti: “Kurtuluş nededir?” Peygamber şöyle buyurdu: “İbadetini insanların dikkatini çekmek için yapmamasındadır.”[59]

Bir rivayette şöyle yer almıştır: “Bir şahıs, cihat meydanlarında öldürülür, diğer bir şahıs ise servetini Allah yolunda infak eder, başka bir şahıs ise Kur’ân okur. Allah onlardan her birine şöyle der: “Sen falan cihat etmek işinde yalan söyledin. Sadece kendin için, “Falan kimse çok cesurdur” denilmesini arzuladın. Sen de infak konusunda yalan söyledin ve de, “Falan kimse cömerttir” denilmesini istedin ve sen de Kur’ân okumak hususunda yalan söyledin ve kendine, “Falan kimse Kur’ân okuyan kimsedir” denilmesini istedin.”

Resulullah (s.a.a) daha sonra şöyle buyurmuştur: “Bunlara mükafat verilmez, gösteriş ve riyaları onların amelini rüzgara savurmuştur.”[60]

Bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala meleklerine şöyle buyurmuştur: “Bu kimse, ameli hususunda beni kastetmemiştir. Dolayısıyla onu cehenneme atınız.”[61]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” Kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Küçük şirk nedir?” diye sorulunca da Peygamber: “Riyadır” diye buyurdu.[62]

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah, içinde zerre kadar riya bulunan bir ameli kabul etmez.”[63]

Şeddad b. Evs şöyle diyor: “Allah Resulünü ağlarken gördüm ve şöyle dedim: “Neden ağlıyorsunuz?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ümmetim hakkında şirkten korkuyorum. Bunlar artık put, güneş, ay ve taşa tapmazlar. Ama amelleri, riya ve gösteriş sebebiyle zayi olur.”[64]

Kibir

İster Hak Teala, ister insanlar, ister Allah, Peygamber, İmamların emirleri ve isterse de şefkatli hayır dileyen kimseler karşısında olsun, kibirlenmek ve büyüklenmek, şeytani bir ahlak ve İblisi bir halettir. İblis, Hak Teala’nın emri karşısında kibre kapıldığı sebebiyle sürekli Hak Teala’nın rahmetinden mahrum kalmıştır ve ebedi olarak Allah’ın huzurundan kovulmuştur, lanete mazhar olmuştur, sürekli azap içinde olacaktır.

Kibre kapılan kimsenin mutsuzluğu, sefaleti ve şekaveti o kadar büyüktür ki Allah’ın sevgi ve merhamet ve muhabbet çerçevesinden dışarıdadır.

“Şüphesiz Allah kibirli olanları sevmez.”[65]

Kibre kapılan kimse ve günahının ağırlığı için, Kur’ân-ı Kerim’in kendisini cehennem ehlinden sayması yeterlidir.[66]

Evet, kendini başkalarından büyük görmez, kendini bütün işlerde merkez ve ölçü kabul etmek, Hak Teala’nın emirlerini kabul etmekten sakınmak, ibadet ve kulluktan yüz çevirmek ve “ben daha iyi anlıyorum” amacıyla, her türlü hak ve hakikat karşısında surat asmak büyük günahlardandır ve Allah-u Teala’nın kendisine elim bir azap vaad ettiği suçlardan sayılmaktadır. İnsanlara karşı, ilim, bilgi, amel, ibadet, hasep, nesep, ziynet, cemal, servet, mal, kuvvet, kudret, dost ve arkadaş çokluğu sebebiyle böbürlenmek ve kirlenmek oldukça çirkin ve fevkalade kötü bir iştir.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kibir ve böbürlenmek, azamet ve şeref, yücelik ve büyüklük Allah’a özgüdür; bunlardan herhangi bir şey elde etmek isteyen kimseyi, Allah yüz üstü cehenneme atar.”[67]

İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.”[68]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, cehennemde “sakar” diye adlandırılan kibir sahipleri için hazırlanmış bir vadi vardır. Bu vadi şiddetli hararet sebebiyle aziz ve celil olan Allah’a şikayette bulunur ve Allah’tan bir nefes çekmesi için kendisine izin vermesini ister. Bunun üzerine bir nefes çekince, cehennemi yakar.”[69]

Abdula’la şöyle diyor: “İmam Sadık’a (a.s) kibir nedir?” diye sorulunca İmam şöyle buyurdu: “Kibrin en büyük mertebesi, hakkı küçümsemen, insanları hor saymandır.” Ben şöyle arzettim: “Hakkı küçümsemek nedir?” İmam şöyle buyurdu: “Hakkı anlamazlıktan gelmek ve ehlini kınamaktır.”[70]


[1] - Meani’l- Ahbar, s. 269

[2] - Kasas, 76

[3] - Şura, 27

[4] - Meryem, 28

[5] - Bihar, c. 72, s. 273, 70. bab, 1. hadis

[6] - Bihar’ul- Envar, c. 75, s. 263, 23. bab

[7] - Bakara, 14

[8] - Kafi, c. 2, s. 351, Bab-u men Ezell’el-Müslimin, 2. hadis

[9] - Kafi, c. 2, s. 351, Bab-u men Ezell’el-Müslimin, 6. hadis

[10] - Hucurat, 11

[11] - Nahl, 91

[12] - Bakara, 27

[13] - İsra, 34

[14] - Maide, 1

[15] - Kafi, c. 2, s. 290, Babun Fi Usul’il- Kufr, 8. Hadis ve Gonahan-i Kebire, c. 1, s. 372

[16] - Kafi, c. 2, s. 239, Bab’ul- Muminun ve Alamatihi, 28. hadis, az bir farklılıkla ve Gonahan-i Kebire, c. 1, s. 372

[17] - En’am, 121

[18] - Bihar’ul- Envar, c. 68, s. 329, 81. bab, 1. hadis

[19] - Bihar’ul- Envar, c. 68, s. 333, 81. bab, 9. hadis

[20] - Bihar’ul- Envar, c. 68, s. 336, 81. bab, 20. hadis

[21] - Kafi, c. 2, s. 69, Bab’ul- Havf-i ve’r- Reca, 8. hadis

[22] - Yalan ile ilgili rivayetler, Kafi, c. 2, s. 38; Vesail’uş- Şia, c. 12, s. 243, 138. bab; Müstedrek’ül- Vesail, c. 9, s. 83, 120. bab, Bihar’ul- Envar, c. 69, s. 232, 114. babda detaylı bir şekilde yer almıştır.

[23] - Yasin, 15

[24] - Al-i İmran, 61

[25] - Zümer, 3

[26] - Müstedrek’ül- Vesail, c. 17, s. 416, 6. bab, 21714. hadis

[27] - Bihar’ul- Envar, c. 49, s. 259, 114. bab, 25. hadis

[28] - Bihar’ul- Envar, c. 69, s. 259, 114. bab, 21. hadis

[29] - Bihar’ul- Envar, c. 69, s. 262, 114. bab, 40. hadis

[30] - Tevhid-i Saduk, s. 72, Bab’ut- Tevhid ve Nefy’it- Teşbih

[31] - Bihar’ul- Envar, c. 46, s. 261, 114. bab, 37. hadis

[32] - Bihar’ul- Envar, c. 69, s. 261, 114. bab, 38. hadis

[33] - Cami’ul- Ahbar, s. 173

[34] - Maide, 44, 45, 47

[35] - Günahan-i Kebire, c. 2, s. 365

[36] - Vesail’uş- Şia, c. 3, s. 12, 1. bab, 11392. hadis

[37] - Bihar’ul- Envar, c. 29, s. 223, 8. hadis

[38] - Gonahan-i Kebire, c. 2, s. 223

[39] - Mutaffifin, 1- 7

[40] - Gunahan-i Kebire, c. 1, s. 418

[41] - Enbiya, 47

[42] - Al-i İmran, 134

[43] - İbrahim, 7

[44] - Meani’l- Ahbar, s. 269

[45] - Mehaccet’ul- Beyza, c. 8, s. 106, Kitab’un- Niyet ve’s- Sıdk ve’l- İhlas

[46] - Mehaccet’ul- Beyza, c. 8, s. 104, Kitab’un- Niyet ve’s- Sıdk ve’l- İhlas

[47] - Sevab’ul- A’mal, s. 269, İkab-u Men Kane Zu Vecheyn ve Kalb-i Selim, s. 61

[48] - Hucurat, 12

[49] - Kafi, c. 2, s. 71, Bab-u Husn-i Zanni Billah, 2. hadis; Bihar’ul- Envar, c. 67, s. 365, 59. bab, 14. hadis

[50] - Bihar’ul- Envar, c. 67, s. 365, 59. bab, 14. hadisin altında

[51] - Kafi, c. 2, s. 301, Bab’ul- Mirai ve’l- Husume, 5. hadis

[52] - Gurer’ul- Hikem, s. 461, 10570. hadis ve Mizan’ul- Hikmet, c. 2, s. 874, el-Cehl, 2859. hadis

[53] - Gurer’ul- Hikem, s. 462, 10578. hadis ve Mizan’ul- Hikmet, c. 2, s. 874, el-Cehl, 2859. hadis

[54] - el-İhtisas, s. 230, Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3508, el-Edavet, 12307. hadis

[55] - Kafi, c. 2, s. 313, Bab’ul- Ucb, 2. hadis

[56] - Kafi, c, 2, s. 313, Bab’ul- Ucb, 5. hadis

[57] - Kafi, c. 2, s. 314, Bab’ul- Ucb, 8. hadis

[58] - Maun, 4- 6

[59] - Mehaccet’ul- Beyza, c. 6, s. 139- 141, Kitab-u Zemmi Cah ve’r- Riya

[60] - a.g.e.

[61] - a.g.e.

[62] - a.g.e.

[63] - a.g.e.

[64] - Muhecccet’ul- Beyza, c. 6, s. 139- 141, Kitab-u Zemm’il- Cah ve’r- Riya

[65] - Nahl, 23

[66] - Nahl, 29

[67] - Bihar’ul- Envar, c. 70, s. 213, 130. bab, 3. hadis

[68] - Kafi, c. 2, s. 310, Bab’ul- Kibr, 6. hadis

[69] - Kafi, c. 2, s. 310, Bab’ul- Kibr, 10. hadis

[70] - Kafi, c. 2, s. 311, Bab’ul- Kibr, 12. hadis