Kumeyl Duasının Şerhi-5

“Allah’ım! Benim bela indiren günahlarımı affet!”

Belaların İnmesine Neden Olan Günahlar

Belaların inmesine neden olan günahlar üç tanedir:

1- Bağrı yanmış, hüzünlü bir kimsenin feryadına aldırış etmemek. 2- Mazluma yardımı terk etmek. 3- İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevini yerine getirmemek.

Bağrı Yanık Hüzünlü Kimsenin Feryadına İtina Göstermemek

Mali bir zarara uğrayan insan veya değerli yakınlarından birini kaybeden bir kimse veya başka bir sıkıntıya uğramış bir kul, dini kardeşlerinden bu hüzün, sıkıntı, dert ve acısını gidermesini istediği takdirde, insani ahlak ve duygularda onun yardımına koşulmasını, sıkıntı ve dertlerinin azalmasında ona yardımcı olmasını gerektirmektedir.

Hüzünlü ve bağrı yanık insanların feryadını işittiği halde onlara yardıma koşmayan kimseler, Müslüman değillerdir. Aksine onlar, ademiyet ve insanlık sınırından bile dışarı çıkmışlardır.

Sen ki diğerlerinin dertlerinden dertsizsin,

Layık değilsin ki adına insan denilsin.

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kim sabahlar da Müslümanların işlerine önem vermezse, Müslüman değildir.”[1]

Başkalarına yardım etmek, Müslümanların işlerine özen göstermek ve özellikle de feryat edenlerin feryadına koşmak işi, Hak Teala’nın bir emri, İslam Peygamberi ve büyük İmamların tavsiyeleridir. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir müminin dert ve sıkıntılarını gideren kimsenin, Allah da ahiretteki sıkıntı ve dertlerini giderir ve bu kimse serin bir kalple mezarından çıkar. Her kim bir müslümanın açlığını giderirse, Allah ona cennet meyvelerinden yedirir. Her kim de bir suyla müslümanın susuzluğunu giderecek olursa, Allah da mühürlü hâlis bir içkiyle onun susuzluğunu giderir.”[2]

Altıncı İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim zorluk ve sıkıntı zamanında, susuz ve hüzünlü bir mümin kardeşinin feryadına koşar, hüzün ve ihtiyaçlarını gidermeye yardımcı olursa, Allah kendi tarafından ona yetmiş iki rahmet yazar. Öyle ki bu yetmiş iki rahmetten birini dünyada hayat işlerinin düzelmesi için öne alır, yetmiş bir rahmeti ise kıyamet korkusu ve dehşeti için stok eder.”[3]

Mazlum Kimselere Yardım Etme

Mazlumlara ve zulme uğrayan kimselere yardım etmek de İslam’da o kadar değerli ve önemli bir şeydir ki Müminlerin Emiri (a.s) ömrünün son aylarında Ramazan ayının 21. gecesinde oğullarına, özellikle de İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e (a.s) yaptığı tavsiyelerin birinde şöyle buyurmuştur: “Zalime karşı düşman, mazluma karşı ise yardımcı olunuz.”[4]

Evet, zulüm ve zalim karşısında ve de mazlum kimseye oranla, ortaya konulmuş olan bu tarz davranış, İslam’ın ve müminin en güzel pratik şiarlarından biridir.

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Her kim mazlumun hakkını zalimden alacak olursa, cennette benimle arkadaş olur.”[5]

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir mazlumu gördüğün zaman, ona zalimin aleyhinde yardımcı ol.”[6]

Hakeza Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “En güzel adalet, mazluma yardım etmektir.”[7]

İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Bir mümin, mazlum olan bir mümine yardım ettiği takdirde bu yardımı, bir aylık oruçtan ve Mescid’ul Haram’da itikafa girmekten daha üstündür. Bir mümin, gücü yettiği halde mümin kardeşine yardımcı olursa, Allah da dünya ve ahirette ona yardım eder. Her kim de mümin kardeşine yardım edebildiği halde yardım etmezse, Allah-u Teala onu dünya ve ahirette kendi haline bırakır.”[8]

Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “İzzet ve celalime andolsun ki, şüphesiz dünya ve ahirette zalimden intikam alacağım ve her kim bir mazlumu görür de ona yardım etmeye gücü yettiği halde yardımda bulunmazsa, kesinlikle ondan intikam alacağım.”[9]

İyiliği Emretme ve Kötülükten Sakındırma Görevini Yerine Getirmeme

İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, ilahi farzlardan iki önemli farzdır. Şartlara sahip olan, yani iyiliği ve kötülüğü tanıyıp iyilik sahibi olan ve de kötülüklerden uzak duran kimselerin icra etmesi gereken dini farzlardan iki tanesidir. Bu iki farzı terk ve zayi etmek, büyük bir günahtır ve de belaların inişine neden olmaktadır. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, dinin en büyük merkezi ve bütün Peygamberlerin ihya etmek için gönderildiği çok önemli hakikattir.

Eğer bu iki farzla amel edilmez ve bu konuda ilim ve amel ortadan kalkacak olursa, nübüvvet hareketi bitecek, din ortadan kalkacak, sapıklık her yeri kaplayacak, cehalet ve bilgisizlik her yere yayılacak, halkın bütün işlerine bozukluk girecek, şehirler yıkılacak ve insanlar helak kuyusuna yuvarlanacaklardır.

Kur’ân şöyle buyurmuştur: “Sizden; iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve kötülükten men eden bir cemaat olsun. İşte kurtuluşa erişenler yalnız onlardır.”[10]

Hakeza: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar.”[11]

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizler ya iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız ya da Allah sizlere kötülerinizi egemen kılar da iyileriniz dua ettiği halde kendilerine icabet edilmez.”[12]

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların gelip geçtiği sıkı caddelerde oturmaktan sakınınız.” Ashap şöyle dediler: “Biz bundan sakınamayız. Zira oralar bizim konuştuğumuz yerlerdir.” Peygamber şöyle buyurdu: “Eğer çareniz yoksa o halde caddenin hakkına riayet ediniz.” Ashap şöyle dedi: “Caddenin hakkı nedir?” Peygamber şöyle buyurdu: “Gözünüzü namahreme yummak, insanlara eziyet etmekten sakınmak, selamın cevabını vermek, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmaktır.”[13]

Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanın iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak dışındaki bütün sözleri, kendi aleyhinedir, lehine değil.” [14]

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Şuayb’a şöyle vahyetti: “Kavminden yüz kişiye azap edeceğim. Bunlardan kırk bini kötülerden, altmış bini ise iyilerden olacaktır.” Şuayb şöyle arzetti: “Ey Allah’ım! Kötülere azap etmek kendi yerinde doğrudur, ama iyilere neden?” Allah şöyle vahyetti: “İyiler, kötülere nasihat etmediler, onları kötülüklerden alıkoymadılar, onlara itirazda bulunmadılar ve benim gazabım için onlara gazaplanmadılar.”[15]

Has’em kabilesinden bir şahıs, Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! İslam’ın en iyi ilkesi nedir?” Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah’a iman etmek.” O şahıs: “Ondan sonra ne?” diye arzetti. Peygamber: “Sıla-i rahim” diye buyurdu. Daha sonra: “Ondan sonra nedir?” diye sorunca da Peygamber şöyle buyurdu: “İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak.” O şahıs: “Hangi amel Allah nezdinde en çok nefret edilen şeydir?” diye sorunca da Peygamber şöyle buyurdu: “Allah için şirk koşmaktır.” O şahıs: “Ondan sonra ne?” diye sorunca Peygamber: “Sıla-i rahimde bulunmamak.” diye buyurdu. O şahıs: “Ondan sonra ne?” diye sordu. Peygamber şöyle buyurdu: “Kötülüğü emretmek ve iyilikten alıkoymak.”[16]

“Allah’ım! İşlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları benim için bağışla.”

Günahın cazibesi ve suçun çekiciliği insanın kalbinde yer etmedikçe ve insanı bazen aykırı davranışlara maruz bırakınca bu, tahkik ehlinin istılahında “zenb” olarak adlandırılmaktadır. Ama bu halet, kalbe yerleşince, fen ehlinin tabiriyle, kalp için bir meleke haline gelince, artık insanı her zaman nerede, hangi konum ve şartlarda olursa olsun, günah ve suça sevk ediyorsa, bu lügat ehli nezdinde “hatıe” olarak adlandırılmaktadır.

Hz. Rabb’in dergahının dilencisi ve merhamet sahibi Allah’ın dergahının fakiri olan bir insan, kul ile Allah arasındaki hürmet perdelerini yırtan, azabın inmesine neden olan, nimetleri değiştiren, duanın isabet edilmesine engel teşkil eden, insana ağır belalar indiren günahlardan mağfiret diledikten sonra Rabbine şöyle der: “Ömrüm boyunca yapmış olduğum günahları ve hataları bağışla. İster küçük ister büyük, ister bilerek ister bilmeyerek, ister çocukluk döneminde ister gençlik, ister buluğ çağının ilk günlerinde, ister buluğun doruklarında, ister gizli ister açıkta yaptığım tüm günahları bağışla. Zira bütün hatalarımı ve günahlarımı senden başka bağışlayacak kimse yoktur. Zira sen Kur’ân-ı Kerim’de tam bir lütuf, merhamet, yücelik ve büyüklükle şunu ilan ettin: “Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir.”[17]

Ey Allah’ım! Adı kötü olan beni,

Gazel okuyan, mey içen dervişi,

Ki hayatın an be an zulmetlerinden,

Gece gibi karanlık olmuş hayatım.

Adım kötüye çıkmış benim,

Mutluluk kalbimde mutsuzluğa dönüşmüş.

Gonca da tıpkı solan gül gibi,

Gittikçe solmaya yüz tutmuştur.

Bela ateşinin kıvılcımlarından,

Ve biriken kaderin kazayı yıkamasından,

Düşüncemin gül dalları kurudu;

Köklerim kana pençe batırdı.

Gerçi benim işim hep suç ve hatadır,

Ama senden ümidim af ve ihsandır.

Bu günahkarlığıma bir rahmet et;

Suç ve günahlarımı bağışla.

Vuslat dergahına kendin yol ver;

Salim bir tabiat ve bilen bir kalp ver.

Has meyhanenin abidi kıl;

İhlas vadesini geçici kıl.

Kadehime başarı badesini dök;

Boğazıma kemale erme şarabını boşalt.

“Ey Allah’ım! Senin zikrinle sana yakınlık diliyorum”

Hicran Harabesi

Kalbin maddi işlere fazla ilgi duyunca, sonunda o maddi işler, kul ile Rab arasında ağır bir perde haline gelir. Şehvetlere haddinden fazla meyletmek ve lezzetlere gömülmek, bütün dakikalarını, anlarını, günlerini, gecelerini, haftalarını ve aylarını dünya hayatının metasını elde etmek için harcamak, cahiller ve gafillerle oturup kalkmak, salih ve hayırlı işlerden ayrı kalmak, yemek ve içmek hususunda israfa kaçmak, malları harcamada savurgan davranmak, halk ve akrabalarından habersiz olmak, farzları yapma hususunda gevşek davranmak, haramlara bulaşmak, İslami öğretilerden ve gerçeklerden habersiz olmak ve benzeri birçok şey hicran harabesinde yaşamanın delillerindendir.

Bu harabede yılan, karınca, sahtekarlık, hilekarlık, hayvani ve aşağılık sıfatlar, şeytanlık, sarhoşluk, yağma, yol kesicilik, yalan, riya, gösteriş, gıybet, iftira, şehvet, hıyanet, kirlilik, aşağılık, zina, hırsızlık, cinayet, kötülük, kibir, büyüklenmek, hırs, tamah, cimrilik, haset, kin, düşmanlık, gazap, günah ve suçtan başka bir şey bulunmaz.

Bu harabede insanlık hazinesi bir köşede şeytanların eline düşmüş, insanın değerli ömrü bu harabede zayi olmuş, manevi sermayeleri rüzgara savrulmuş, insan boş ve anlamsız bir halete bürünmüştür. İnsan oğlunu ebedi bir zarar ve ziyan kaplamış ve kalp yüzüne nankörlük, şirk, küfür ve nifak perdeleri gerilmiştir.

Bu harabede alış veriş pazarı, insan ve cinlerden şeytanların elindedir. Halkın çoğu, suret olarak insan, ama siret olarak hayvandırlar. Zahirleri tıpkı kafirlerin mezarı gibi ziynet ve süslerle doludur. Ama batınları cehennemin acı azaplarıyla dolup taşmaktadır.

Bu harabenin insanları, zahir görünümleri açısından insan, amel açısından hayvan, herkes dedi kodu ve lakırdıyla meşgul, vecd ve halden habersiz, onayladığı şeyler düşüncesiz, araştırmaları hakikatten uzak, boş işlerle uğraşan bir topluluk, uçmaya yarayan kanatlarını kaybetmiş, tümüyle sağır, kör, zan ve hayal içinde yaşayan, iman ve yakinden uzak kimselerdir.

Bu harabenin sakinleri, günah yudumlarından kendinden geçmiş, fısk ve fücur şahitleriyle sarmaş dolaş olmuş, ismet perdelerini yırtmış, her köşeden şehvet bayraklarını yükseltmiş, heva ve heves yataklarına yatmış, kötü erkekler, kötü kadınları kucaklamış, kızları hilekar, erkekleri zorba, gençleri kimliksiz ve işsiz, takipçileri fasık ve kötü, tavırlarıyla fare, yaptıklarıyla tavşan, birisi suretiyle yılan, diğeri siretiyle akrep, diğeri dişleriyle ısırmakta ve birisi de kuyruğuyla vurmaktadır. Bu harabenin adı tabiat, padişahı cehalet, orduları rezalet, maddeleri haram, işi ise insanı yok etmektir.

Vuslat Ülkesi

Hicran harabesine düşmüş bir kimsenin, akıl ve şeriat fetvasınca da faydasız ilgilerin ağır yükünü kalbinin omuzlarından yere indirmesi, vuslat ülkesine hicret ve yolculuk etmek için kanatlarını açması, aşk ve himmet ile harekete geçmesi ve zikir kudretinden yardım alarak marifet, fazilet, doğruluk, dürüstlük, emanet, gerçek, hak, hakikat, refah, sefa, heyecan, hal, kulluk, ibadet, şerafet, ilgilik, muhabbet, samimiyet, züht, kanaat, sabır, tevekkül, basiret, istikamet, sakınma, iffet, takva, gerçeklik, izzet, ihsan ve adalet ülkesine göç etmesi, Allah’a yakınlık makamının tadını tatması, sevgilinin vuslat gülünü koklaması, maşukun ahlakıyla ahlaklanması, peygamberler, doğrular, şehitler ve salihler gibi arkadaşlarla oturup kalkması farzdır.

Kur’ân, bütün çirkinlik ve kötülüklerden iyiliklere hicret ve hareketten ibaret olan bu yolculuk, bilinçli hareket ve aşıkça hicret hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah’a ve Peygamber’ine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah’a düşer. Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.”[18]

Talep çölünde çok gezmek gerek

İki alemde sevgiliyi aramak gerek

Yıllarca ömrünü gaflet uykusunda geçirdin

Bir müddet de hasta kalple geçmek gerek

Dalgaları keskin kılıç olan bu denizde

Değerli cevherler aramaktan geçmek gerek

Ömür metasını çok ucuza aldıklarından

Bu pazarın kar ve zararından geçmek gerek

Aşk güneşi alemleri aydınlatmaktadır

Ne zamana kadar duvarın gölgesinde geçmek gerek.


[1] - Kafi, c. 2, s. 163, Bab-u İhtimam bi Umur’il- Muslimin, 1. hadis

[2] - Kafi, c. 2, s. 199, Bab-u Tefrih-i Kerb’il- Mumin, 3. hadis

[3] - Kafi, c. 2, s. 199, Bab-u Tefrih-i Kerb’ul- Mumin, 1. hadis

[4] - Nehc’ül- Belağa, s. 421, 47. hikmet

[5] - Bihar’ul- Envar, c. 72, s. 359, 81. bab, 74. hadis

[6] - Gurer’ul- Hikem, s. 450, 10446. hadis ve Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3384, ez-Zulm, 11481. hadis

[7] - Gurer’ul- Hikem, s. 446, 10210. hadis ve Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3384, ez-Zulm, 11480. hadis

[8] - Sevab’ul- A’mal, s. 147, Sevab-u Muavenet’il- Eh ve Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3384, ez-Zulm, 11484. hadis

[9] - Kenz’ul- Ummal, s. 7641 ve Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3370, ez-Zulm, 11422. hadis

[10] - Al-i İmran, 24

[11] - Tövbe, 71

[12] - Mehaccet’ul- Beyza, c. 4, s. 99, Kitab’ul- Emr-i bi’l- Ma’ruf ve Nehy-i Ani’l- Münker

[13] - Müheccet’ül- Beyza, c. 4, s. 499, Kitab’ul- Emri bi’l- Maruf ve’n- Nehy ani’l- Münker

[14] - Müheccet’ül- Beyza, c. 4, s. 100, Kitab’ul- Emr-i bi’l- Maruf ve Nehy-i Ani’l- Münker

[15] - Kafi, c. 5, s. 55, Bab-u Emr-i Bi’l- Maruf, 1. hadis

[16] - Kafi, c. 5, s. 558, Bab’ul- Emr-i bi’l- Maruf, 9. hadis

[17] - Zümer, 53

[18] - Nisa, 100