Back | Index | Next |
Yapılan bu karalamanın hedefi yüce Allah ve O'nun Peygamberi değil mi? Çünkü bu nikâh türünü ilk defa ortaya koyan veya önceden uygulanan şeyi meşrulaştıran Yüce Allah ve O'nun Peygamberidir. Bu evlilik biçimi İslâm'ın ilk döneminde hiç şüphesiz Peygamberimizin (s.a.a) gözü ve kulağı önünde uygulanıyordu.
Sözünü ettiğimiz tefsirci "O dönemde bu evlenme biçimine zaruretlerin baskısı altında izin verildi. Çünkü o zaman yaygın bir fakirlik vardı. Genel olarak bütün Müslümanlar yokluk altında eziliyorlardı. Ayrıca daha önce nakledilen rivayetlerde ortaya çıktığı üzere sık sık savaşma zorunluluğu doğuyordu" diyebilir.
Ama biz ona şöyle cevap verebiliriz: Eğer bu evlilik türünün İslâm'ın ilk döneminde halk arasında uygulandığı ve müt'a nikâhı veya "istimta (yararlanma)" adı ile bilindiği farz edilirse, bu ayetin mutlak anlamda bu evliliğin caiz olduğuna delâlet ettiğini ve sözü edilen ayetlerin ve rivayetlerin bu ayeti neshetmeye elverişli olmadığını kabul etmemiz kaçınılmazdır. O zaman bu evliliğin mubahlığının kalktığını söylemek, ayetin delâletine yönelik delilsiz bir tevil girişimidir.
Kabul edelim ki, Peygamberimizin (s.a.a) müt'a nikâhına izin vermesi zaruretten ileri gelmişti. O zaman şu soruyu sorarız: Bu zaruret Peygamberimizin (s.a.a) zamanında mı daha büyüktü, yoksa ondan sonra ki dönemde mi? Özellikle halifeler döneminde daha büyük değil mi idi? Bilindiği gibi halifeler döneminde Müslüman orduları binlerce savaşa katılmak üzere doğudan batıya birçok yere sefere çıkmışlardı. Fakirlik, savaşlar, yurttan uzak kalma gibi zaruretler bakımından Ömer'in halifeliğinin ilk dönemi ile son dönemi arasında ne fark var? Bu zaruretlerin biri ile öbürü arasında ne fark vardı?
Günümüz İslâm dünyasındaki müt'ayı mubah kılıcı zaruret mi daha ağırdır, yoksa Peygamberimizin (s.a.a) zamanındaki ve halifeler döneminin ilk yarısındaki zaruret mi? Bilindiği gibi yaygın fakirlik İslâm ülkelerini kaplamış durumdadır. Sömürge yönetimleri, istilacı zorba devletler, Müslümanlar arasında çıkan firavun yetkililer halkların iliklerini emmiş, İslâm topraklarında yaş-kuru ne buldularsa hepsini biçip kursaklarına indirmişlerdir.
Günümüz dünyasında şehvetler çeşitli görüntüleri ile ortalığa çıktılar. En güzel ve en alımlı süsleri ile süslendiler. En etkili çağrıları ile insanları tatmine çağırıyorlar. Bu durum git gide daha da şiddetleniyor. Bela beldeleri ve insanları kapsamıştır. Fuhuş gençler, öğrenciler, askerler ve fabrika işçileri arasında alabildiğine yaygınlaşmıştır ki insan kitlelerinin, dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu bu kesimler oluşturuyor.
Hiç kimse şüphe etmez ve kesinlikle şüphe etmemeli ki, bu kesimleri zina, homoseksüellik ve diğer bütün şehevi başı boşlukların batağına düşüren zaruretin başlıcası, ev geçindirememek ve geçici, kısa süreli meşgalelerdir. Bu tür işler, sürekli ikametgâh edinmeyi, sürekli bir evlilik yapmayı engelliyor. Çünkü işler ya evden uzak kalmayı, hizmet görevinde bulunmayı ya da eğitim görmeyi gerektiriyor. Nispeten daha az ve daha önemsiz olmalarına rağmen İslâm'ın ilk döneminde müt'a nikâhını mubah kılan bu zaruretler, belâ her tarafı sardığı ve fitne büyüdüğü hâlde o dönemden başka bir dönemde niçin müt'a nikâhını mubah saydırmasınlar?
Sözlerini aktardığımız tefsirci arkasından şöyle diyor: "Bunların yanı sıra müt'a nikâhı bu anlamda Kur'an'ın verdiği mesajla, meselâ şu ayetle çelişir: 'Onlar ki, ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı müstesna. Onlar bunlar için kınanmazlar. Bunların ötesine geçmek isteyenler meşru sınırı aşmış olurlar.' (Mü'minun, 7) Meşru sınırı aşmış olurlar yani Allah'ın kendilerine helâl kıldığı evlilikleri aşarak yasaklanmış çiftleşme biçimlerine dalmış olurlar. Bu ayetler, bizim tefsir etmekte olduğumuz 'O hâlde, ne zaman... ücretlerini bir farz olarak verin.' ayeti ile çatışmaz. Bu ayetler, tefsiri üzerinde durduğumuz ayetle bir anlama sahiptirler. Dolayısıyla burada herhangi bir nesh olayı söz konusu değildir. Kendisinden müt'a yolu ile yararlanılan kadın eş değildir ki, Yüce Allah'ın buyurduğu üzere erkek karşısında marufa uygun biçimde görevleri olduğu gibi hakları da olsun. Şiîlerin kendilerinden nakledildiğine göre onlar müt'a evliliği yapan kadına eşlik hükümlerini ve gereklerini tanımıyorlar. Meselâ onu adaletsiz davranılmasından korkulmadığı durumda erkek için evlenilmesi serbest olan dört eşten biri saymıyorlar. Erkeğin çok sayıda müt'a evliliği yapabilmesini caiz görüyorlar. Ayrıca müt'a evliliği yapan erkek eğer zina işlerse, [evli olmadığı takdirde] onun recmedilmesi gerektiğini söylemiyorlar. Çünkü böyle bir erkeği "muhsen=korunmuş" saymıyorlar. Bu da Şiîlerin müt'a evlilerini 'iffetli ve zina etmemiş olmaları şartı ile' ifadesinin kapsamında saymadıklarını kesinlikle ortaya koyar ki, bu onların açık bir çelişkisidir.
Bazı tefsircilerin Şiîlerden naklettiklerine göre, müt'a evliliği yapan kadın için kocasından miras alması, nafaka alması, onun tarafından boşanması ve iddet beklemesi söz konusu değildir. Kısacası Kur'an bu görüşten uzaktır. Bu ayet müt'a evliliği için kesinlikle ne tam bir delildir, ne de delile benzer bir dayanaktır." Alıntı burada sona erdi.
Ben derim ki: Sözünü ettiğimiz tefsircinin "Bunların yanı sıra müt'a nikâhı bu anlamda Kur'an'ın verdiği mesajla çelişir." sözünün özü şudur: Mü'minun suresinin "Onlar ki, ırzlarını korurlar..." ayeti ile başlayan ayetler, helâlliği sadece eşler (zevceler) için sayıyor. Müt'a evliliği yapan kadın ise eş değildir. Buna göre bu ayetler müt'a evliliğinin helâlliğine engeldir. İkincisi bu ayetler "Kendilerinden yararlandığınız kadınlar" ifadesinin müt'a nikâhını kapsadığına engeldir.
Bu ayetlerin müt'a evliliğini haram kıldığı iddiasını ele alalım. Bu iddia da bu ayetlerin Mekke döneminde indiği ve müt'a evliliğinin hicretten sonra genelde uygulandığı göz ardı edilmiştir. Acaba Peygamberimiz (s.a.a) müt'a evliliğini mubah kılmakla Kur'an'ın yasakladığı bir uygulamayı mubah mı kılmış oluyordu? Oysa onun sözü Kur'an'ın kesin ve net ifadesi ile hüccet ve delildir. Öyle olursa, bu Kur'an'ın kendisinde çelişki olmasına döner. Yoksa onun müt'a nikâhını mubah ilan etmesi, Mü'minun suresinin söz konusu ayetlerinde ifade edilen yasağı neshedici bir eylemdir de sonra Kur'an'ın veya Peygamberimizin (s.a.a) müt'a evliliğini yasaklaması ile bu ayetler öldükten sonra tekrar hayat kazanmış ve neshedildikten sonra tekrar hüküm niteliği kazanmış oldular. Bu öyle bir sözdür ki, hiçbir Müslüman onu ne söyler, ne söyledi ve ne söyleyebilir.
Bu durumun kendisi müt'a evliliği yapan kadının eş olduğuna, müt'a evliliğinin nikâh olduğuna ve bu ayetlerin müt'a nikâhı yapmanın evlilik olduğuna en güzel şahittir. Aksi hâlde bu ayetlerin Peygamberimizin (s.a.a) müt'a evliliğini serbest bırakması ile neshedilmiş olmaları gerekirdi. Buna göre bu ayetler müt'a evliliğinin yasaklığına değil, helâlliğine delildirler.
Başka bir ifade ile Mü'minun ve Meâric surelerindeki "Onlar ki, ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı müstesna..." ayetleri müt'a evliliğinin helâl olduğuna diğer ayetlerden daha güçlü biçimde delâlet ederler. Çünkü bu ayetlerin neshedilmiş değil, muhkem oldukları ve Mekke döneminde indikleri hakkında tefsirciler arasında görüş birliği vardır. Peygamberimizin (s.a.a) müt'a evliliğine izin verdiği de nakli delillerle kesindir. Eğer müt'a evliliği yapan kadının eş (zevce) olması durumu söz konusu olmasa idi, Peygamberimizin (s.a.a) buna izin vermesi ayetleri neshedici olurdu, oysa bu ayetler neshedilmiş değildir. Demek ki müt'a şer'î bir evliliktir. Dolayısıyla bu ayetlerin müt'anın meşruluğuna delâlet etmeleri kabul edilince, Peygamberimizin (s.a.a) bunu yasakladığı yolundaki iddia geçersiz olur. Çünkü böyle bir yasaklama bu ayetlere ters düşer ve onların neshedilmiş olmalarını gerektirir. Oysa bu ayetlerin mensuh olmadıklarına dair görüş birliği olduğunu biliyoruz.
Her neyse. Sözlerini aktardığımız tefsircinin söylediklerinin tersine, müt'a evliliği yapan kadın eştir ve müt'a evliliği de nikâhtır. Zaten naklettiğimiz rivayetlerde de sahabenin ve tabiinin bu uygulamaya müt'a nikâhı adını verdiklerini gördük. Ömer'in bu uygulamayı yasakladığını gösteren rivayetlerde bile müt'anın nikâh olarak adlandırıldığı gözleniyor. Beyhaki'nin rivayet ettiği Ömer'in hutbesi ve Müslim'in Ebu Nadre'ye dayandırdığı rivayet gibi. Hatta Kenz-ül Ümmal adlı eserde Süleyman b. Yesar'a dayanılarak yer verilen Ömer'in "Nikâh ile fuhşun birbirinden ayırt edilmesini sağlayacak şekilde durumu açıklığa kavuşturun." sözleri de bu uygulamanın nikâh adı ile anıldığını ispat eder. Çünkü bu ifadenin anlamı müt'a, fuhuştan ayırt edilemeyen bir nikâhtır. Bunu fuhuştan ayırt edilecek duruma getirerek açık bir nikâh yapmanız gerekir. Bunun delili Ömer'in "açıklığa kavuşturun" sözüdür.
Kısacası Kur'an'ın örfünde ve sahabiler ile tabiinin dilinde müt'anın nikâh olması ve müt'a evliliği yapan kadının eş olması şüphesizdir. Nikâh ve evlenme kelimelerinin sadece sürekli nikâh için kullanılmaları, Ömer'in müt'ayı yasaklamasından ve bu hükmün halk arasında uygulanmaz olmasından sonradır. Böylece bu iki sözcük için sürekli nikâh dışında kullanım alanı kalmamış oldu ve nikâh sözcüğü söylenince, bunun zihinde doğurduğu ilk çağrışım sürekli nikâh oldu. Tıpkı bu şeriata mensup kimselerin ortaya koyduğu diğer ifadelerde olduğu gibi.
Bu durum, sözlerini aktardığımız tefsircinin daha sonra söylediği şu sözlerin asılsızlığını ortaya koyar: "Şiîlerin kendilerinden nakledildiğine göre onlar bile müt'a evliliği yapan kadına eşlik hükümleri ve gereklerini tanımıyorlar." Kendisine sormak gerekir ki eş, yani zevceden maksat nedir? Eğer bundan Kur'an lisanındaki kastedilen anlam kastediliyorsa, Şiîler eş olmanın bütün hükümlerini istisnasız bir şekilde müt'a evliliği yapan kadın için geçerli sayıyorlar. Yok, eğer bu terimden Müslümanların dilinde olan fıkıhtaki anlamda kastediliyorsa, o zaman Şiîlerin eş olma hükümlerini bu kadına tanımadıkları doğrudur; ama bunun bir sakıncası yoktur.
Düşüncelerini naklettiğimiz tefsirci sözlerinin bir yerinde de şöyle diyor: "Bu da Şiîlerin müt'a evlisi bir erkeğin zina ettiği takdirde 'evli ve zina işlememeniz' ayetinin kapsamına girmediğini kesin olarak kabul ettiklerini gösterir ki, bu da onlar için bariz bir çelişkidir." Kendisine söyleyeceklerimiz şunlardır: Bu ayetin arkasından söylemiştik ki bu ayet cariyeleri de içerdiği için buradaki ihsân=korunmadan maksat, evli olmak değil, iffetli olmaktır. Eğer bu ihsanın evlilik anlamına geldiği kabul edilecek olursa, o zaman ayet müt'a nikâhını da kapsamına alır. Müt'a evlisi iken zina eden bir erkeğin recmedilmemesine gelince, bunun gerekçesi (recmin bir Kur'an hükmü olmamasının yanı sıra) sünnetin bu hususta olan açıklaması ve sınır getirmesidir. Tıpkı miras, nafaka, boşama ve evlenilebilecek kadın sayısı gibi diğer eşlik hükümlerinde olduğu gibi.
Bu söylediğimizin açıklaması şudur: Eğer hüküm ayetleri belirsizlik ve küllî açıklama niteliğinde olurlarsa, hüküm koymanın özünü açıklamak amacı taşıdıkları için bu ayetlerle ilgili kayıtlar, sınırlama ve kayıtlandırma sonucu doğurmayan açıklamalardır. Eğer hüküm ayetleri genel ve mutlak ifadeli olurlarsa, sünnette yer alan o ayetlerle ilgili açıklamalar, sınırlama veya kayıtlandırma olurlar ve bunlar için çelişki sakıncası söz konusu olamaz. Bu mesele, Usûl-u Fıkıh ilminin alanına girer.
Bu ayetler, yani miras, boşama ve nafaka ile ilgili ayetler, diğer ayetler gibi sınırlamaya ve kayıtlamaya açıktırlar. Meselâ mürtet yani dinden dönen bir kadının mirasçı olmasında ve boşanmasında sınırlama vardır. [Böyle bir kadının ne miras hakkı var, ne de kocasından ayrılmasında boşamaya gerek duyulur.] Kadında nikâh akdinin fesh edilmesini caiz saydıracak bir kusur ortaya çıktığı durumlarda boşama hükümlerinde bir sınırlama vardır. Kadının kocasına karşı dik kafalılık göstermesi durumunda nafaka hükümlerinde sınırlama geçerli olur. Buna göre bu ayetlere müt'a nikâhıyla da sınırlamalar getirilebilir. O hâlde müt'a evliliğini miras, nafaka ve boşama hükümlerinin kapsamı dışına çıkaran açıklamalar, sınırlamalar ve kayıtlandırmalardır. Evlendirme, nikâh, ihsân (korunmalık) gibi kavramların sadece sürekli nikâh için kullanılmaları, Müslümanlar arasında bu sözcüklere yüklenen bir anlamdır; şeriat ve İslâm'dan kaynaklanan bir durum değildir.
Dolayısıyla söz konusu tefsircinin sandığı gibi, asla bir sakınca söz konusu değildir. Meselâ bir fıkıh alimi eğer "Zina eden muhsen (korunmalı) erkeğin recmedilmesi gerekir. Fakat müt'a nikâhlı erkek muhsen (korunmalı) olmadığı için recmedilmez" diyorsa, o fıkıh aliminin ihsân kavramını sadece şu sonuçları olan sürekli nikâh anlamında kullanmış olmasındandır. Onun bu yorumu, Kur'an terminolojisinde ihsânın hem sürekli, hem de geçici nikâhta söz konusu olduğu gerçeği ile çelişmez. İhsânın her iki nikâhta da özel sonuçları vardır.
Sözlerini naklettiğimiz tefsircinin, Şiîlerin müt'a nikâhında kadının iddet beklemesini gerekli görmedikleri yolundaki iddiası ise açık bir iftiradır. İşte Şia'nın kitapları... Bunlar müt'a evliliği yapan kadının iddetinin iki hayız dönemi olduğu fetvası ile doludur. Bu konuda Ehl-i Beyt İmamlarının (hepsine selam olsun) Şia kanalıyla nakledilmiş bazı rivayetlerine yukarıda yer vermiştik.
Sözünü ettiğimiz tefsirci sözlerine şöyle devam ediyor: "Bu konu hakkında rivayet edilen hadislerin ve belgelerin tümü gösteriyor ki, Peygamberimiz (s.a.a) müt'a evliliğini bazı savaşlarda sahabilere serbest etti, sonra yasakladı, arkasından bir veya iki kere ona izin verdi ve sonra onu temelli olarak yasakladı. Peygamberimiz, sahabilerin kadınlarından uzak kaldıkları dönemlerde zinadan uzak kalmalarının zor olduğunu bildiği için müt'a evliliğine izin vermişti. Bu izin iki zarardan daha hafif olanını göze alma kabilindendir. Çünkü bir erkeğin bekâr bir kadınla geçici bir nikâh yaparak onunla belirlediği süre içinde birlikte yaşaması, kandırabileceği herhangi bir kadınla zina etmesinden daha az kötü bir davranıştır.
Ben derim ki: Sözü edilen tefsircinin bu konudaki rivayetlerin bütününe göre Peygamberimizin bazı savaşlarda müt'a evliliğine izin verip arkasından onu yasakladığı, sonra yine bir veya iki kere izin verdikten sonra onu temelli olarak yasakladığı yolundaki sözleri, daha önce naklettiğimiz bu konudaki çelişkili ve çatışmalı rivayetlerle bağdaşmıyor. O rivayetlere tekrar başvurulursa, onların sözünü ettiğimiz tefsircinin iddialarını bir bütün olarak kelime kelime yalanladıkları görülür.
Sözünü ettiğimiz tefsirci daha sonra şöyle diyor: "Ehl-i Sünnete göre müt'a evliliğine bir veya iki kere izin vermek, zinayı kesin biçimde yasaklamaya yönelik tedricî bir hazırlıktır. Tıpkı içkiyi yasaklamada yapıldığı gibi. Bu kötülüklerin her ikisi de cahiliye döneminde yaygındı. Fakat zina özgür kadınlar arasında değil, köleler arasında yaygındı."
Ben derim ki: Bu tefsircinin müt'a evliliğine verilen izin, zinayı yasaklamanın bir tür hazırlığıdır şeklindeki sözlerinin özeti şudur: Müt'a evliliği o günün insanlarının nazarında bir tür zina idi. Öbür zina türleri gibi cahiliye döneminde yaygın idi. Bu yüzden Peygamberimiz zinayı yasaklamada yumuşak ve tedricî bir yöntem benimsedi. Maksadı insanlar tarafından kabul görebilmekti. Bunun için zinanın müt'a evliliği dışında kalan türlerini yasaklayıp müt'a biçimindeki zinayı bıraktı, ona izin verdi. Arkasından onu yasaklayıp sonra serbest bıraktı. Böylece onu kesinlikle yasaklayabilecek duruma gelince, onu temelli olarak yasakladı.
Ömrüm hakkı için böyle bir iddia, temiz dinî hükümlerin ortaya konması işlemine reva görülen iğrenç bir oyundur. O dinî hükümler ki, Yüce Allah bunları yasallaştırmakla sadece bu ümmeti kötülüklerden arındırmayı ve onlara yönelik nimetini tamama erdirmeyi istemiştir.
Bu sözlerde birkaç açıdan tutarsızlık vardır. Birincisi şudur: Peygamberimizin müt'a evliliğini önce yasaklayıp sonra serbest bıraktığını, arkasından yine yasaklayıp sonra serbest bıraktığını ileri sürmek ve bunun yanı sıra Mekke döneminde inmiş olan Meâric ve Mü'minun surelerindeki "Onlar ki, ırzlarını korurlar..." diye başlayan ayetlerin müt'a evliliğini yasakladığını ısrarla iddia etmek, önce de vurgulandığı üzere şu sonucu ortaya çıkarır ki, Peygamberimiz müt'a evliliğini serbest bırakmakla söz konusu ayetleri neshetmiş. Sonra bu neshi neshetmiş ve o ayetleri yürürlüğe koymuş. Sonra onları yine neshederek arkasından yine yürürlüğe koymuştur. Böyle bir iddia, Peygamberimizin Allah'ın kitabı ile oynadığını -hâşâ!- ileri sürmek değil de nedir?
İkinci tutarsızlık şudur: Kur'an'da zinayı yasaklayan ayetleri ele alalım. Bunlardan biri şudur: "Sakın zinaya yaklaşmayın. Çünkü o iğrenç bir kötülük ve kötü sonuçlu bir yoldur." (İsrâ, 32) Bundan daha açık bir ifade olur mu? Üstelik bu ayet Mekke döneminde indi ve kötülükleri yasaklayan başka ayetler arasında yer aldı. Bu konudaki diğer bir ayet de şudur: "De ki: Gelin Rabbinizin neleri yasakladığını size söyleyeyim... Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın." (En'âm, 151) Bu ayetin orijinalinde geçen "fevahiş" kelimesi, "fahişe" kelimesinin çoğuludur. Başındaki tarif edatı ve ifadenin yasaklar arasında yer almış olması yasağın geniş kapsamlı olduğunu, kötülükler meydanında her türlü zinayı da içerdiğini ifade eder. Bu ayet de Mekke döneminde indi. Bu konudaki bir diğer ayet de şudur: "De ki: Benim Rabbim, açık gizli bütün kötülükleri haram kıldı." (A'râf, 33) Bu ayet de Mekke döneminde indi. Bu konudaki diğer ayetler şunlardır: "Onlar ki, ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı müstesna... Bunların ötesine geçmek isteyenler meşru sınırları aşmış olurlar." (Mü'minun, 7; Meâric, 31) Bu iki sure de Mekke döneminde indi. Sözünü ettiğimiz tefsircinin iddiasına göre bu ayetler nasıl zinanın diğer türlerini yasaklıyorsa müt'a evliliğini de yasaklıyorlar.
Bunlar zinayı haram kılan, fuhşu yasaklayan belli başlı ayetlerdir. Hepsi de Mekke döneminde indiler ve yasaklamayı açık bir dille ifade ediyorlar. Sözünü ettiğimiz tefsircinin ileri sürdüğü tedricî yasaklama hani nerede? Yoksa o şöyle mi diyor? -Çünkü Mü'minun suresindeki ayetin müt'a nikâhını yasakladığını iddia eden sözlerinin kaçınılmaz gereği budur.- Yüce Allah müt'a evliliğini kesin olarak yasakladı. Sonra Peygamberimiz arka arkaya ruhsata dayalı bir yol izleyerek tedricî bir yasaklama metodu uyguladı. Bunu halktan kabul görebilmek için bir taviz politikası olarak kullandı. Oysa Yüce Allah böyle bir yol izlemeyi Peygamberimize kesin bir dille yasaklamıştı. Yüce Allah şöyle buyurmuştu: "Ey Muhammed, müşrikler az kalsın seni indirdiğimiz vahiyden ayırıp adımıza başka sözler uydurmanı sağlıyorlardı. Eğer bunu başarabilselerdi seni dost edineceklerdi. Eğer sana direnme gücü vermeseydik azıcık onlara meyletmek üzereydin. Eğer onlara yanaşsaydın, sana dünya hayatının ve ölüm ötesinin azabını katlayarak tattırırdık da bize karşı kendine yardın edebilecek hiç kimse bulamazdın." (İsrâ, 75)
Üçüncü tutarsızlık şudur: Sözünü ettiğimiz tefsirci Peygamberimizin birkaç kere müt'a nikâhını serbest bıraktığını iddia ediyor. Eğer Peygamberimize isnat edilen bu serbest bırakma, helâl edici bir şeriat hükmüne dayanmıyorsa, bunun yanı sıra müt'a evliliğinin zina ve fuhuş olduğu farz edilirse, o zaman bu serbest bırakma Peygamberimizin kendi kararı olduğu takdirde Rabbine açık bir muhalefet olur. Oysa Peygamberimiz Yüce Allah'ın koruması altında olan bir masumdur, böyle bir yanılgıya düşmesi düşünülemez. Yok eğer bu serbest bırakma Yüce Allah'tan geliyorsa, Yüce Allah -hâşâ- kötülüğü emretmiş olur ki, Yüce Allah Peygamberine yönelik bir hitabında böyle bir varsayımı açıkça reddederek şöyle buyuruyor: "Allah kötü şeyleri emretmez." (A'râf, 27)
Back | Index | Next |