Back | Index | Next |
Bu birleşik fayda, yani çocuk edinme faydası ile fuhşun sızmasını engelleme faydası, İslâm'da evliliğin temeli olan, çoğunluğa dayalı dayanaktır. Yalnız çoğunlukla olma durumu dayanağın hükümlerindendir. Konuları için konmuş olan hükümler ise, sadece sürekli olmayı kabul ederler, çoğunluğa dayalı olmakla yetinmezler.
"Evlenme veya cinsel ilişki caiz olup olmama bakımından amaca ve dayanağa bağlıdırlar." demek doğru değildir. Böyle düşünmenin devamı şöyle gelir: Çocuk edinme niyeti ile yapılmayan evlilik caiz değildir. Kısır çiftlerin evlilikleri caiz değildir. Aybaşı olmayan yaşlı kadınlarla evlenmek caiz değildir. Küçük yaştaki kızlarla yapılan evlilik caiz değildir. Zina eden erkeğin evliliği caiz değildir. Hamile kadın ile cinsel ilişkide bulunmak caiz değildir. Meni akıtmaksızın yapılacak ilişki caiz değildir. Aile yuvası oluşturmaksızın evlilik yapmak caiz değildir. ...caiz değildir. ...caiz değildir.
Aslında nikâh, kadın ile erkek arasında meşru bir sünnettir. Onun sürekli hükümleri vardır. Daha önce belirtildiği gibi bu meşru sünnetle kamuyla ilgili çoğunluk üzere kurulu bir maslahat korunmak istenmiştir. O hâlde, dayanağının gerçekleşip gerçekleşmemesine bağlı olan ve dayanağı gerçekleştirmeyen evli fertleri veya evlilik hükümleri engellenecek olan bir meşru sünneti geçerli kılmak anlamsızdır.
"O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin." Bildiğim kadarıyla ayetin orijinalindeki "bihi" zamiri, "Bunun dışında kalanı... size helâldir." ifadesinin delâlet ettiği şeye dönüyor. Bu da "neyl=ulaşmak" veya o anlama gelen durumdur. O zaman ayetin başındaki "ma" edatı vakit bildirmek için ve "minhunne" ifadesi, "istamta'tum" ifadesi ile bağlantılı olur. Böyle olunca bu ifadenin anlamı 'Ne zaman müt'a yaparak onlardan yararlandınızsa, ücretlerini farz olarak verin." biçiminde olur.
Bunun yanı sıra ayetteki "ma" edatının mevsule ve "istamta'tum" ifadesinin sıla cümlesi, "bihi zamirinin ism-i mevsule dönük olması ve "minhunne" ifadesinin mevsulun açıklaması olması da mümkündür. O zaman anlam "Kendilerinden yararlandığınız kadınların ücretlerini farz olarak verin." şeklinde olur.
"Femestamta'tum" cümlesi daha önceki ifadeyle ilgili bir ayrıntılandırmadır. Çünkü başında bu anlamı veren "fa" harfi vardır. Bu cümle hiç şüphesiz parçayı bütüne, cüz'îyi küllîye dayandıran bir ayrıntılı açıklamadır. Çünkü "iffetli olmanız ve zina etmemek üzere mallarınızla aramanız" ifadesi, yukarda açıklandığı üzere, hem nikâhlıda, hem de cariyede ulaşılan şeyi içeriyor. Böyle olunca, "O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesini bir önceki cümleye uzantı yapmak, parçayı bütüne veya bazı cüz'î bölümleri, bölümlere ayrılmış küllî ve bütüne bağlamak türünden olur.
Bu ayrıntılandırma üslûbu, Kur'an'da çok kullanılır. Meselâ şu ayetler gibi: "Sayılı günlerde oruç tutmanız farz kılındı. O hâlde içinizden kim hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutar." (Bakara, 184) "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır. O hâlde kim tağutu reddederek Allah'a inanırsa kopmaz bir kulpa yapışmış olur." (Bakara, 256)
Ayette sözü edilen "yararlanma" ile müt'a nikâhının kastedildiği şüphesizdir. Çünkü bu ayet Medenîdir ve Peygamberimizin hicretten sonraki döneminin ilk yarısında inen Nisâ suresinin ayetlerinden biridir. Nisâ suresinin ayetlerinin çoğu bu söylediklerimizin delilidir. Bu nikâh, yani müt'a nikâhı bu dönemde Müslümanlar arasında yürürlükte ve uygulamada idi. Bunda şüphe yoktur. Rivayetlerin hepsi bunun tartışmasız bir gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Bu uygulamayı ortaya koyan İslâm olsun veya olmasın, bunun Peygamberimizin gözü ve kulağı önünde yürütüldüğü şüphesizdir. Uygulamanın adı bu, yani müt'a idi. Ondan bu adla söz edilirdi. Buna göre "O hâlde, ne zaman onlarla... ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesi, kesinlikle bu anlamda kabul edilmesi, ondan bu anlam çıkarılması kaçınılmazdır. Tıpkı Kur'an'ın inişi sırasında Müslümanlar arasında geçerli olan diğer gelenekler ve âdetlerde olduğu gibi. Bu gelenekler ve âdetler bilinen, yaygın isimleri ile anılıyorlardı. Bu isimlerle ilgili hüküm içeren bir ayet inince bu ayetlerde geçen isimler yaygın anlamlarında alınırlardı. Gelen hüküm ister onaylama, ister ret, ister emretme, ister yasaklama biçiminde olsun ilgisi olduğu isimlerin asıl lügat anlamları ile irtibatlandırılmazdı.
Meselâ hac, alış veriş, faiz, kâr, ganimet ve bu türden olan kavramlar gibi. Hiç kimse sözlük anlamını ileri sürerek Beytullah'ı ziyaret etmenin, orayı kastetmek demek olduğunu iddia edemez. Sayılan diğer kavramlarda da durum böyledir. Yine Peygamberimiz (s.a.a) tarafından ortaya konan, arkasından yaygın biçimde kullanılarak sonunda şeriattaki adı ile bilinir hâle gelen namaz, oruç, zekât, hacc-ı temettü gibi şeriat kavramlarında da aynı kural geçerlidir. Bu kavramları ifade eden kelimeler, şeriat tarafından veya şeriat bağlıları tarafından kesinlikle söz konusu anlamlara bağlandıktan sonra onları sözlüklerdeki anlamlarına döndürmenin imkanı yoktur.
Buna göre ayette sözü edilen yararlanmayı müt'a nikâhı anlamına almak zorunludur. Çünkü bu ayetin indiği sıralarda bu ilişki türünün Araplar arasında kullanılan adı bu idi. Bu, böyledir; daha sonra müt'a nikâhının ayetle veya sünnetle neshedildiğini söyleyelim veya söylemeyelim fark etmez; çünkü bu, yerinde incelenmesi gereken ayrı bir konudur. Sözün kısası, bu ayetten anlaşılan şey müt'a nikâhının hükmüdür. Sahabe ve tabiin kuşağına mensup eski dönem tefsircilerden nakledilen yorum da budur. İbn-i Abbas, İbn-i Mesud, Ubeyy b. Kaab, Katade, Mucahid, Suddi, İbn-i Cubeyr, Hasan vb. gibi. Bu yorum Ehl-i Beyt İmamlarının da görüşüdür.
Yapılan açıklamalardan konuyla ilgili bazı tefsircilerin yapmış olduğu yorumun asılsız olduğu ortaya çıkıyor. Yorum şudur: "Buradaki istimta'dan maksat, evlenmektir. Çünkü nikâh ilişkisi kurmak kadından yararlanmaya yönelik bir taleptir." Bir tefsirci de "istamta'tum" kelimesindeki "sin" ve "ta" harflerinin tekit için olduğunu ve kelimenin anlamının 'temetta'tum" biçiminde olduğunu iddia etmiştir.
Mezkûr görüşün tutarsızlığının delili şudur ki; Araplar arasında müt'a nikâhının bu adla yayılması ve bilinmesi bu kelimeyi işitenlerin onu lügat anlamında algılamalarına imkan tanımaz.
Ayrıca kelimeye verilen anlamın doğru olduğu, talep anlamının daimi nikâh ile bağdaştığı ve "istemta'tum" kelimesinin "temetta'tum= yararlandığınız" anlamına geldiği farz edilse bile, bu ifade "onlara ücretlerini verin." biçimindeki sonuç cümlesi ile bağdaşmaz. Çünkü mehir, nikâh akdi yapmakla farz olur. Evlilik teklif yapmayı, akit yapmayı, oynaşmayı, cinsel ilişkiyi vb. şeyleri de kapsamına aldığını kabul ettiğimiz yararlanma talebine ve aynen yararlanmaya da dayanmaz. Mihrin yarısı nikâh akdi ile, öbür yarısı da cinsel ilişki ile farz olur.
Üstelik bu ayetten önce inen ayetler, çeşitli ayrıntıları ile mehir vermenin gerekliliğini geniş biçimde anlatmışlardır. Bu gerekliliği tekrar anlatmanın anlamı yoktur. Söz konusu ayetler şunlardır: "Kadınların mehirlerini (Allah tarafından) bir bağış olarak verin." (Nisâ, 4) "Eğer bir eşinizi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklü miktarda mal (mehir) vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şeyi geri almayın." (Nisâ, 20) "Kadınlara dokunmadan veya mehirlerini kesmeden kadınları boşarsanız, size bir günah yoktur. Fakat onları yararlandırın; zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında... Eğer onlara mehir keser de dokunmadan boşarsanız, kestiğinizin yarısını verin..." (Bakara, 236-237)
Bir tefsirci bu ayetin, yani "O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin tekit (pekiştirme) amaçlı olduğunu ileri sürmüştü. Bu yoruma verilecek cevap şudur: Bu ayetin öncesindeki ayetler, özellikle "eğer bir eşi bırakıp yerine bir başka eş almak isterseniz..." ifadesinden sonra iki ayete kadar yer alan kısmı son derece kesin ve vurgulamalı ifadeler taşıdıkları için bu ayetin onları pekiştirme amacı taşımasına sebep yoktur.
Nesih meselesine gelince; bazıları bu ayetin "Onlar ki, edep yerlerini korurlar. Yalnız eşleri ve sahip oldukları (cariyeleri) hariç. (Bu iki durumda) onlar kınanmış değillerdir. Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir." (Mü'minun, 5-7) ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazıları ise iddetle ilgili olan "Ey Peygamber, kadınları boşayacağınız zaman bekleme sürelerini gözeterek boşayın." (Talâk, 1) ayeti ile neshedilmiş olduğunu iddia etmişlerdir. Bazıları ise "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç temizlenme süresi beklerler." (Bakara, 228) Çünkü bu iki ayette eşlerin ayrılmaları boşamaya ve bekleme süresine bağlanmıştır. Oysa müt'a nikâhında bunların hiçbirisi yoktur.
Bazıları ayetin "eşlerinizin... geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir..." (Nisâ, 12) ayeti ile neshedildiğini söylüyorlar. Müt'a evliliklerinde mirasın olmayışını görüşlerine delil gösteriyorlar. Bazıları "Size (şunlar) haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız..." (Nisâ, 23) ayetinin bu ayeti neshettiğini söylüyorlar. Çünkü bu ayet evlenme hakkındadır, diyorlar. Diğer bazıları da bu ayetin "o hâlde gönlünüzün rahat ettiği (başka) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenebilirsiniz." (Nisâ, 3) ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. [Çünkü müt'ada dörtten fazlasıyla da nikâh yapılabilir.]
Bazılarına göre ayet sünnetle neshedildi. Bu doğrultudan da kimileri ayetin Peygamberimiz tarafından Hayber Savaşı yılında, kimileri Mekke'nin fethedildiği yıl, kimileri veda haccında Peygamberimiz tarafından neshedildiğini söylerlerken, kimileri de bu uygulamanın önce serbest bırakıldığını, sonra iki veya üç defa yasaklandığını, en son kesinleşen hükmün yasaklanma hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Bu ayetin Mü'minun suresindeki ayetle neshedilmiş olması iddiası hakkında söylenecek söz, Mü'minun suresindeki ayetin neshetmeye elverişli olmadığıdır. Çünkü o ayet Mekke döneminde, müt'a evliliği ile ilgili ayet ise Medine döneminde inmiştir. Mekke döneminde inen bir ayet, Medine dönemindeki bir ayeti neshedemez. Üstelik müt'a işlemini nikâh ve kendisiyle müt'a yapılan kadını eş saymamayı kabul etmiyoruz. Bu konudaki Peygamberimizden gelen haberler ve sahabeler ile tabiinin bu işleme nikâh adını vermiş olmaları onu nikâh saymamaya engeldir. Bunu nikâh saymanın, miras ve boşama vb. şeyleri gerektirdiğini ileri sürerek onu nikâh saymamaya ilişkin gerekli cevap verilecektir.
Bu ayetin miras ayeti ile, boşama ayeti ile ve evlenilebilecek kadınların sayısına ilişkin ayetlerle neshedildiğini ileri sürenlere verilecek cevap şudur: Bu ayetler ile müt'a ayeti arasındaki ilişki nesheden-neshedilen ilişkisi değil, genel-sınırlı veya mutlak-kayıtlı ilişkisidir. Meselâ miras ayeti kalıcı ve geçici nikâhlı bütün eşleri içerir. Fakat sünnet bu ayetin içeriğinin bir bölümünü dışarıda bırakarak onu sınırlar. Sünnetin dışarı çıkardığı bölüm geçici nikâhlı eşlerdir. Boşama ayeti ile eşlerin sayısını sınırlayan ayet hakkında söylenecek söz de aynıdır. Bu açık bir husustur. Bu ayetlerin neshedici olduklarına ilişkin iddia, her hâlde bu iki ilişki türünü birbirinden ayırt edememekten ileri geliyor.
Evet; bazı fıkıh usûlü bilginleri, eğer sınırlı kapsamlı bir ayetin arkasından olumlu veya olumsuz olarak ona zıt genel kapsamlı bir ayet gelirse, geniş kapsamlı ayetin sınırlı kapsamlı ayeti neshedeceğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüş yerinde anlatıldığı üzere zayıf olmakla birlikte bizim üzerinde konuştuğumuz meseleye uymuyor. Çünkü genel kapsamlı olan boşama ayeti Bakara suresindedir. Bakara suresi müt'a ayetini de içeren Nisâ suresinden önce Medine döneminde inmiş ilk suredir. Evlenebilecek eş sayısına ilişkin ayet de Nisâ suresinde ve müt'a ayetinin öncesinde yer almıştır. Miras ayeti de müt'a ayetinden önce aynı siyak içinde ve aynı surededir. Yani bütün bu durumlarda sınırlı kapsamlı müt'a ayeti, genel kapsamlı ayetten sonra geliyor.
Bekleme ve iddet süresine ilişkin ayetin bu ayeti neshettiği iddiasına gelince, bu iddianın asılsızlığı daha da açıktır. Çünkü bekleme süresi (iddet) hükmü, sürekli nikâhta olduğu gibi geçici nikâhta da geçerlidir. Yalnız süresi farklıdır. Bu farklılık sınırlayıcı sayılır, neshedici kabul edilmez.
Müt'a nikâhı ayetinin yasak evliliklere ilişkin ayetle yasaklandığını iddia eden görüş ise, şu iki sebepten dolayı bu görüş bu tür görüşlerin en şaşırtıcı olanıdır. Birinci sebep şudur: Yasak evlilikleri sayan ifade ile müt'a nikâhına delil olan ifade birbirine bağlı bir bütündür. Müt'a nikâhına delil olan ifadenin önce olduğu nasıl farz edilecek, sonra da bir sözün baş tarafının uzantısını neshettiği nasıl ileri sürülecektir? İkinci sebep de şudur: Bu ayet hiçbir yönü ile sürekli olmayan eşliği açıkça ve net bir dille yasaklamıyor. Ayet önce erkek için evlenilmesi yasak olan kadın zümrelerini sayıyor. Sonra da nikâh veya cariye edinme yolu ile elde edilmesi caiz olan kadınları açıklıyor. Daha önce dediğimiz gibi müt'a nikâhı nikâh olduğu için bu iki mesele arasında karşıtlık ilişkisi yoktur ki, neshedilme söz konusu olsun.
Evet. Kimileri şöyle diyor: "Bunun dışında kalanı ihsân=iffetli olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı." İfadesi, diğer kadınların helâl olmasını mehirle ve "ihsân" ile zinaya bulaşmamakla kayıtlandırıyor. Geçici nikâhta "ihsân" yoktur. Nitekim müt'a nikâhı yapan bir erkek "ihsân" şartını yerine getirmiş sayılmadığı için eğer zina işlerse recm edilmez. Bu durum bu ayette müt'a nikâhının kastedilmiş olması ihtimalini ortadan kaldırır.
Bu itiraza daha önce değinilen şu karşılık verilir: "ihsân ve zina etmemek üzere" ifadesinde geçen "ihsân" kelimesi, iffetli olma anlamındadır; evli olmak anlamında değildir. Çünkü aynı ifade, hem cariye edinmeyi, hem de nikâh yolu ile evliliği içeriyor. Eğer buradaki "ihsân"ın evli olmak demek olduğu kabul edilse bile evli erkeğin zina suçunun müt'a nikâhlı bir erkeğin zina suçunu Kur'an ile değil, sünnetle sınırlandırdığı sonucuna varılır. Çünkü zaten Kur'an'da recm cezası yoktur. [Recm cezası, sünnetle ispat edilen bir gerçektir.]
Bu hükmün sünnetle neshedilmiş olmasına gelince, bir kere bu nesih, kökünden asılsızdır. Çünkü mütevatir hadislere terstir. O hadislerde hadislerin Kur'an'a sunulması, Kur'an'a ters düşenlerinin reddedilmesi ve Kur'an'ın ölçü alınması emrediliyor. Ayrıca rivayetler bölümünde bu iddiaya cevap verilecektir.
"İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye (malî açıdan) gücü yetmeyen kimse... evlensin." Ayetin orijinalinde geçen "tavl" kelimesi zenginlik ve gücün fazlalığı demektir. Her iki anlam da ayete uygundur. Ayetin orijinalinde geçen "muhsenat" kelimesi, özgür kadınlar demektir. Bunun karinesi bu kelimenin karşıtı olarak cariyeler kelimesinin kullanılmasıdır. Bu aynı zamanda "muhsenat" kelimesinin iffetli kadınlar demek olmadığını da gösterir. Eğer öyle olsa idi bu kelimenin karşıtı olarak "cariyeler"den söz edilmez, hem cariyeler, hem de iffetsiz kadınlar zikredilirdi. "Muhsenat" kelimesi evli kadınlar anlamında da değildir. Çünkü onlarla yeni bir nikâh akdi yapılamaz. Bu kelime Müslüman kadınlar anlamını da içermez. Çünkü eğer öyle olsaydı, "mümin kadınlar" kaydının konmasına gerek duyulmazdı.
"Sahip olduğunuz cariyelerinizden" ifadesinden maksat müminlerin sahip olduğu cariyelerdir. Yoksa evlenmek isteyen erkeğin eli altındaki cariye değildir. Çünkü bir kimsenin kendisinin sahip olduğu cariyesi ile evlenmesi geçersizdir, meşru değildir. Sahip olmak, aralarında evlenmek isteyen erkeğin de bulunduğu müminler topluluğuna nispet ediliyor. Çünkü müminler bir ve bütün sayılıyor. Dinleri, menfaatleri bir olduğu için bir tek şahısmış gibi sayılıyorlar.
Gerek özgür kadınların, gerekse cariyelerin mümin olmak ile kayıtlanmış olmaları, mümin olmayan kitap ehli ve müşrik kadınlarla evlenmenin caiz olmadığını gösterir. Bu konuda inşallah Mâide suresinin başlarında tamamlayıcı açıklama yapılacaktır.
Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: Mehir ve geçim sağlama yüklerini taşımaya gücü yetmediği için özgür kadınlarla evlenemeyen erkekler, mümin cariyelerle evlensinler. Böylece özgür kadınlarla evlenmeye güçlerinin yetmemesinin sıkıntısı altında kendilerini fuhşun tehlikelerine atıp bedbahtlığa maruz bırakmasınlar.
Bu ayetteki nikâhtan maksat, sürekli nikâhtır. Ayet indirgeme içeriklidir. Yani "eğer öyle yapamıyorsanız, böyle ki yapabilirsiniz." Ayette, indirgenilen şeyin sadece bazısından, yani caiz olan nikâhın bir türü olan sürekli nikâhtan söz ediliyor. Çünkü aile yuvası kurmayı, nesli arttırmayı ve geride çoluk-çocuk bırakmayı isteyen herkese göre bilinen ve doğal olarak belirlenmiş nikâh, sürekli nikâhtır. Müt'a nikâhı ise dinin tanıdığı bir kolaylıktır. Allah, fuhuş yolunu tıkamak ve fesat kaynaklarını kurutmak için bu hükümle kullarına kolaylık tanımış ve yükünü hafifletmiştir.
Sözü çoğunlukla karşılaşılan veya ilk akla gelen bilinmiş yönlere doğru sevk etmek, özellikle hüküm açıklama ve kanun koyma yerlerinde bu üslûbu kullanmak Kur'an'da çok yaygındır. Meselâ şu ayette olduğu gibi; "Öyleyse sizden kim bu aya (ramazan ayına) şahit olursa, onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun." (Bakara, 185) Oysa oruç tutmamanın mazeretleri sadece hastalık ve yolculuk değildir. Şu ayet de öyledir: "Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut sizden biriniz tuvaletten gelirse yahut da kadınlara dokunmuşsanızsa, su bulamadığınız takdirde temiz bir yere yönelin." (Nisâ, 43) Görüldüğü gibi özürler ve kayıtlar sık karşılaşılan ve bilinen durumlara dayandırılmıştır. Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.
Bu söylediklerimiz bu ayetin sürekli nikâha hamledilmesi durumu içindir ki, tefsirciler böyle olduğunu söylemişlerdir. Bu durum bazılarının sandıkları gibi indirgeme ve genişletme anlamı içerdiğinden dolayı bu ayetin sadece sürekli nikâhla sınırlı olmasını ve "O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesinin müt'a nikâhını açıklama amacını taşımamasını gerektirmez. Çünkü hem kendisinden indirgenen, hem de kendisine indirgenenin her ikisi bu ayetin, yani "İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye (malî açıdan) gücü yetmeyen..." ayetinin kendisi içinde yer alıyor.
Üstelik bu ayetin sözleri, onu sürekli ve geçici şıkları ile mutlak nikâhı ifade edecek şekilde tefsir etmeye elverişlidir. Bu durum, ayetin geride kalan cümleleri incelenirken ortaya çıkacaktır.
"Allah sizin imanınızı, en iyi bilendir. Bazınız bazınızdandır (insanlıkta eşitsiniz)." Hüküm şartı olarak gösterilen iman, kalbi bir mesele olduğu için sebeplere dayanarak bilinmesi mümkün değildir. Kimileri bunu imkansıza ve çok zor bir şarta bağlama olduğunu sanabilir. Yükümlülerin bu yüzden sıkıntıya düşeceği kabul edilebilir. Bundan dolayı yüce Allah mümin kullarının kimler olduğunu kendisinin bildiğini belirtiyor. Bu ifade, kinaye olarak şu mesajı veriyor: Kullar imana delâlet eden görünür sebepleri göz önüne almakla yükümlüdürler. Kelime-i Şahadet getirmek, Müslüman topluluğu içinde yer almak ve genel dinî görevleri yerine getirmek gibi. Dayanak olan, imanın dışa yönelik belirtileridir; yoksa batınî yönü değildir.
Bu ayette evlenmeye gücü yetmeyen yükümlülerin cariyelerle evlenmeye yöneltilmiş olmaları hususunda ayetin etkili olup kabul görmesi açısından başka bir eksiklik vardır ki, o da şudur: Sıradan insanlar köleleri hor görürler, onları aşağılarlar. Bunun sonucu olarak onlarla bir arada yaşamayı, hayatı paylaşmayı içlerine sindiremezler. Özellikle onlarla evlilik ilişkisi kurmayı eksiklik addederler. Çünkü evlilik hayatı bir ortaklık, et ve kan kaynaşmasıdır.
Back | Index | Next |