Back | Index | Next |
7- Miras Sistemlerinin Karşılaştırılması
Biz, eski milletler ve geçmiş çağlarda geçerli olan miras sistemlerini özetledikten sonra işi eleştirici araştırmacılara havale ediyoruz. Bu sistemleri birbirleri ile mukayese etsinler. Bu sistemlerin hangisinin yeterli, hangisinin eksik olduğuna, insan toplumu için hangisinin faydalı, hangisinin zararlı olduğuna, hangisinin mutluluğa götüren yol üzerinde olduğuna hüküm versinler. Sonra da bu sistemler ile İslâm'ın bu alandaki kanunlarını karşılaştırarak verilmesi gereken hükmü versinler.
İslâm sistemi ile diğer sistemler arasındaki en köklü fark, hedefte ve maksattadır. İslâm sisteminin maksadı dünyanın huzura ve mutluluğa ermesi iken, onun dışındakilerin maksadı arzu ettiğini elde etmektir. Bütün ayrıntılar ve sonuçlar, bu iki temel şeyden kaynaklanır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda hayırlı olabilir. Buna karşılık hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz." (Bakara, 216) "Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, bilin ki, bir şeyden hoşlanmayabilirsiniz de Allah onda birçok hayır koymuş olabilir." (Nisâ, 19)
8- Vasiyet
Daha önce söylediğimiz gibi İslâm vasiyeti miras kapsamı dışına çıkararak onu bağımsız bir hüküm olarak ele almıştır. Çünkü onun bağımsız bir dayanağı vardır. Bu dayanak, mal sahibi hayattayken onun malı üzerindeki iradesini tanımaktır. Vasiyet gelişmiş milletlerde bir hile yolu idi. Baba gibi, aile reisi gibi vasiyet eden kimsenin malını veya malının bir bölümünü yürürlükteki miras kanununun vermeyi uygun gördükleri dışındaki kimselere vermek için başvurduğu bir formül olarak kullanılırdı. Bu yüzden söz konusu toplumlar vasiyetin kapsamını daraltmak ve miras hükümlerini geçersiz kılmaya yol açan bu yolu şu ya da bu şekilde kesmek maksadı taşıyan kanunlar çıkarıyorlardı. Bu alandaki sınırlama girişimleri günümüze kadar hep devam etmiştir.
İslâm, vasiyetin kapsamını malın üçte biri ile sınırlamıştır. Buna göre vasiyet malın üçte birinden fazlası için geçerli değildir. Bazı yeni kanunlar bu konuda İslâm'ın yöntemini izlemişlerdir. Fransız kanunu gibi. Fakat iki kanun arasında bakış açısı farklılığı vardır. Nitekim İslâm vasiyeti teşvik ederken söz konusu kanunlar ya onu engelliyor veya sessizce geçiştiriyor.
Vasiyet, sadakalar, zekât, humus ve mutlak infak hakkındaki ayetlerin incelemesi şunu ortaya koyuyor: Bu düzenlemeler, yaklaşık olarak malların yarısının ve bu malların gelirinin üçte ikisinin iyilikler ve yoksul kesimin ihtiyaçları için kullanılmasının yolunu kolaylaştırıyor. Böylece toplumun değişik kesimleri birbirine yaklaştırılıyor, aralarındaki büyük farklar kaldırılıyor ve fakir kesimin ayakları üzerinde durabilmesi sağlanıyor. Bu kanunların bir amacı da zenginlerin harcama biçimlerini düzenleyerek fakir kesim ile aralarının açılmasını frenlemektir. Bu konu inşallah ilerde ayrıca ele alınıp incelenecektir.
15- Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört erkek şahit isteyin; eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun (hapsedin).
16- İçinizden fuhuş yapan iki tarafa (erkek ve kadına) eziyet edin; eğer tövbe edip kendilerini düzeltirlerse, artık onlardan vazgeçin (eziyet etmeyin). Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul eden ve rahimdir.
AYETLERİN AÇIKLAMASI
"Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört erkek şahit isteyin." Birisinin bir işi yaptığı anlatılmak istenince, Arapça’da hem "etahu" hem de "eta bihi" denilir. [Ayette geçen "ye'-tîne" birinci türdendir.] Ayette geçen "fahişe" kelimesi, kötü ve çirkin yol anlamında olan "fahş" kökünden türemiştir. Bu kelime yaygın olarak zina anlamında kullanılır. Aşağıdaki ayette livata veya livata ve lezbiyenlik anlamında kullanılmıştır. "Lut'u da peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle dedi: Sizler şimdiye kadar hiç kimsenin işlemediği iğrenç bir eylemi yapıyorsunuz." (Ankebut, 28)
Ayetin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla burada bu kelimeden zina kastedilmiştir. Tefsircilerin çoğunluğu bu görüştedir. Rivayete göre, Peygamberimiz kırbaç vurma cezasını öngören ayet indiğinde; "Zina eden kadınlara yüce Allah'ın gösterdiği yol, kırbaç vurma cezasıdır." buyurmuştur. Bunun böyle olduğunu gösteren bir başka delil, ayetin zahirinin bu hükmün neshedileceğini göstermesidir. Çünkü yüce Allah, "yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar" buyuruyor. Lezbiyenliğin cezasının başka bir hükümle neshedildiği nakledilmediği gibi lezbiyenlik yapan bir kadına ayetteki cezanın uygulandığı da işitilmemiştir. "erbeaten minkum=dört şahit" ifadesinden sayıları belirtilen şahitlerin erkek olması gerektiği anlaşılıyor. ["Erbeaten" kelimesi erkekte, "erbean" ise, kadında kullanılır.]
"Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye... kadar evlerde tutun." Bu ifadede evde tutmak yani müebbet hapis cezası, zina eyleminin işlenmiş olmasına değil, şahitlerin bunu açıklamasına dayandırılıyor. Bu suçun işlendiği bilinse bile dört kişi bu konuda şahitlik etmediği takdirde bu ceza uygulanamaz. Bu da yüce Allah'ın Müslümanlara yönelik bir hoş görü ve göz yumma lütfudur.
Hüküm, müebbet hapistir. Bunun karinesi ayetteki "ölüm alıp götürünceye kadar" ifadesiyle sınırlandırılmasıdır. Yalnız ayette hapis ve zindan ifadeleri değil "evlerde tutma" ifadesi kullanılmıştır. Bu da hoş görü ve göz yumma içerikli açık bir kolaylıktır. "Ölüm alıp götürünceye kadar yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar" ifadesi 'sürekli hapisten kurtaracak bir yol' anlamına gelir.
Ayetteki iki şıklı ifade, bu hükmün neshedilmesinin istendiğine delâlet eder. Nitekim de öyle oldu. Kırbaç vurma cezası bu hükmü neshetti. Kesinlikle biliyoruz ki, Peygamberimizin (s.a.a) son döneminde ve vefatından sonra Müslümanlar arasında zina işleyen kadınlara uygulanan hüküm evlerde hapsetmek değil, kırbaç vurma cezası idi. Ayetteki hükmün zina işleyen kadınlara yönelik olduğu kabul edildiği takdirde bu ayet kırbaç cezası getiren ayetle neshedilmiş olur. Ayette sözü edilen 'yol'un kırbaç vurma cezası olduğu şüphesizdir.
"İçinizden fuhuş yapan iki tarafa (erkek ve kadına) eziyet edin." Bu iki ayetin içeriği arasında bağlantı vardır. Bu ayetteki "ye'tiyaniha=yapan"dan maksat daha önceki ayette geçen "fahişe", yani zina suçudur. Bu da her iki ayetin amacının zinanın hükmünü açıklamak olduğunu gösterir. Buna göre ikinci ayet, birinci ayetteki hükmün tamamlayıcısıdır. Birinci ayet sadece kadınlara ilişkin hükmü açıklıyor. İkinci ayette ise, hem kadınlara hem erkeklere ilişkin hüküm belirleniyor. Bu hüküm eziyet vermektir. Her iki ayet, zina suçu işleyen erkeğe ve kadına ilişkin hükmü ortaya koyuyor. Bu hüküm her ikisine eziyet etmek ve kadını evde alıkoymaktır.
Fakat bu hüküm ikinci ayetteki "eğer tövbe edip kendilerini düzeltirlerse, artık onlardan vazgeçin." ifadesi ile uyuşmuyor. Bu ifade müebbet hapis cezası ile bağdaşmaz. Dolayısıyla bu ifade hakkında şöyle demek gerekir. Buradaki yakayı bırakmaktan, vazgeçmekten maksat, eziyet etmekten vazgeçmektir; yoksa hapis cezasına son vermek değildir. O ceza geçerliliğini aynen koruyor.
Bundan dolayı bizim de nakledeceğimiz bazı rivayetlere dayanılarak şöyle denmiştir: Bu ayetlerin ilki, zina eden dul kadınlarla ilgili hükmü açıklıyor. Ayetlerin ikincisi ise, zina eden kızlar hakkındaki hüküm ile ilgilidir ve bu ayette sözü edilen eziyet vermekten maksat zina eden kızları hapsetmek, sonra da tövbe edip düzelince, onları salıvermektir. Fakat bu durumda iki soru karşımıza çıkar. Soruların biri şudur: Ayetlerin birincisinde sırf dul kadınların, ikincisinde ise sadece kızların kastedildiği ileri sürülüyor. Ama bunun için ibarede hiçbir sözel delil yoktur. Bu nasıl olur? İkinci soru da şudur: Neden birinci ayette sadece zina eden kadından söz edilirken ayetlerin ikincisinde "fuhuş yapan iki tarafa" diye buyrularak erkek ile kadından birlikte söz ediliyor?
Tefsirci Ebu Müslim'e dayandırılan görüşe göre bu ayetlerin ilkinde lezbiyen kadınlara ilişkin hüküm açıklanırken, ayetlerin ikincisinde erkekler arası cinsel ilişkinin hükmü belirtiliyor ve bu iki ayet neshedilmiş değildir.
Bu görüşün asılsız olduğu açıktır. Birinci ayetle ilgili bölümünün asılsızlığını "Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı..." cümlesini açıklarken belirtmiştik. İkinci ayetle ilgili görüşün asılsızlığına gelince, sünnette erkek erkeğe cinsel ilişki için ölüm cezası öngörülmüştür. Sahih bir hadise göre Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Eğer aranızda Lut kavminin yaptığı iğrenç eylemi yapanlar olursa yapanı da yapılanı da öldürün." Bu hüküm ya neshedilmemiş iptidai bir hükümdür veya ayeti nesheden bir hükümdür. Her iki durumda da bu görüşün asılsız olduğu ortaya çıkar.
Doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir; ama bu iki ayetin zihinde uyandırdığı ilk zahiri izlenime, ifadedeki ip uçlarına ve tefsircilerin ileri sürdükleri sorunlara dayanılarak bu iki ayetin anlamı hakkında şunlar söylenebilir: Bu ayetlerin ilkinde, zina işleyen evli kadınlar hakkındaki hüküm ifade ediliyor. Çünkü ayette sadece kadınlardan söz ediliyor, erkekler söz konusu edilmiyor. Bu durumda neden kadınlarınız yerine eşleriniz denmediği sorusu akla gelebilir. Ama bu ifade, özellikle erkeklere izafe edildiği takdirde Kur'an'da çok sayıda örneği olan bir ifade tarzıdır. Nitekim ayette "kadınlarınızdan" buyurulmuştur ve yine yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Kadınların mehirlerini bir bağış olarak verin." (Nisâ, 4) "Kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olup..." (Nisâ, 23)
Buna göre bu kadınlar hakkındaki ilk ve geçici hüküm evlerde hapsedilmekti. Sonra bu hükmün yerini recm cezası aldı. Bu durum, Cubbai'nin ileri sürdüğü gibi sünnet ile Kur'an'ı neshetmek değildir. Çünkü neshetmek müebbedi ifade eden delile dayanan bir hükmü kaldırmaktır. Oysa bu hüküm geçici olduğuna, süresinin bitmesi ile sona ereceğine ilişkin karineyi kendi içinde taşıyor. Bu karine "yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar" ifadesidir. Bu ifadeden bu kadınlar hakkında başka bir hüküm getirileceği açıkça anlaşılıyor. Eğer buna neshetmek deniyorsa bunun sakıncası yoktur. Çünkü böyle düşünmek, Kur'an'ın sünnet ile neshedildiğini ileri sürmekteki yanlışlığı içermez. Çünkü Kur'an'ın kendisi süresi dolunca bu hükmün yürürlükten kalkacağına işaret ediyor. Peygamberimiz de (s.a.a) Kur'an-ı Kerim'in söylemek istediklerini açıklar.
Ayetlerin ikincisi ise, bekârların zinası ile ilgili hükmü içeriyor. Bu hüküm eziyet etmektir. Bu eziyetten maksat hapsetmek, nalınlar ile dövmek, azarlamak veya başka bir ceza olabilir. Buna göre bu ayet Nûr suresinde getirilen kırbaçlama hükmü ile neshedilmiştir. Bu ayetin bakire kızlar hakkındaki hükmü içerdiğine ilişkin rivayete gelince, bu rivayet tek kanallıdır; senet zinciri yoktur ve bu yüzden zayıf olduğu denilmiştir. Ayetin anlamının ne olduğunu Allah daha iyi bilir. Denilen hususlar üzerinde iyice düşünmek gerekir. Ancak bu görüş de tutarsız değildir denilemez. Çünkü neshedilen şeyin neshedileceğine dair işareti; nesih olayıyla çelişmez.
"Eğer tövbe edip kendilerini düzeltirlerse, artık onlardan vazgeçin..." Bu ifade tövbeyi, ıslah ve kendi hâlini düzeltme ile kayıtlıyor. Böylece tövbenin gerçek mahiyeti vurgulanarak onun sadece kuru sözden veya gelip geçici bir duygulanmadan ibaret olmadığı açıklanıyor.
AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
es-Safi tefsirinde yer aldığına göre Tefsir-ul Ayyâşî'de, İmam Sadık'ın (a.s); "Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı..." diye başlayan ayet hakkında şöyle buyurduğu nakledilir: "Bu ayet neshedilmiştir ve sözü edilen yol hadlerdir." (c.1, s.339)
Yine Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre İmam Bâkır'a (a.s) bu ayet hakkında soru soruldu. O da "Neshedilmiştir" dedi. Kendisine "Önceki uygulama nasıl idi?" diye sorulması üzerine şöyle dedi: "Kadın zina yapıp da aleyhinde dört kişi şahitlik edince bir eve kapatılırdı. Onunla kimse konuşmaz, kimse yanına girip çıkmazdı. Kendisine yemek ve su verilirdi. Ölünceye ya da Allah haklarında yeni bir yol gösterinceye kadar bu böyle devam ederdi. Allah [bekâr ise] kırbaçlama ve [evli ise] recm cezasını yeni bir yol olarak gösterdi.
İmama "İçinizden fuhuş yapan iki tarafa..." ayeti hakkında ne düşündüğü sorulunca şu karşılığı verdi: "Yani dul kadının yaptığı zinayı bir kız işleyince, onlara eziyet etmek, onları hapsetmek demektir..." (c.1, s.227-228, h:61)
Ben derim ki: İslâm'ın ilk yıllarında zina işleyen kadınlar ceza olarak ölünceye kadar evlerde hapsedilirdi. Bu husus Ehl-i Sünnet'e mensup bir kaç kanaldan İbn-i Abbas'a, Katade'ye, Mucahid'e ve başka sahabelere dayandırılarak rivayet edilmiştir.
Süddi'den nakledildiğine göre, evlerde hapsedilmek zina işleyen dullara ilişkin bir hüküm, ikinci ayette yer alan eziyet etme ise cariyelere ve evlenmemiş kızlarla ilgili bir ceza idi. Ayetle ilgili olarak neler söylenmesi gerektiğini biliyorsun artık.
17- Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tövbe, ancak bilgisizlikle (inat vb. dayalı olmaksızın) kötülük yapanlar ve sonra yakın zamanda (ahiret ve ölüm alâmetleri belirinceye kadar ihmalkârlık etmeyip) tövbe edenler içindir. İşte Allah'ın rahmetiyle onlara dönüp tövbelerini kabul ettiği kimseler bunlardır. Allah (her şeyi) bilendir, hikmet sahibidir.
18- İçlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar kötülükleri yapıp 'Ben şimdi tövbe ettim' diyenler ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tövbe yoktur. İşte onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.
AYETLERİN AÇIKLAMASI
Bu iki ayetin içeriği, daha önceki iki ayetin içeriği ile bağlantısız değildir. Çünkü, önceki iki ayet tövbeden söz ederek sona ermişti. O hâlde, bu iki ayetin önceki iki ayetle birlikte inmiş olması mümkündür. Bununla birlikte bu iki ayet kendi kendine bağımsız bir meseleyi içeriyor ki bu mesele, İslâm'ın yüce gerçeklerinden ve Kur'an'ın yüksek mesajlarından biridir. O da, tövbenin iç yüzü, konumu, etkisi ve hükmüdür.
"Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tövbe, ancak bilgisizlikle kötülük yapanlar ve sonra yakın zamanda tövbe edenler içindir." "Tevbe" kelimesi, dönmek anlamına gelir. Tövbe; kulun kulluk görevini savsaklamaktan pişmanlık duyarak Allah'a dönmesi ve kulunu Rabbine dönmeye muvaffak etmek veya onun günahlarını affetmek suretiyle Allah'ın kuluna rahmetiyle dönmesidir. Birçok kez tekrarladığımız üzere Kur'an'ın ifadesine göre kulun yaptığı bir tövbe yüce Allah'ın iki tövbesi tarafından sarılıdır.
Bunun açıklaması şöyledir: Kulun yaptığı tövbe gücü gerektiren bir iyi davranıştır. İyi davranışlar Allah'tan olduğu gibi güç de bütünü ile Allah'a aittir. O hâlde, kulun tövbe etmesini ve uzaklaşmanın karanlıklarından sıyrılarak Allah'a dönmesini sağlayan sebepleri hazırlamak Allah'tandır. Bunun yanı sıra kul tövbe edip kötülükten dönmeyi başardıktan sonra bu kötülüklerin kirlerinden, pisliklerinden arınmada ve kurb makamına (Allah'a yakınlık) ulaşıp orada istikrar bulmada Allah'ın kendisine rahmeti ile, şefkati ile, affı ve mağfireti ile bir kere daha dönmesine muhtaçtır.
İşte yüce Allah'ın kula yönelik bu iki dönüşü yüce Allah'ın, kulun bir tek tövbesini saran iki tövbesidir. Yüce Allah "Bunun üzerine tövbe etsinler diye Allah onlar için tövbe etti." (Tevbe, 118) buyuruyor. Bu Allah'ın ilk tövbesidir. "Onlar için, ben tövbe ederim (tövbelerini kabul ederim)." (Bakara, 160) ayeti de yüce Allah'ın ikinci tövbesine işaret ediyor. Yüce Allah'ın bu iki tövbesi arasında, işittiğin gibi, kulun tövbesi yer alır.
Ayetin orijinalinde geçen "alellahi lillezîne=Allah'ın üzerine aldığı... kimseler için" ifadesinde yer alan "alâ" edatı ile "lam" harfi fayda ve zarar anlamlarını verirler. Nitekim Araplar "Daret-id dâiretu li-zeydin alâ amrin" derler ve bununla işin Zeyd'in lehine ve Amr'ın zararına sonuçlandığını kastederler ve yine "Kane's sibaku li-fulanin alâ fulanin" derler ve yarışmanın birinin yararına ve ötekisinin zararına tamamlandığını vurgularlar.
"Alâ" ve "lam" edatının zarar ve fayda anlamını ifade etmelerine gelince, "alâ" edatı "istila ve tasallut" anlamı ve "lam" harfi de mülk ve istihkak anlamı taşır. Bunun gerekli sonucu olarak iki tarafı ilgilendiren anlamlarda taraflardan biri yarar sağlarken öbürü zarar görür. Savaş, vuruşma, tartışma vb. gibi. Bu durumda taraflardan biri galip, öbürü ise mağlup olur. Galip tarafa (sahip olmadığı bir şeye ulaştığı için) mülk anlamı uygun düştüğü gibi mağlup tarafa da (sulta altına alındığı için) istila anlamı uygun düşer. Buna benzer durumlar da böyledir. Etkileyen ile etkilenen taraflar arasındaki etki anlamı gibi. Taahhüt eden ile taahhüt edilen taraflar arasındaki, vaat eden taraf ile vaat edilen taraf arasındaki taahhüt ve vaat anlamları ve buna benzer anlamlar gibi. Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, "ala" edatı ile "lam" harfinin zarar ve fayda anlamlarını taşımaları kelime anlamları öyle olduğu için değil, kullanım durumlarından ileri gelem arızi bir durumdur.
Tövbenin başarısı yüce Allah'ın kullarına yönelik bir vaadine dayandığı için bu ayette onu kendi üzerine borç sayarak "Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tövbe, ancak bilgisizlikle kötülük yapanlar ve... tövbe edenler içindir." buyuruyor. Dolayısıyla kullarının tövbesini kabul etmesi yüce Allah'a farzdır. Fakat bu, başkasının onu bir şey yapmaya zorlaması veya ona bir mükellefiyet yüklemesi anlamına gelmez. Bu başkasına ister akıl, ister işin mahiyet ve gerçeği, ister pratik realite, ister hak, isterse başka bir ad verilmiş olsun fark etmez. Yüce Allah böyle bir mükellefiyetten yüce ve münezzehtir. Tam aksine O kullarına tövbe edenlerin tövbelerini kabul edeceğini vaat etmiştir ve O sözünden caymaz. İşte tövbeyi kabul etmenin Allah üzerine vacip olması bu demektir. Aynı şekilde yüce Allah üzerine yapılması vacip olan her türlü eylemin vacipliğinin anlamı da budur.
Anlaşıldığı kadarıyla ayet öncelikle Allah'a ait olan tövbeyi yani Allah'ın kuluna rahmetle yönelmesini açıklamaya yöneliktir, amaç kulun tövbesini anlatmak değildir. Gerçi böylelikle kulun tövbesi kaçınılmaz şekilde anlaşılmaz oluyor. Çünkü Allah'a ait tövbenin şartları gerçekleşince kulun tövbesinin şartlarının gerçekleşmesi kaçınılmaz olur. Bu ayetin Allah'a ait tövbeyi anlatmaya yönelik olması, daha çok açıklanmaya muhtaç değildir.
İkinci olarak da ayet genel anlamdaki tövbeyi açıklamaya yöneliktir. Yani hem şirkten ve küfürden dönerek iman etmek, hem de iman ettikten sonra günahlardan tövbe ederek ibadete dönmek durumlarını kapsamına almıştır. Çünkü Kur'an bunların her ikisine de tövbe adını veriyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor: " Arşı taşıyan ve bir de onun çevresinde bulunan melekler Rablerini överek O'nu noksanlıklardan tenzih ederler. O'na iman ederler. İman edenler için mağfiret dileyerek şöyle derler: 'Ey Rabbimiz, senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna girenleri bağışla." (Mü'min, 7) Burada ayetin başından anlaşıldığına göre "tövbe eden ve senin yoluna girenler"den iman edenler kastediliyor. Yani iman etmeye tövbe adı verilmiştir. Günahlardan vazgeçme anlamında ise, "Allah onlar için tövbe etti." (Tevbe, 118) buyuruluyor.
Back | Index | Next |