Biz inanıyoruz ki: Yüce Allah bütün varlık aleminin yegane yaratıcısıdır ve O'nun azamet, ilim ve kudretinin izleri kainattaki bütün mevcudatın alnının tam ortasındadır denilebilecek kadar apaçık ortadadır; bizim varlığımızın derununda, canlılar dünyasının tamamında, hayvanlarla bitkilerden, göklerdeki samanyolları, gezegenler, yıldızlar ve yüksek alemlere varıncaya kadar bütün kainatta aşikar ve besbellidir.
Biz inanıyoruz ki: Bu dünyanın varlıklarının sırları üzerinde düşündükçe O'nun pâk zâtının azametini, ilminin ve kudretinin sınırsızlığını daha iyi anlamaktayız. İnsanoğlunun ilim ve teknikteki ilerlemeleri neticesinde her gün O'nun ilim ve hikmetinden yepyeni kapılar açılmaktadır insanlığın ufkuna. Bu da düşünce ufuklarımızı genişletmekte ve bu tefekkür ve idrak O'na olan ilgi ve aşkımızı günbegün artırmakta ve O'nun zât-ı mukaddesine adım adım yaklaşmamızı sağlayarak celal ve cemalinin nurunda garkolmamızı mümkün kılmaktadır.
Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"Yakîn arayanlar için yeryüzünde ayetler, işaretler vardır ve bizzat sizin kendi varlığınızda da (böyle ayetler vardır.) Yine de görmez misiniz?"[1]
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten (apaçık ve besbelli) ayetler, işaretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler (ve derler ki:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın..."[2]
2- O'nun Celal Ve Cemal SIfatlarI
Biz inanıyoruz ki: Yüce Allah'ın pâk zâtı her nevi kusur ve noksandan beri ve münezzeh olup bütün kemallerle süslüdür, dahası, O, "mutlak kemal" ve "kemalin tümü"dür, başka bir deyişle varlık alemindeki bütün kemaller ve güzellikler O'nun temiz ve yüce zâtından kaynaklanmaktadır:
"Öyle bir ilahtır ki Allah; O'ndan başka ilah yoktur, asıl malik, egemen ve asıl sahip O'dur, her nevi eksiklik ve kusurdan kesinlikle münezzehtir, kimseye zulmetmez, huzur ve güvenvericidir, her şeyi kollamakta ve gözetlemektedir, öylesine yenilmez bir güçlüdür ki karşı konulması imkansız iradesiyle her şeyi ıslah edip düzene koyar, büyüklük ve azamete lâyıktır O, kendisine eş koşulan şeylerden münezzehtir O; yaratan Allah'tır O, eşsiz bir yaratıcıdır O, emsalsiz bir şekil ve suret verendir O, O'nun içindir güzel isimler (ve her nevi kemal sıfatlar), göklerde ve yerde olan her şey O'nu tesbih eder, O Aziz (mutlak galip) ve Hakim (hüküm ve hikmet sahibi)dir."[3]
Yukarıdaki ayetlerde geçen bu sıfatlar Hak Teâla hazretlerinin celal ve cemal sıfatlarının sadece bir kısmıdır.
Biz inanıyoruz ki: Allah Teâla hazretleri her açıdan sonsuz ve sınırsızdır. İlim ve kudret, ebedi hayat ve ezeli hayat açısından sonu ve nihayeti olmayan bir varlıktır O. Bu nedenle de zaman ve mekana sığmaz; (çünkü zaman ve mekan neticede sınırlı şeylerdir) buna rağmen her yerde ve her zaman vardır ve hazırdır O, zira zamanın ve mekanın ötesinde (aşkın) bir varlıktır O'nun varlığı:
"Göklerde ilah olan O'dur, yerde ilah olan O'dur, O hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir."[4]
"... Siz her nerede iseniz O sizinle beraberdir, Allah, yapmakta olduklarınızı görendir."[5]
Evet, O, bize bizden yakındır, canımızın ta içindedir O, her yerdedir O, hiçbir mekanı olmaksızın: "Biz, ona kalbinin damarından (şahdamarından) daha yakınız."[6]
"Evvel O'dur, Ahir O'dur, Gizli O'dur, Görünen O'dur, O her şeyi bilendir."[7]
Binaenaleyh Kur'an'da "Arşın sahibidir, Mecid (pek yüce ve pek büyük)dir"[8] buyrulurken (ki burada geçen "Arş", bazılarının zannettiği gibi, şahların kullandığı görkemli tahtlar gibi bir oturma mekanı değildir) veya "Rahman Allah, Arş'ta oturmuştur"[9] şeklinde tarif edilirken O'nun belli bir mekanı olduğu söylenmemektedir, bilakis, O'nun egemenlik ve hakimiyetinin madde ve maddeötesi bütün varlık alemlerini kapsadığı vurgulanmaktadır. Aksi takdirde bu, O'nun sınırlandırılması demektir ki bu da yaratıcının değil, mahlukatın sıfatlarının O'na atfedilmesi ve O'nun da herhangi bir varlık mesabesinde telakki edilmesi demektir, halbuki: "O'nun benzeri gibi olan hiçbirşey yoktur."[10] ve: "...Hiçbirşey O'nun dengi değildir."[11] diye buyrulmuştur Kur'an-ı Kerim'de.
4- O cİsİm değİldİr ve asla görülmez
Biz inanıyoruz ki: Allah Teâla hiçbir zaman gözle görülemez, zira birşeyin gözle görülebilmesi demek onun cisim, mekan, yer, renk, şekil ve yönü olması demektir ki bütün bunlar yaratıklara mahsus olgulardır. Allah Teâla ise, yaratıklara mahsus sıfatlara sahip olmaktan uzak ve münezzehtir.
Binaenaleyh Allah Teâla'nın gözle görülebileceğine inanmak bir nevi şirktir, ayette de buyrulduğu üzere: "Gözler O'nu göremez, ama O, bütün gözleri görür; O Lâtif (lütuf sahibi) ve her şeyden haberdardır."[12]
Yine bu nedenledir ki İsrailoğullarının bahanecileri Hz. Musa'dan (a.s) Allah'ı kendilerine göstermesini isteyip de "...Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayız."[13] dediklerinde Hz. Musa (a.s) onları Tur dağına götürmekte ve kavminin isteğini Rabbi'ne bildirdiğinde şu cevabı almaktadır: "...Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin. Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim!) Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi."[14]
Böylece Allah Teâla'nın asla görülemeyeceği gerçeği de anlaşılmış oldu!
Biz inanıyoruz ki: Bazı ayet ve İslamî rivayetlerde Allah Teâla'nın görülmesinden (likaullah) sözedilmesinin nedeni, gözle değil can gözü ve bâtınla görebilmektir, zira Kur'an ayetleri daima yekdiğirinin müfessiridirler: "Kur'an'ın bir kısmı, bir kısmını tefsir eder."[15]
Hz. Ali (a.s) kendisine "Ey müminlerin emiri, sen Rabbini gördün mü?" diye soran bir adama "Görmediğim bir tanrıya tapar mıyım ben?" diye cevap verir ve ardından şöyle ekler: "Gözler asla O'nu göremez, ama gönüller iman gücüyle görür O'nu."[16]
Biz inanıyoruz ki: Allah Teâla için mekan, zaman, yön cismiyet, görülme vb. gibi yaratığa mahsus sıfatları kâil olmak, insanı Allah'ı tanımaktan uzaklaştırıp, şirke bulaşmasına neden olur. Hak Teâla hazretleri mümkünatın tamamından yüce ve onlara ait bütün sıfatlardan münezzehtir, zira "O'nun eşi ve benzeri yoktur."
5- Tevhİd, Bütün İslam Emİrlerİnİn Ruhudur
Biz inanıyoruz ki: Allah'ı tanıma hususunda en önemli mesele tevhid meselesini anlamak ve O'nun pâk zâtının bir ve tek olduğunu bilebilmektir. Gerçekte tevhid sadece dinin esaslarından biri değildir, aynı zamanda İslam akaid ve inançlarının tamamının ruhu ve temel mayasıdır. Sarahatle diyebiliriz ki: İslam'ın usulü ve füruu hep "tevhid"de şekillenmektedir. Her alanda tevhid ve "bir"lik geçerli ve sözkonusudur. Örneğin: Allah Teâla'nın pâk zatının vahdeti, O'nun sıfat ve fiillerinde tevhid ve başka bir açıdan enbiyanın çağrılarının bir oluşu, ilahi din ve çağrının vahdeti, bizim kıble ve semavi kitap vahdetimiz, bütün insanlar için Allah'ın hüküm ve emirlerinin vahdet ve birliği ve sonuç olarak Müslümanların saflarında vahdet ve yine mead gününün birliği!
Bu nedenledir ki Kur'an-ı Kerim, Allah'ın bir olduğu (tevhid-i ilâhi) inancından her nevi sapma ve şirke yönelmeyi affedilemez bir günah saymakta ve şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan daha aşağısını, dilediği (ve layık bulduğu) herkes için affeder. Allah'a eş ve ortak (şirk) koşan, doğrusu büyük bir günah işlemiş ve iftirada bulunmuş olur." [17]
"Andolsun ki sana ve senden önceki peygamberlere vahyolundu ki: "Eğer şirk koşacak olursan şüphesiz bütün amellerin boşa çıkacak ve bu durumda hüsrana uğrayanlardan olacaksın."[18]
Biz inanıyoruz ki: Tevhidin türlü dalları ve çeşitleri vardır, bunların en önemlisi aşağıda belirtilen dört daldır:
a) Zâtta Tevhid: Yani O'nun pâk zâtı ve benliği tektir ; hiçbir eşi, benzeri ve emsali yoktur.
b) Sıfatta Tevhid: İlim, kudret, ezeliyet, ebediyet vb. sıfatların tamamı onun zatında biraradadır ve bunlar O'nun eşsiz zâtıyla tamamen aynı ve birdir. Yani mahlukat ve yaratılmışlarda olduğu gibi her sıfatı diğer sıfatından ayrı ve varlığının zatı ve özbenliği de yine bu sıfatlardan apayrı değildir. Bu arada Allah Teâla'nın sıfatlarıyla O'nun mukaddes zâtının ayniyeti (tıpatıp aynılığı) meselesini anlayıp, idrak edebilmek için çok dikkatli ve hassas bir düşünce ve tefekkürün gerekli olduğunu da hemen hatırlatalım.
c) Fiil ve Eylemlerde Tevhid: Yani kâinatta vuku bulan her şey, bütün hal, hareket, davranış ve oluşumlar hep Hak Teâla'nın irade ve takdirinden kaynaklanmaktadır:
"Allah her şeyin yaratıcısıdır, O her şey üzerinde vekildir ve her şeyi gözetleyip denetleyendir."[19]
"Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur (O'nun kudret ellerindedir)."[20]
Evet, varlık dünyasında Allah Teâla'nın münezzeh zâtından başkaca hiçbir etken yoktur.
Ancak, bu, amel ve davranışlarımızın kaçınılmaz olduğu ve bizim "mecbur" olduğumuz anlamına gelmez, bilakis, biz irade ve karar verme hususunda hür ve serbestiz: "Biz onu (insanı) hidayet ettik (ve ona doğru yolu gösterdik) isterse kabullenip şükredenlerden olur, isterse reddeder ve nankör olur."[21]
"Doğrusu insan için kendi gayret ve çabasından başka birşey yoktur."[22]
Bu Kur'an ayetleri, insanın hür bir iradeye sahip bulunduğunu gözler önüne sermektedir. Ancak, hem hür irade ve hem iş yapma gücünü Allah Teâla'dan almış olduğumuzdan bizim bütün irade ve davranışlarımız neticede Allah Teâla'ya dönmekte ve O'nun varlığına dayanmaktadır. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, bu gerçeğin, yaptığımız işler ve davranışlar karşısında mesuliyet ve sorumluluğumuzu zerrece azaltmayacağıdır.
Evet, O bizim bütün davranışlarımızı serbestçe ve hür bir iradeyle yapmamızı ve böylece bizi sınav ve denemelere tabi tutarak tekamül yolunda ilerlememizi sağlamak istemiştir. Zira insanoğlunun tekamülü (kemal ve olgunluğa ermesi) ancak hür bir iradeyle Allah'a itaat etmesi ve kendi tercihiyle O'na yönelebilmesiyle mümkündür.
Zira bir insanın cebren ve zorla yaptığı şeyler ne onun iyi olduğunu gösterir ne de kötü olduğunu!
Esasen biz insanlar eylem ve davranışlarımızda böyle bir cebre muhatap ve mecbur bırakılmış olsaydık bu durumda semavi kitaplarla peygamberlerin hiçbir gereği kalmayacak, dînî emir ve vazifelerin yapılıp yapılmaması hiçbir şey ifade etmeyecek ve Allah'ın ödül veya ceza vermesinin de mantığı ve anlamı kalmayacaktı.
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'inden (a.s) öğrendiğimiz gerçektir bu, onlar "Ne mutlak cebir doğrudur, ne de sorgusuz sualsiz tam bir serbestlik (tefviz), bu ikisinin ortası bir durum geçerlidir." buyurmuşlardır.[23]
d) İbadette Tevhid: Yani ibadet sadece Allah Teâla'ya mahsustur, O'nun mukaddes zatından başka mabud (ibadete layık) yoktur. Tevhidin en önemli dallarından biridir bu. Peygamberler de en ziyade bu noktayı vurgulamışlardır: "Onlar (peygamberler) dini yalnızca Allah'a halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekat vermekten başkasıyla emrolunmadılar. En doğru ve ebedi kalıcı din budur işte."[24]
Ahlak ve irfanda kemale erişebilmek için tevhid, bundan da derin bir hal alır ve insanın sadece Allah'ı düşünmesi, O'ndan başka şeye gönül vermemesi, O'ndan başka hiçbirşeye kendisini kaptırmamasını gerekli kılar; tevhidde varılan kemalin bu noktasında kulun Allah'tan başka hiçbir arzusu kalmaz, O'ndan başka hiçbirşeyi düşünmez ve hiçbir şey onu Allah'tan alıkoymaz: "Seni kendisine meşgul edip Allah'tan uzaklaştıran her şey senin putundur!"
Biz inanıyoruz ki: Tevhidin dalları bu dördünden ibaret de değildir, "mülkiyette tevhid" bunun bir diğer dalıdır, yani her şey Allah'ındır: "Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır..."[25]; keza "hakimiyet ve egemenlikte tevhid" de dallarından birisidir, egemenlik tevhidi, yegane egemen olarak Allah'ı tanımak ve O'ndan başka kanunkoyucu tanımamaktır: "Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır."[26]
Fiil ve eylemlerde tevhidin aslı, gerçekte şunu da vurgulamaktadır: Büyük peygamberlerin gösterdiği mucizeler ve evliyaullahın kerametleri sadece "Allah Teâla'nın izniyle" gerçekleşmektedirler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa Mesih (a.s) için şöyle buyrulmaktadır: "Doğuştan kör olanı ve iyileşmesi artık imkansız olan alacalıyı benim iznimle iyileştiriyordun ve yine benim iznimle ölüleri diriltiveriyordun!..."[27]
Yine Kur'an-ı Mecid, Hz. Süleyman'ın (a.s) vezirlerinden biri hakkında şöyle buyurmaktadır: "Yanında Kitap'tan bir ilim bulunan kimse dedi ki: "Ben, gözünü açıp kapamadan onu sana getirebilirim." Derken, Süleyman o tahtı kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu, Rabbimin fazlındandır, O'na şükürde mi bulunacağım, yoksa nünkörlük mü edeceğim diye beni denemekte..."[28]
Binaenaleyh Kur'an'da da açıkça belirtildiği gibi Hz. İsa Mesih'in (a.s) Allah Teâla'nın izniyle, çaresiz hastaları iyileştirdiğine ve ölüleri dirilttiğine inanmak tevhidin ta kendisidir.
Biz inanıyoruz ki: Allah Teâla'nın özel görevlerle görevlendirmiş olduğu melekleri vardır ki bunlardan bazısı peygamberlere vahyi iletmekle vazifelendirilmişlerdir.[29]
Bir kısmı da insanların amellerini korumak (zaptedmek) için görevlidirler.[30]
Bir kısım meleklerse ruhları kabzetmekle görevlidirler.[31]
Bir kısım meleklerse dirençli ve yılmaz müminlere yardım etmekle görevlidirler. [32]
Bir kısmı savaşlarda müminlere yardım ederler. [33]
Bir kısım melekse Allah'a isyan eden tuğyankar kavimleri cezalandırırlar[34] ve varlık dünyasında daha başka birçok vazifeyle görevlidirler.
Bu görev ve vazifeler Allah Teâla'nın izni ve O'nun kudreti sayesinde gerçekleştiğinden "fiillerde tevhid" ve "Rububiyet tevhidi" aslıyla asla çelişmemekte, bilakis, bu aslı önemle vurgulamaktadır.
Aynı şekilde bundan da anlaşılacağı üzere peygamberler, masumlar ve meleklerin şefaatleri de yine Allah Teâla'nın izni ve O'nun kudretiyle olacağından tevhidle çelişmemekte, tevhidin bir parçası sayılmaktadır: "O'nun izni olmadıkça kimse şefaatçi olamaz."[35]
Bu mesele ve "tevessül" meselesi hakkında detaylı bilgiyi "peygamberler" bahsinde aktarmaya çalışacağız inşaallah.
9- İbadet Sadece Allah'a Mahsustur
Biz inanıyoruz ki: "İbadette tevhid" bahsinde de belirttiğimiz üzere ibadet sadece Allah Teâla'ya mahsustur, bu nedenle de kim O'ndan başkasına taparsa "müşrik"tir. Bütün peygamberlerin davetlerinin müşterek ana eksenlerinden biridir bu. "Allah'a ibadet ediniz, O'ndan başka mabudunuz ve ilahınız yoktur!" buyruğu Kur'an-ı Kerim'de peygamberlerin dilinden defalarca aktarılmaktadır.[36]
Nitekim biz Müslümanlar her namazda Hamd Suresi'ni okurken İslam'ın bu önemli prensibini tekrarlamakta ve "Biz sadece sana ibadet eder, sadece senden yardım dileriz" demekteyiz.
Kur'an'da belirtildiği üzere peygamberlerle meleklerin Allah'ın izniyle şefaatçi olabileceğine inanmanın "ibadet" anlamında olamayacağını da hemen belirtelim.
Aynı şekilde kulun peygamberlere herhangi bir sorununun çözümlenmesini Hak Teâla'dan talepte bulunmaları için tevessül etmesi ve onları aracı kılması "ibadet ve tapınma" olmadığı gibi ibadet ve "fiiliyat tevhidi"yle de asla çelişmemekte, bilakis, kulun Allah'a yönelebilmesi için açık bırakılan nice kapılardan birisi olarak kabul görmektedir. Daha ileriki bahislerimizde "peygamberlik" mevzuunu işlerken bu konuyu da etraflıca ele alacağız inşaallah.
10- O'nun Pâk ZâtInIn Künhüne Kİmse Varamaz
Biz inanıyoruz ki: Hak Teâla hazretlerinin varlığının izleri ve işaretleri bütün varlık alemini baştanbaşa kuşatmışsa da O'nun yüce varlığının hakikati hiçkimseye aşikar değildir ve kimse O'nun mukaddes zâtının künhüne varamaz. Çünkü O'nun münezzeh varlığı her açıdan sınırsız ve sonsuzdur, bizse her açıdan sınırlı ve mahdut. Bu durumda "kısıtlı" bir varlığın "kısıtsız, sınırsız ve sonsuz bir varlığı" büsbütün kuşatamayacağı ve esasen O'nun varlığının sınırlarına ulaşabilmesinin mümkün dahi olmayacağı apaçık ortadadır: "Gerçekten O, her şeyi sarıp kuşatandır."[37] "Allah onların hepsini kuşatmıştır."[38]
Düşünceyle varamazsın O'nun künhüne
Ne akıllar alır, ne bilge bilir
Samançöpü dalabilse derine
Sen de O'nu kavrayabilirsin demektir!
Nebevî hadiste de buyrulduğu üzere "Biz, sana, layık olduğun vechiyle ibadet edebilmiş değiliz, seni hakkıyla tanıyabilmiş de değiliz biz."[39] Ancak bu arada O'nun zatını tamamiyle kavramanın imkansız olması nedeniyle O'nu nisbeten ve ana hatlarıyla tanımaktan da vazgeçilmesi ve bizim için hiçbirşey ifade etmeyecek olan bazı kelimelerin zikriyle yetinilmesi gerektiği şeklinde bir yanlış anlamaya da meydan verilmemelidir, zira bu, "marifetulah"ın büsbütün tatil edilmesi demektir ki biz buna karşıyız, zira başta Kur'an gelmek üzere bütün semavi kitaplar marifetulah için inmiş, Allah'ı tanımamız ve O'na yönelmemiz için nazil olmuşlardır.
Bu hususta çeşitli örnekler verilebilir, mesela biz ruhun aslının ve hakikatinin ne olduğunu bilmiyoruz, ama bu hususta elbette ki kısa ve öz bir bilgiye sahibizdir, nitekim ruhun var olduğunu bilmekte ve onun izlerini açıkça müşahede etmekteyiz.
İmam Muhammed Bâkır hazretlerinden (a.s) ulaşan şu hadis pek ilginçtir: "Aklınıza ve tasavvurunuza sığdırabileceğiniz her şey ve her düşünce sizin zihninizin yaratığıdır ve ( yaratık olma açısından) o da tıpkı sizin gibidir ve size döner. Allah Teâla sizin o azami düşünce mahlukunuzdan elbette ki münezzeh ve O'ndan çok daha üstün ve yücedir."[40]
Hz. Ali'den (a.s) ulaşan bir başka hadiste de Allah Teâla'yı tanıma bilimi (marifetullah) pek güzel ve sarih bir tabirle şöyle ifade edilir: "Münezzeh Allah Teâla hazretleri, sıfatının künhü ve sınırlarını akıllara bildirmemiş (ama) bu hususta onları gerekli bilgiden mahrum da bırakmamıştır."[41]
Biz inanıyoruz ki: Allah Teâla'yı tanıma, O'nun sıfatlarını bilme ve marifetullah'ın mümkün olmadığını söylemek ve tatile inanmak ne kadar yanlışsa "teşbih" yoluna gitmek de bir o kadar yanlıştır ve insanı "şirke" götürür. Yani o mukaddes zât'ın hiçbir şekilde bilinip tanınamayacağını ve bizim O'nu (kendi haddimiz ve kapasitemizin elverdiği ölçüde) tanıyabilmemizin kesinlikle mümkün olamayacağını düşünmek yanlış olabileceği gibi O'nu herhangi bir şeye benzetebilmek ve "şöyle olabilir" diyebilmek de doğru değildir. Birinci yolun "ifrat" ikinci yolun da "tefrit" olacağını önemle belirtmekte fayda vardır.
1- Zâriyat / 20, 21.
2- Âl-i İmrân / 190, 191.
3- Haşr / 23 - 24.
4- Zuhruf /84.
5- Hadid / 4.
6- Kâf / 16.
7- Hadid / 3.
8- Buruc / 15.
9- Bazı ayetlerden Allah Teâla'nın Kürsüsünün bütün gökleri ve yeri kapsadığı anlaşılmaktadır. "O'nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır." (Bakara/255) Buna göre O'nun "Arş"ı bütün kainatı kuşatmıştır. (Çünkü Arş, Kürsüden daha kapsamlı bir olgudur).
10- Şûarâ / 11.
11- Tevhid (İhlas) / 4.
12- En'am / 103.
13- Bakara 55.
14- A'raf / 143.
15- Bu rivayet pek meşhurdur ve İbni Abbas'tan ulaşmıştır, ancak, Nehc'ul Belagâ'da da aynı anlam da ibare vardır: "Şüphesiz Kur'an'ın bir kısmı, bir kısmını doğrular..." (Nehc-ul Belga, 18. hutbe) Yine 103. hutbede de Kur'an'ı şöyle tanıtmıştır: "Kur'an'ın bir kısmı, bir kısmıyla konuşur; bir kısmı diğer bir kısmına tanıklık eder."
16- Nehc-ul Belaga, 179. hutbe.
17- Nisâ / 48.
18- Zümer / 65.
19- Zümer / 62.
20- Şûrâ / 12.
21- İnsan / 3.
22- Necm / 39.
23- Usul-ü Kâfi, c: 1, s: 160 "el-Cebru vel-kaderu vel-emr-u beyn'el emreyn" babı.
24- Beyyine / 5.
25- Bakara / 284.
26- Maide / 44.
27- Maide / 110.
28- Neml / 40.
29- Bakara / 97.
30- İnfitar / 10.
31- A'raf / 37.
32- Fussilet / 30.
33- Ahzab / 9.
34- Hud / 77.
35- Yunus / 3
36- A'raf / 59, 65, 73, 85...
37- Fussilet / 54.
38- Buruc / 20.
39- Bihar-ul Envar, c: 68, s: 23.
40- Bihar-ul Envar, c: 6, s: 293.
41- Gurer'ul Hikem.