KUR'AN VE SEMÂVÎ KİTAPLAR

1- Semâvî KİtaplarIn İnİş Felsefesİ

Biz inanıyoruz ki: İnsanoğlunun hidayeti bulup doğru yola yönelmesi için Allah Teâla  nice mushaf ve kitaplar göndermiş; bu cümleden olmak üzere Hz. Nuh'la (a.s) İbrahim'e (a.s) mushaflarını, Hz. Musa'ya (a.s) Tevrat'ı, Hz. İsa'ya (a.s) İncil'i ve Hz. Resul-i Ekrem efendimize (s.a.a) de Kur'an-ı  Kerim'i nazil etmiştir. Bu kitaplar ve bu peygamberler gönderilmemiş olsa, insanlar Allah'ı tanıma ve O'na ibadette bulunma hususunda türlü hatalara kapılacak; takva, ahlâk, eğitim ve terbiye prensipleriyle; ihtiyacı olan sosyal kural ve prensiplerden uzak düşmüş olacaktı ki bu da insanlığın felaketi demekti.

Bu  semâvi kitaplar, tıpkı rahmet bulutları gibi insanların gönül tarlasına yağarak takva, dürüstlük, Allah aşkı, ahlâk, ilim ve hikmet tohumlarının yeşerip, boy atmasına neden oldular:

"Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de. (Müminlerin) Tümü, Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına ve Peygamberlerine inandı..."

Her ne kadar zaman aşımında ve cahillerle ehil olmayanların yersiz ve zararlı müdaheleleri sonucu, semâvî kitapların çoğu tahrif edilip, asıl ve orjinal hallerinden koparılarak batıl düşüncelerle kirletildiyse de, son kitap olan Kur'an-ı Kerim, ileride belgelerini de belirteceğimiz üzere bu tür tehlikelerden özel olarak korunmuş ve Allah Teâla'nın takdiriyle zerrece değişime  uğramaksızın bütün asırlar ve bütün çağlara aydınlık saçan sönmez bir güneş misali parlamayı sürdürmüştür:

"...Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır."

2-  Kur'an, İslam Peygamberİnİn (s.a.a) En Üstün Mucİzesİ

Biz inanıyoruz ki: Kur'an, Hz. Resulullah efendimizin (s.a.a) en önemli mucizesidir. Sadece fesahat ve belagatte bir edebiyat şaheseri olup kolay anlaşılır, akıcı ve çok cazip bir beyan tarzı taşıması değil, akaid ve kelam kitaplarında tafsilatıyla geçen daha birçok özelliği nedeniyle de Kur'an nice mucizeleri  kapsayan istisna bir kitaptır.

Bu nedenle de şuna inanmaktayız: Kimse Kur'an'ın bir benzerini, hatta ondaki surelerden birinin bir benzerini getirmeye kâdir değildir. Kur'an, kendisinden şüpheye kapılanlara bunu defalarca meydan okumakta ve onlara bu hakikati sürekli hatırlatarak şöyle buyurmaktadır: "De ki eğer bütün insanlarla periler (cin ve ins) bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa (onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile) onun bir benzerini getiremezler."

"Eğer kulumuza (Hz. Peygamber'e (s.a.a), indirdiğimizden (Kur'an'dan) şüphedeyseniz, (en azından) ona benzer bir sure getirin ve eğer doğru sözlüler iseniz  Allah'tan başka  şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) da çağırın."

Keza zaman geçtikçe Kur'an'ın eskimeyeceğine, hatta onun şaşırtıcı özelliklerinin zamanla da net bir şekilde anlaşılıp, ortaya çıkacağına ve insanların Kur'an'ın büyüklük ve azametini daha iyi anlayacağına inanmaktayız.

İmam Sadık (a.s) hazretlerinden ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

"Yüce Allah Teâla, Kur'an'ı belli bir zaman veya belli bir kesim için göndermiş değildir; bu nedenle de her zaman yepyeni ve kıyamete değin  her kesim için taptazedir o."

3- Kur'an'In Tahrİf OlmayIşI

Biz inanıyoruz ki: Bugün dünya Müslümanlarının elinde bulunan Kur'an, Hz. Resulullah'a (s.a.a) nazil olan Kur'an'ın ta kendisi olup, zerrece ekleme veya eksiltmeye uğramamıştır.

Nazil olduğu ilk günlerden itibaren vahy katipleri bütün ayetleri yazmış, bütün Müslümanlar bunları gece gündüz okumakla görevlendirilmiş ve günlük beş vakit namazlarda tekrarlamışlardır. Yine kalabalık bir hafızlar grubu bütün ayetleri muntazam bir şekilde ezberlemekte, Kur'an hafız ve kaarileri (okuyanları) Müslüman topluluklar arasında özel bir itibar ve prestij görmekteydiler ki, bu durum bugün de geçerliliğini korumaktadır.

Bütün bunlar ve daha sayamadığımız nice tedbir ve etkenler, Kur'an'ın zerrece tahrife uğramaksızın olduğu gibi günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.

Bunlar bir yana, Alah Teâla hazretleri  Kur'an'ı kıyamete değin bizzat koruyacağını vaadetmiştir ki, bu garantiden sonra Kur'an'da zerrece tahrif yaratmaya hiçbir gücün muktedir olamayacağı apaçık ortadadır:

"Hiç şüphesiz Kur'an'ı biz indirdik ve O'nu kesinlikle koruyacak olan da biziz!"

İster Şia, ister sünni olsun bütün büyük İslam alimleri, Kur'an'ın zerrece tahrife uğramadan korunmuş olduğuna ve kıyamete kadar da böyle kalacağına inanırlar. Her iki grup arasında oldukça azınlık denilebilecek bir kesim birtakım uyduruk tahrif rivayetlerine kanmış, ancak her iki grubun da bilinçli ve aydın uleması bunun çirkin ve asılsız bir karalama olduğunu, bu tür rivayetlerin kesinlikle uydurulduğunu ya da bu rivayetlerdeki söz konusu tahrifin, ayetlerle ilgili olarak yapılan yanlış yorumlama ve tefsire yönelik olduğunu veyahut Kur'an'ın açıklamasıyla ilgili tabirlerin Kur'an'ın orjinal metni olarak algılanmasının birer örnekleri olduğunu sürekli hatırlatmışlardır. (Bu noktaya bilhassa dikkat edilmelidir.-

Şiâ ve sünni kesimin büyük alimleri tarafından sarahatle reddedilmiş olan Kur'an'ın tahrifi, iddiası  hangi kesim ve kim tarafından gelirse gelsin gerçekte Kur'an'a bir saldırı sayılmakta ve o kesimlerin de içinde bulunduğu bütün bir İslam ümmetine zarar vermekte ve bu tür kör taassuplar o yüce Kitab'ı sorular altında bırakarak Allah'ın dinine düşman olanların değirmenine su döküp, neticede onların ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe yaramamaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.a) döneminden itibaren Kur'an'ın derlenmesi ve toplanmasında gösterilen fevkalâde ihtimam, Kitab'ın korunması, telaveti, nüsha yazımları ve özellikle ilk günden itibaren görevlendirilen vahy  katiplerinin vazifesi gözönünde bulundurulacak olursa, Kur'an'ın tahrifinin gerçekten niçin imkansız olduğu kolayca anlaşılmış olur.

Aynı şekilde, bugünkü  maruf ve bilinen Kur'an'dan başka bir Kur'an'ın varlığı  da sözkonusu değildir. Bunun nedeni gayet açık olup incelenmesi herkesçe mümkündür, çünkü bugün hemen hemen her Müslümanın evinde, işyerinde, kütüphanelerde ve bütün camilerde en azından bir Kur'an vardır. Hatta asırlar önce yazılmış olan elyazması Kur'an'lar da bugün müzelerde ihtimamla korunmaktadır. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, meselâ bizim ülkemizdeki bütün Kur'an'larla diğer İslam ülkelerindeki bütün  Kur'an'lar harfiyen aynı ve birdir. Geçmişte inceleme imkânları bunca kolay değildiyse de bugün yapılacak basit bir incelemeyle bu tür yakışıksız iftiraların aslı astarı olmadığını kolaylıkla anlamak mümkündür.

"Kullarıma müjde ver, ki onlar sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete eriştirdikleridir ve onlar temiz akıl sahipleridir."

Bugün bizim dinî-ilmiye medreselerimizde, Kur'an bilimleri çok yaygın ve geniş bir şekilde öğretilmektedir. Bu derslerde öğretilen temel mevzulardan biri de Kur'an'ın zerrece tahrif edilmediği ve esasen  edilemeyeceğidir.

4- Kur'an ve İnsanlarIn MaddÎ ve ManevÎ İhtİyaçlarI

Biz inanıyoruz ki: İnsanlara bütün çağlarda maddi ve manevi ihtiyaçları için gerek duyacağı bütün hususlar, ana hatlarıyla Kur'an'da beyan edilmiş ve gerekli yol gösterilmiştir. Devlet idaresi, siyasi meseleler, diğer toplumlar ve ülkelerle ilişkiler, birlikte yaşama ve uluslararası komşuluk ilişkileri, savaş, barış, yargı, ekonomi vb. hayatın bütün boyutlarının genel kural ve prensipleri Kur'an'da mevcut olup, bunların uygulanması ve hayata geçirilmesi halinde bütün bir insanlığın saadet dolu bir yaşama kavuşacağı kesindir.

"Biz Kitab'ı (Kur'an'ı) sana her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve müjde olarak indirdik."

Yukarıdaki ayetin de açıkça ortaya koyduğu üzere biz, siyasetle dinin ayrı mütalaa edilemeyeceğine ve "İslam'"ın, "devlet ve siyaset"ten ayrılmasının imkânsız olduğuna inanmaktayız. İslam, Müslümanlara kendi idare ve yöntemlerini kendilerinin kurmasını ve İslam'ın yüce değerlerini bu devlet vasıtasıyla ihya edip, hayatın bütün boyutlarına geçirmesini ve İslam toplumunda, dost-düşman herkesin adaleti bizzat duyup, bizzat yaşayacağı şekilde bir eğitim ve öğretime tabi tutulmasını emreder:

"Ey iman edenler, adaleti tam uygulamaya koyulun, bizzat kendinizin, anne-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa, Allah için şehadette bulunun..."

"Ey iman edenler, adaletli şahidler olarak Allah için hakkı ayakta tutanlar olun. Bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi adaletten alıkoymasın, âdil davranın,  bu, takvaya daha yakındır..."

5- Tİlavet, tefekkür, Amel

Biz şuna inanmaktayız: Kur'an okumak ibadetlerin en üstünlerinden biri olup, bu seviyede yüce ibadet pek sayılıdır. Zira Kur'an'ı telavet etmek, gerçekte Kur'an üzerinde tefekkürde bulunmaya ve bu yolda ilham almaya vesiledir; düşünce ve fikrin ulvileşmesini sağlamakta olup, salih amelin kaynağıdır.

Kur'an-ı Kerim Hz. Resulullah'a (s.a.a) hitaben şöyle buyurmaktadır: "Az bir kısmı hariç olmak üzere geceleyin kalk, (gecenin) yarısı kadar. Ya da, ondan da biraz eksilt veya üzerine ilave et. Ve Kur'an'ı da belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku."

Yine Kur'an, bütün Müslümanlara hitaben ise şöyle buyurmaktadır: "...Kur'an'dan kolay(ınıza) geleni (elinizden geldiğince) okuyun."

Ancak, daha önce de belirttiğimiz üzere Kur'an telaveti, Kur'an'ın anlamı üzerine tedebbür ve tefekkürde bulunmak ve onu anlamak için olmalıdır; tefekkür ve anlama ise ancak amelle sonuçlanması ve amele başlangıç teşkil etmesi halinde kıymet ifade eder: "Kur'an'ı iyiden iyiye düşenmezler miydi? Yoksa kalplerine kilitler mi vurulmuş."

"Andolsun, biz Kur'an'ı zikr (ile öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp düşünen (ve amel  eden) var mı ?"

"Bu indirdiğimiz mübarek ve bereketli bir kitaptır, şu halde ona uyun..."

Binaenaleyh Kur'an'ın telaveti veya hıfzıyla (ezber) yetinenler ve onun üzerinde  tedebbür ve tefekkürde bulunup amel etmekten bihaber olanlar, her ne kadar üç asıldan birini yerine getirmiş sayılsalar da, çok daha önemli olan iki aslı kaybetmiş ve pek büyük bir hüsrana uğramışlar demektir.

6- SAPTIRICI BAHİSLER

Biz inanıyoruz ki: Müslümanların Kur'an üzerinde tedebbür ve onunla amelde bulunmaması için ötedenberi birtakım garazkâr eller komplolar kurmuşlardır. Nitekim daha ilk dönemlerde, Emevilerle Abbasi halifeleri zamanında Kelamullah'ın (Kur’an’ın) "kadim mi yoksa hâdis mi?" olduğu şeklinde tutarsız tartışmaları gündeme getirdiler ve Müslümanları durup dururken ikiye parçalayıp, birbirinin canına düşürdüler, bu olaylarda çok kan döküldü. Oysa ki bu tartışma, tamamen tutarsız ve anlamsızdır. Çünkü eğer Kelamullah'dan maksat, üzerinde ayetlerin yazılı olduğu kağıt parçalarıysa, elbette ki bu hâdistir ve sonradan ortaya çıkmış bir mahluktur, ama eğer Kitabullah denilen şey, o kitaptaki mevzuların Allah Teâla'nın ilmindeki anlam ve mefhumu demekse şüphesiz, Allah'ın ilmi de tıpkı yüce zâtı gibi kâdim ve ezelîdir. Ne yazık ki, zalim egemenler ve zalim halifeler, Müslüman ümmeti yıllarca böylesine boş ve anlamsız bir tartışmayla oyalayıp, nicelerinin kanına girdiler. Aynı şekilde bugün de benzeri ve başkaca daha nice yollarla Müslümanların Kur'an etrafında tedebbür, tefekkür ve amelde bulunmasını önlemeye çalışmak için türlü komplolar düzen  çağdaş şeytanlar vardır.

7- Kur'an Tefsİrİnİn Usul ve KURALLARI

Kur'an'daki sözleri yine onun örfî ve lügavî anlamlarıyla manalandırmak gerekir; ayetin zahir veya özünde başka bir manaya delalet eden aklî veya naklî bir karine ve belirti olmadığı sürece, okunurken anlaşıldığı normal haliyle anlamak gerekir. Bu arada şüpheli karinelere dayanmaktan kesinlikle kaçınılması gerektiğini de hemen belirtelim; Kur'an ayetlerini ihtimal ve zanla tefsir etmemek gerekir.

Meselâ, Kur'an "Kim dünyada kör ise, o, ahirette de kördür ve daha da sapmış durumdadır." buyururken, ayette geçen "kör" kelimesinin fiziki anlamda bir körlük olmadığı, yani kör kelimesinin zahirî anlamından farklı bir bâtınî (örfte de var olduğu üzere) ve edebî anlam ifade ettiği apaçık ortadadır. Nitekim nice iyi ve büyük insanların gözlerinin kör olduğu bilinmektedir. Bu ayette geçen körlük, halk arasında da kullanıldığı haliyle "gönül gözü ve akıl gözü körlüğü"dür. Bu ayette vardığımız sonucun nedenî "aklî karîne"dir.

Bir diğer ayette ise, mesela, İslam düşmanlarından belli bir kesim için "Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bundan dolayı akıl erdiremezler." buyrulmaktadır.

Bu ayette geçenlerin bilinen fiziki anlamda özürlü olmadıkları apaçık ortadadır; maksat, bir önceki ayette olduğu gibi onların bâtınî özellikleri ve ruhî sıfatlarıdır. (Bu ayeti bu şekilde tefsir etmemizin nedeni de eldeki geçmişe mevcut karinelerdir.)

Binaenaleyh, Kur'anda Allah Teâla için "O'nun iki eli de açıktır" buyrulur, veya "Bizim gözlerimizin önünde gemiyi yap" denilirken hiçbir zaman Allah Teâla'nın   eli, gözü, kulağı vb. cismî âzaları olduğu gibi  bir anlam kastedilmemektedir. Zira her cismin parçaları vardır; zaman, mekan ve yöne ihtiyacı vardır ve mutlaka bir de sonu vardır, yani  yokolur gider. Allah Teâla ise bu tür sıfatlardan tamamen berî ve münezzehtir. O halde bu ayetlerde geçen "Allah'ın eli"nden maksat O'nun, bütün kâinatı egemenliği altında bulunduran mutlak ve sınırsız gücüdür; "gözler" den maksat da "O'nun her şeyi bilmesi ve her şeye mutlak âlim olması"dır.

Bu nedenledir ki yukarıda aktardığımız ayetlere  yorumlar getirilmesine karşıyız; ister Allah Teâla'nın sıfatları, ister başka hususlarda olsun, bu tür ifadelere cismî anlamlar yüklenilemeyeceğine ve böyle ayetlerdeki aklî ve naklî karinelerin görmezden gelinemeyeceğine inanıyoruz. Nitekim dünyadaki bütün konuşmacıların sözlerinde bu tür karineler vardır ve Kur'an da bu yöntemi resmen tanıdığını buyurmaktadır: "Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki onlara apaçık anlatsın." Ancak, daha önce de belirttiğimiz gibi karinelerin (belirti ve ip uçlarının) net ve kesin olması gerekir.

8- Kendİ Görüşüne Göre Tefsİr Etmenİn Tehlİkelerİ

Biz inanıyoruz ki: Reye göre ( kendi görüşüne göre) Kur'an'ı tefsir etmek, İslam'î rivayetlerde de geçtiği üzere büyük günahlardan biri sayılan ve Allah Teâla'nın dergahından düşüşle sonuçlanan çok tehlikeli amellerden  biridir. Bir hadis-i şerifte, Allah Teâla'nın şöyle buyurduğu geçer: "Benim sözümü kendi bildiğince (keyfinin çektiği şekilde) tefsir edip yorumlayan bana iman etmemiştir."

Evet, Allah'a iman eden biri, O'nun kelamını gerçekte olduğu haliyle kabul eder, kendi nefsinin temayüllerine uydurmaya çalışmaz onu.

Sahih-i Tirmizi, Nesâi ve Ebu Davud gibi Ehl-i Sünnet’in tanınmış kaynak eserlerinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şu hadis-i şerifleri geçer: "Kur'an'ı kendi meyline göre tefsir eden veya onun hakkında bilmeden birşey söyleyen, cehennemdeki mekanına yerleşmeye hazırlansın!"

Kendi meyline ve reyine göre tefsirden maksat, hiçbir karine ve delil  olmadığı halde Kur'an'ı kendi görüş ve eğilimlerine veya mensubu olduğu grup veya kesimin eğilimlerine mutabık görünecek şekilde tefsir edip yorumlamaktır. Böyle biri Kur'an'a tâbi değildir; bilakis, Kur'an'ı kendisine uydurmaya çalışmaktadır; Kur'an'a gerçek anlamda iman etmiş birinin böyle bir şeye kalkışması elbette ki düşünülemez.

Hiç şüphesiz herkes Kur'an'ı kendi görüşüne göre açıklayıp, tefsir etmeye kalkışacak olursa, Kur'an'ı Mecid itibar ve değerini tamamen yitirecek, şunun bunun görüşlerine kılıf edilecek ve nice batıl inançlar Kur'an'a uygunmuşçasına takdim edilir olacaktır.

O halde kendi görüşüne göre tefsir demek; arapça dil ve edebiyat kurallarının inceliklerine vakıf olmaksızın ve bu dille konuşanların anladığı doğrultuda hareket etmeksizin Kur'an'ı tefsire kalkışmak ve şahsî bâtıl görüşler ve grup eğilimleriyle Kur'an'ı yorumlamaktır ki, bu da Kur'an'ın manevî tahrifinden başka birşey değildir.

Reye göre tefsirin çeşitli türleri vardır. Bunların başında Kur'an ayetlerinden işine geleni alıp işine gelmeyeni görmezden gelmektir. Mesela "şefaat",  "tevhid", "imamet" vb. gibi hususlarda kimileri kendi şahsî görüşlerine uygun ayetlere yaklaşmakta, konuya açıklık  getirecek ve diğer ayetlerin tefsiri olabilecek ayetleri önemsememekte ve onları görmezden gelerek kolaylıkla teğet  geçmektedir!

Kısaca özetlemek gerekirse; Kur'an-ı Kerim'in kelimeleri üzerinde donuklaşarak muteber aklî görüşlere göre Kur'an'ın tefsir edilmesi de bir sapma ve tahrif olup bunların her ikisi de Kur'an'ın yüce değerleri ve öğretilerinden uzaklaşmaya  sebep olur.

9- SünNETİN KAYNAĞI "KUR'AN"DIR

Biz inanıyoruz ki: Hiç kimse "Bize Allah'ın kitabı yeter!" diyerek Kur'an hakikatlerini açıklaması ve tefsiriyle nasıh ve mensuh ayetlerini, genel ve özel nitelikli hitaplarını ve yine dinin usul ve furuunu kavrayışla ilgili peygamber sünneti ve hadislerini bir kenara itemez. Zira Kur'an-ı Kerim gayet net bir dille Hz. Resulullah'ın (s.a.a) söz ve amellerinin Müslümanlar için hüccet (kesin delil) olduğunu belirtmiş ve o hazretin sünnetinin, İslam'ın anlaşılması ve İslam hükümlerinin belirlenip, ortaya çıkmasını sağlayan bir kaynak olduğunu vurgulayarak Haşr suresinin 7. ayetinde şöyle buyurmuştur: "Peygamber size ne (emir) verirse alın (emre uyun ve uygulayın). Sizi neden  sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun..."

Ahzab suresi 36. ayette açıkça şöyle buyrulmaktadır: "Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, mümin olan bir erkek ve mümin olan bir kadın için kendi işlerinde seçim hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır."

Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) mübarek sünnetine önem vermeyenler, gerçekte bizzat Kur'an'a önem vermemektedirler. Ancak, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sünneti de elbette muteber ve güvenilir yollarla belirlenmiş olmalıdır; o hazretin buyurduğu iddia edilen her sözün, hiçbir inceleme ve araştırmaya tabi tutulmaksızın hemen kabul edilemeyeceği de apaçık ortadadır.

Hz. Ali'nin (a.s)  şu buyruğu bu konuya yeterince açıklık getirici niteliktedir: "Henüz Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hayatta bulunduğu günlerde, o hazrete nice  yalanlar isnad ettiler, o kadar ki, hazret bu hususta bir hutbe okumak zorunda kalarak "Bana, bilerek yalan isnad edenler, ateşteki yerlerine hazırlansınlar!" buyurdular."

Aynı anlama yakın bir diğer hadis de Sahih-i Buhari'de nakledilmiştir.

10- EHL-İ BEYT İMAMLARININ SÜNNETİ

Biz inanıyoruz ki: Bizzat Hz. Resulullah'ın (saa) emretmiş olduğu üzere, Ehl-i Beyt'in (a.s)  hadislerine uymak da farzdır. Zira her şeyden önce Ehl-i Sünnet ve Şia’nın muteber kitaplarının pek çoğunda bulunan ve mütevatir derecesine ulaşmış olup, bizim de burada Sahih-i Tirmizi'den nakledeceğimiz meşhur "Sekaleyn Hadisi"nde Hz. Resulullah efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadırlar: "Ey insanlar! Aranızda iki emanet bırakıyorum; bu ikisine sarılırsanız asla sapmazsınız: Allah'ın Kitabı ve benim soyum olan Ehl-i Beyt'imdir bunlar!"

İkincisi, Ehl-i Beyt (Allah'ın selamı onlara olsun) aktardıkları bütün hadisleri, cedleri Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bizzat kendisinden nakletmiş olmalarıdır, "Söylediklerimizin tamamı, babalarımız yoluyla bizzat dedemiz Hz. Resulullah'tan (s.a.a)  bize ulaşmıştır." buyurmuşlardır.

Evet, Allah Teâla'nın  en sevgili kulu Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) efendimiz Müslümanların geleceği ve karşılaşacakları temel sorunları ilâhî takdirle, çok iyi bildiğinden, günden güne artacak olan bu sorunların kıyamete dek yegane çözüm yollarının Kitabullah'la Ehl-i Beyt-i Resulullah'ta bulunduğunu ve insanoğlunun ancak bu ikisine sarılması halinde saadete kavuşacağını belirtmiştir.

Bu kadar önemli, nitelikçe buna zengin ve sened açısından da bu kadar sağlam ve sahih bir hadis-i şerifi hafife almak ve görmezden gelebilmek mümkün müdür gerçekten?

Bu nedenledir ki sözkonusu hadis-i şerifte vurgulanan konuya, önem verilmiş olması halinde bugün akaid, tefsir ve fıkhî meselelerde Müslümanların karşı karşıya bulunduğu müşkülatların hiçbirinin varolmayacağına inanmaktayız. Bugün Müslümanların yaşadığı ana müşkülatların sırrı, bu hadis-i şerifin kaleme alınmamış ve asla önemsenmemiş olmasında gizlidir.

1- Bakara / 285.

2- Maide / 15, 16.

3- İsrâ / 88.

4- Bakara / 23.

5- Bihar'ul Envar, c: 2 s: 280, 44. hadis.

6- Hicr / 9.

7- Zümer / 17, 18.

8- Nahl / 89

9- Nisa / 135.

10- Maide / 8.

11- Müzzemmil / 2- 4.

12- Müzzemmil / 20.

13- Muhammed / 24.

14- Kamer / 17.

15- En'am / 155.

16-  Bazı tarih kitaplarında Abbasi halifesi Me'mun'un bir kâdının (hâkim) da yardımıyla" Kur'an'ın mahluk olmadığına inananların devlet görevinden derhal uzaklaştırılması ve mahkemelerde böylelerinin şahitliklerinin kabul edilmemesi" yolunda ferman çıkardığını yazmışlardır. Bkz: Tarih-i Cem-i Kur'an-ı Kerim, s: 260.

17- İsra / 72.

18- Bakara / 171.

19- Maide / 64.

20- Hud / 37.

21- İbrahim / 4.

22-  Vesâil, c: 18, s: 28, hadis: 22.

23-  Bkz: Mebahis-u Fi Ulum'il Kur'an: Menan'ul Halil'el Kottan (Riyaz'ın tanınmış alimlerinden) s: 304.

24- Nehc-ul Belaga, 210. hutbe.

25-  Sahih-i Buhari, c:1, s:38, “Nebi'ye (s.a.a) yalan isnadında bulunma" bâbı.

26-  Sahih-i Tirmizi, c:5, s:662; "Menâkıb-u Ehl-i Beyt'in Nebî (s.a.a) 3786 no'lu hadis. Bu hadisin senetleri, daha ileride değineceğimiz imamet konulu bahsimizde etraflıca verilecektir.