10- YÛNUS SURESİ

Mekkîdir, yüz dokuz âyettir.

(Yüz dokuz âyettir. 93-96. âyetlerden başka bütün âyetleri Mekkîdir. Bâzılarına göre 40. âyeti de Museviler hakkındadır ve Medenîdir. İçinde Yunus Peygamberin adı geçtiği ve ümmetinin bağışlandığı bildirildiği için Yunus sûresi adıyla anılmıştır.)

Rahman ve Rahîm Allah Adıyla

1- Elif lâm râ, işte hükmü kesin ve gerçek olan kitabın âyetleri.

2- İnsanları korkutmak ve inananlara, gerçek bir güzel mükâfat, inançlarına karşılık yücelik ve nîmet verileceğini, şefâate mazhar olacaklarını müjdelemek için içlerinden bir ere vahyetmemiz, insanlara tuhaf mı geldi de kâfirler, şüphe yok ki dediler, bu, apaçık bir büyücü.

3- Şüphe yok Rabbiniz, öyle bir Allah'tır ki gökleri ve yeryüzünü altı günde yarattı da sonra arşında kudret ve tedbîriyle her şeye hâkim oldu. Her işi o, takdîr ve gereğince tedbîr eder. Onun izni olmadıkça hiçbir şefâatçi, şefâatte bulunamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, artık kulluk edin ona. Düşünmez, ibret almaz mısınız?

4- Hepinizin dönüp varacağı yer, onun tapısıdır, gerçek olarak bunu vaadetmiştir Allah. Hiç şüphe yok ki o, halkı önce yaratır, sonra da inanıp iyi işlerde bulunanları, adâlet üzere ve tam karşılığıyla mükâfatlandırmak için ölümden sonra tekrar diriltir; kâfir olanlaraysa, inkârlarından dolayı, içmek üzere kaynar su ve elemli bir azap vardır.

5- Öyle bir mabuttur o ki güneşi parlak ziyâlı, ayı aydın ışıklı yarattı ve yılların sayısını ve hesâbı bilmeniz için ona menziller tâyin etti. Allah bunları boş yere değil, gerçek bir fayda için halketti. Bilen topluluğa delillerini açıklayıp bildirmededir.

6- Geceyle gündüzün, birbiri ardınca gelip gitmesinde ve Allah'ın, göklerde ve yeryüzünde halkettiği şeyler de, çekinen topluluğa elbette deliller var.

7- Şüphe yok ki bize kavuşacaklarını ummayanlar ve dünyâ yaşayışına râzı olup yürekleri onunla yatışanlar ve delillerimizden gaflet edenler.

8- Öyle kişilerdir ki onların yurtları, kazançlarına karşılık ateştir.

9- İnanıp iyi işlerde bulunanlaraysa Rableri, nîmetlerle dolu olan ve kıyılarından ırmaklar akan cennetlerin yolunu gösterir.

10- Orada duâları, seni tenzîh ederiz, noksan sıfatlardan arısın ey Allah'ım sözüdür, birbirlerine iltifatları, esenlik sana sözü ve duâlarının, senâlarının sonu da hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a cümlesi.

11- Allah, insanların, hayrın çarçabuk oluvermesini istedikleri gibi şerri çarçabuk veriverseydi ecellerinin gelip çatmasına çoktan hükmedilmiş olurdu. Fakat biz, bize kavuşmayı ummayanları, azgınlıklarında sersem bir halde bırakırız.

12- İnsana bir zarar gelince yanüstü yatarak, yahut oturduğu halde, yahut da ayakta duâ eder bize; o zararı ondan giderdik mi sanki o zarara uğramamış da o yüzden bize duâ etmemiştir, öylece döner-gider. İşte aşkın hareketlerde bulunanlara, yaptıkları işler, böylece hoş görünmededir.

13- Andolsun ki sizden önce gelip geçen nice toplulukları zulmettikleri için helâk ettik. Peygamberleri, onlara apaçık delillerle gelseydi gene de inanmazlardı. İşte mücrim topluluğu böyle cezâlandırırız biz.

14- Onlardan sonra da bakalım nasıl hareket edeceksiniz diye yeryüzünde sizi hüküm ve kudret sâhibi kıldık.

15- Onlara apaçık delilleri muhtevî olan âyetlerimiz okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayanlar, bize bundan başka bir Kur’ân getir, yahut da değiştir onu dediler. De ki: Ben onu kendiliğimden değiştiremem, ben, ancak bana vahyedilene uyarım ve şüphe yok ki ben, isyân ettiğim takdîrde o pek büyük günün azâbından korkarım.

16- De ki: Allah isteseydi okumazdım onu size ve o da, onda ne olduğunu bildirmez, anlatmazdı size. O inmeden önce de aranızda ömür sürmüştüm, hâlâ mı aklınızı başınıza almıyorsunuz?

17- Yalan yere Allah'a iftirâ edenden, yahut onun âyetlerini inkâr edenden daha zâlim kimdir ki? Şüphe yok ki suçlular, asla kurtulmazlar, muratlarına ermezler.

18- Ve Allah'ı bırakırlar da kendilerine ne bir zarar edebilecek, ne bir fayda verebilecek şeylere taparlar ve bunlar derler, Allah katında şefâatçilerimiz bizim. De ki: Allah'a, göklerde ve yeryüzünde bilmediği birşeyi mi haber vermedesiniz? O, müşriklerin şirk koştukları şeylerden tamamıyla münezzehtir ve çok yücedir.

19- İnsanlar, ancak tek bir ümmetti, sonradan ayrılıklara düştüler. Rabbinin ezelî takdîri olmasaydı ayrılıklara düştükleri şeyler hakkında çoktan aralarında bir hüküm verilirdi, mücrimler, çoktan helâk olup giderdi.

20- Ve derler ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya. De ki: Gaip, ancak ve ancak Allah katında, hemen bekleyin siz ve şüphe yok ki ben de sizinle berâber beklemekteyim.

21- Uğradıkları sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet tattırdık mı bir de bakarsın ki çabucak âyetlerimizle alaya girişirler. De ki: Allah'ın cezâsı daha çabuk gelip çatar. Şüphesiz ki elçilerimiz de sizin düzenlerinizi, alaylarınızı yazmada.

22- Öyle bir mabuttur ki sizi karada ve denizde gezdirir. Hattâ gemide bulunduğunuz ve güzel, temiz bir yel, gemileri sürüp akıttığı ve içindekiler ferahlayıp sevindiği sırada birden şiddetli bir fırtınadır kopar, denizin her yanından dalgalar köpürüp saldırır, gemidekiler, çepçevre o dalgalarla kuşatılmış sanırlar kendilerini.

İhlâsla Allah'a duâ ederler, bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden olacağız derler.

23- Onları kurtarınca da görürsün ki gene yeryüzünde haksız yere azgınlığa girişmişler. Ey insanlar, azgınlığınız, ancak kendinize, dünyâ menfaatlerinin sonucudur bu, sonra dönüp geleceğiniz yer, bizim tapımızdır ve biz, neler yaptıysanız hepsini haber vereceğiz size.

24- Dünyâ yaşayışı, gökten yağdırdığımız yağmura benzer ancak; insanların ve hayvanların yiyecekleri nebatların bünyelerine girer, karışır onlara, yeşertir, yetiştirir onları ve sonucu, yeryüzü güzelleşip bezenince ve tarlaların, bağların sâhipleri, kendilerini, onlardan faydalanmaya güçleri yeter sanınca bir gece, yahut gündüz, apansızın emrimiz gelip çatar, her şeyi öylesine kökünden kesip biçer, kurutup gider ki sanki dün, hiçbiri yokmuş. İşte biz, düşünce sâhibi olan topluluğa delillerimizi böyle açıklar, böyle bildiririz.

25- Ve Allah, esenlik yurduna çağırmadadır ve dilediğini doğru yola sevketmededir.

26- İyilik edenleri iyilikle mükâfatlandırırız, daha da fazlasını veririz ve yüzleri kararmaz, zillete düşmez onlar. Onlardır cennet ehli, orada ebedî kalırlar.

27- Kötülük kazananların cezâsıysa yapılan kötülüğe karşılık onun kadar bir suçtur ve kötülükte bulunanlar zillete düşerler; onları Allah'tan kurtaracak hiç kimse yoktur; yüzleri, kapkaranlık gecenin bir parçasına bürünmüştür sanki. Onlardır cehennem ehli, orada ebedî kalırlar.

28- O gün hepsini toplayacağız, sonra da şirk koşanlara siz de diyeceğiz, yerinizde durun, şirk koştuğunuz şeyler de yerlerinde dursun; aralarını tamamıyla ayırmışızdır ve şirk koştukları şeyler, siz zâten bize tapmıyordunuz ki demişlerdir.

29- Şüphe yok, bizimle sizin aranızda Allah tanıktır ki sizin kulluğunuzdan haberimiz bile yoktu.

30- Herkes, evvelce yaptığını bulur, cezâsını çeker orada ve hepsi de gerçek mevlâlarının tapısına döndürülmüştür ve iftirâ ettikleri şeyler de gözlerinden kaybolmuş, helâk olup gitmiştir.

31- De ki: Size gökten, yerden rızık veren kimdir, kulaklarla gözlere mâlik olan kim ve ölüden diriyi izhâr eden, diriden ölüyü meydana getiren kim ve işleri tedbîr eden kim? Diyecekler ki Allah. O vakit de ki: Neden çekinmezsiniz öyleyse?

32- İşte gerçek Rabbiniz Allah, budur, gerçekten sonra sapıklıktan başka ne kalır ki? Artık nereye dönmedesiniz?

33- Buyruktan çıkanlar, Rabbinin şu sözünü haketmişlerdir: Onlar, inanmazlar.

34- De ki: Ona eş saydıklarınızın içinde halkı önce yaratıp sonra öldüren, sonra da yeniden hayâta getiren var mı? De ki: Allah, her şeyi ve herkesi yaratır, öldürür de sonra gene hayâta getirir artık nasıl oluyor da gerçeği bırakıp bâtıla dönersiniz?

35- De ki: Ona eş saydıklarınız içinde hangisi halkı gerçeğe sevkedip yol gösterir? De ki: Allah, gerçek yola sevk eder, doğru yolu gösterir. Halkı gerçeğe sevk eden mi uyulmaya daha lâyıktır, doğru yola sevkedilmedikçe o yolu bulamayan mı? Nasıl hükmediyorsunuz?

36- Onların çoğu, ancak zanna kapılmışlardır. Şüphe yok ki zan, gerçek karşısında hiçbir şeye yaramaz. Şüphe yok ki Allah, onlar ne yapıyorlarsa hepsini bilir.

37- Bu Kur’ân, Allah'tan başkasına izâfe edilemez, ancak önceki kitapları gerçeklemede, onlardaki şeyleri açıklayıp ayan-beyan bildirmededir, hiçbir şüphe yoktur ki o, âlemlerin Rabbi Allah tarafından indirilmiştir.

38- Yoksa onu Peygamber uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer öyle diyorsanız ve gerçekseniz Allah'tan başka gücünüz yettiği kim varsa yardıma çağırın da hep berâber onun bir sûresine benzer bir sûre meydana getirin.

39- Hayır, onlar bilgileriyle kavrayamadıkları ve henüz zuhûr etmeyen vaitleri yalanladılar. Tıpkı bunun gibi evvelce gelip geçen ümmetler de peygamberlerini yalanlamışlardı. Bak da gör, zulmedenlerin sonları neye varmış, nice olmuş.

40- Onlardan inanan da var, inanmayan da ve Rabbin bozguncuları daha iyi bilir.

41- Seni yalanlarlarsa sen de de ki: Benim yaptığım iş bana ait, sizin yaptıklarınız size. Siz, benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.

42- İçlerinde seni dinleyen de var, fakat sen, üstelik bir de akılları olmayan sağırlara söz duyuRabilir misin hiç?

43- Onlardan sana bakan da var, fakat sen, üstelik bir de kör olanlara doğru yolu gösterebilir misin hiç?

44- Şüphe yok ki Allah, insanlara hiçbir sûretle zulmetmez, fakat insanlar, kendi kendilerine zulmederler.

45- O gün onları tapısında öyle bir toplar ki kendilerini, dünyâda sanki bir günün bir saati kadar eğlenmişler sanırlar. Aralarında tanışırlar, birbirlerini tanırlar. Allah'a kavuşacaklarını inkâr edenler, şüphe yok ki zarara uğrarlar ve doğru yolu da bulamazlar.

46- Onlara vaadettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de onların dönüp gelecekleri yer, bizim tapımızdır, seni öldürsek ve sana göstermesek de; sonra da Allah, yaptıklarına tanıktır onların.

47- Her ümmetin bir peygamberi var. Peygamberleri geldi mi aralarında adâletle hükmedilir ve onlara zulmedilmez.

48- Ve derler ki: Gerçekseniz bu vait ne zaman yerine gelecek

49- De ki: Allah dilemedikçe kendimden bile bir zararı gidermeye, bir hayrı elde etmeye gücüm yetmez. Her ümmetin mukadder bir zamanı var. Mukadder zamanları geldi mi ne bir an geri kalırlar, ne bir an önce helâk olurlar.

50- De ki: Azâbı geceleyin, yahut gündüzün birdenbire gelip çatarsa ne yaparsınız, söyleyin bakalım. Suçlular, azâbın çabucak gelmesini ne diye isterler ki?

51- Ona, azap gelip çattıktan sonra mı imân edeceksiniz, halbuki böyle bir şeyin olmayacağını sanıp alay ederek çabucak gelmesini istiyordunuz hani.

52- Sonra da zulmedenlere, tadın ebedî azâbı denecek, kazandığınızın karşılığı neyse ondan başka bir şeyle mi cezâya uğrayacaktınız?

53- O gerçek mi diye soruyorlar senden; de ki: Evet, andolsun Rabbime ki gerçektir ve siz de ondan kurtulmayacaksınız.

54- Zulmeden kişi, yeryüzünde ne varsa hepsine sâhip olsaydı kurtulmak için hepsini de bağışlardı. Azâbı görünce nâdim olurlar ve aralarında adâletle hükmedilir. Zulüm görmez onlar.

55- Bilin ki hiç şüphe yok, göklerde ve yeryüzünde ne varsa Allah'ındır. Bilin ki Allah'ın vaadi, hiç şüphe yok gerçektir, fakat çokları bilmez.

56- Odur dirilten ve öldüren ve hepiniz de dönüp onun tapısına varacaksınız.

57- Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerdeki dertlere şifâ, inananlara hidâyet ve rahmet geldi.

58- De ki: Allah'ın ihsânıyla, rahmetiyle, yalnız bunlarla ferahlanıp sevinsinler. Bu, onların derleyip topladıklarından daha hayırlıdır.

59- De ki: Allah'ın, size verdiği rızıklardan bir kısmını haram, bir kısmını helâl saymanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı izin verdi size, yoksa Allah'a iftirâ mı ediyorsunuz?

60- Allah'a yalan yere iftirâda bulunanların kıyâmet günü hakkındaki zanları nedir? Şüphe yok ki Allah, insanlara lütuf ve ihsânda bulunmadadır ama çokları şükretmez.

61- Hiçbir işe girişmezsin, onun vahyettiği Kur’ân'dan hiçbir âyet okumazsın ve siz hiçbir iş işlemezsiniz ki o işe koyulduğunuz zaman biz, sizi görmeyelim, tanık olmayalım ve yeryüzünde ve gökte zerre miktârı bir şey bile yoktur ki Rabbinden gizli kalsın; bundan daha da küçük, daha da büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık kitapta tespît edilmiş olmasın.

62- Bilin, haberdâr olun ki şüphe yok Allah dostlarına ne korku vardır, ne de mahzun olur onlar.(1)

63- Onlar öyle kişilerdir ki inanmışlardır ve çekinir onlar.

64- Onlara müjde var dünyâ yaşayışında da, âhirette de. Allah'ın sözlerinin değişmesine imkân yok. Budur en büyük kurtuluş ve saâdet.

65- Onların sözü mahzun etmesin seni. Şüphe yok ki üstünlük, yücelik Allah'ındır. Odur duyan, bilen.

66- Bilin, haberdâr olun ki Allah'ındır ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve ondan başka ona eş saydıkları şeylere tapanlar, onlara uymuyorlar, ancak kuru bir zanna uyuyorlar ve ancak yalan söylüyorlar.

67- Öyle bir mabuttur ki geceyi dinlenmeniz için yaratmış, gündüzü de ışıklı halketmiştir. Şüphe yok ki bunda, duyan topluluğa deliller var.

68- Allah, kendisine evlât edinmiştir dediler, münezzehtir o, müstağnîdir. Onundur ne varsa göklerde ve yeryüzünde: Şu iddiânıza dâir bir deliliniz var mı? Allah hakkında bilmediğiniz birşeyi mi söylüyorsunuz?

69- De ki: Allah'a yalan isnât edip iftirâ edenler kurtulmazlar, muratlarına ermezler.

70- Dünyâda değersiz menfaatler elde ettikten sonra dönüp tapımıza gelirler, sonra da kâfir oldukları, inkâr ettikleri şeyler yüzünden biz, onlara şiddetli bir azap tattırırız.

71- Oku onlara Nûh kıssasını. Hani kavmine, ey kavmim demişti, aranızda bulunmam ve Allah'ın âyetleriyle öğüt vermem ağır geliyorsa size, ben Allah'a dayanmışım, siz de, ortaklarınız da toplanın, ne yapacağınızı kararlaştırın, sonradan da yaptığınız şey, sizi kederlendirmesin, sonra kararınızı bildirin bana ve hiç mühlet de vermeyin.

72- Yüz çevirirseniz zâten sizden bir mükâfât istemem, benim mükâfâtım, ancak Allah'a âit ve Müslümanlardan olmam emredildi bana.

73- Derken onu yalanladılar da onu ve onunla berâber gemide bulunanları kurtardık ve onları hükümdâr ettik ve delillerimizi yalanlayanları sulara boğ-duk, bak da gör, korkutulanların sonları ne oldu.

74- Ondan sonra da insan topluluklarına peygamberler gönderdik, apaçık delillerle geldikleri halde önceden yalanladıkları şeylere bir türlü inanmadılar. İşte biz, haddini aşanların gönüllerini böyle mühürleriz.

75- Onlardan sonra da Mûsâ ve Hârûn'u, delillerimizle Firavun'a ve ona uyan ileri gelenlere gönderdik, fakat ona uymayı kibirlerine yediremediler ve zâten de mücrim bir topluluktu onlar.

76- Gerçek olan şey, katımızdan onlara gelince bu dediler, şüphe yok ki apaçık bir büyü.

77- Mûsâ, size gerçek, gelince böyle mi dersiniz dedi, büyü mü bu? Ve büyücüler, kurtulmazlar, muratlarına erişmez onlar.

78- Bizi atalarımızdan bulup gördüğümüz şeylerden çevirip yeryüzünde bize hâkim olmak için mi geldiniz ve biz, ikinize de inanmıyoruz dediler.

79- Ve Firavun, ne kadar bilgin büyücü varsa dedi, hepsini çağırın huzuruma.

80- Büyücüler gelince Mûsâ, ne atacaksanız atın bakalım dedi.

81- Onlar atınca Mûsâ, bu yaptığınız büyüdür dedi, ve şüphe yok ki Allah, onu bozacak, boşa çıkaracak, şüphe yok ki Allah, bozguncuların işlerini düzene sokmaz.

82- Suçluların zoruna gitse de Allah, sözleriyle gerçeğin gerçek olduğunu izhâr eder.

83- Firavun'un, kendilerini bir musîbete uğratmasından korktukları için Mûsâ'ya, kavminden bir soy inandı ancak, başkaları inanmadı ve gerçekten de Firavun, yeryüzünde pek yüceydi ve gerçekten o, buyruktan çıkmış kişilerdendi.

84- Mûsâ, ey kavmim dedi, Allah'a inandıysanız ve ona teslîm olduysanız güvenin, dayanın ona.

85- Dediler ki: Dayandık, Rabbi-miz, sen bizi zâlim toplulukla sınama.

86- Ve bizi, rahmetinle kurtar kâfirler topluluğundan.

87- Ve Mûsâ'ya ve kardeşine, kavminize Mısır'da barınacak evler kurun, evlerinizi kıble yapın ve namaz kılın ve müjdele inananları diye vahyettik.

88- Ve Mûsâ, Rabbimiz dedi, sen Firavun'a ve ona uyanlardan ileri gelenlere gerçekten de dünyâ yaşayışına âit ziynetler ve mallar verdin. Rabbimiz, onlar bu yüzden halkı doğru yoldan çıkarmada, saptırmadalar. Rabbimiz, mallarını mahvet, yurtlarında kendi sefaletlerini göster onlara da yüreklerini sık, çünkü onlar, o elemli azâbı görünceye dek inanmayacaklar.

89- Tanrı, ikinizin de duâsı kabul edilmiştir dedi, artık doğru hareket etmekte devâm edin ve sakın ha bilmezlerin yoluna gitmeyin.

90- İsrailoğullarını denizden geçirdik, derken Firavun'la askeri de azgınlıkla, düşmanlıkla peşlerine düştü onların, sonucu su boğazına girince boğulurken inandım, gerçekten de İsrailoğul-larının inandığı Tanrıdan başka tapacak yok ve ben Müslümanlardanım dedi.

91- Fakat şimdi mi? Halbuki bundan evvel isyân etmiştin, bozgunculardan olmuştun.

92- O halde bugün biz de, senden sonra gelenlere ibret olasın diye yalnız cesedini kurtaracağız ve şüphe yok ki insanların çoğu, bizim delillerimizden gaflettedir.

93- Andolsun ki biz İsrailoğul-larını güzel bir yere yerleştirdik ve onları, tertemiz şeylerle rızıklandırdık. Kendilerine bilgi gelinceye dek de ayrılığa düşmediler. Şüphe yok ki Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyâmet günü, aralarında hükmedecek.(2)

94- Sana indirdiğimiz şeyde şüpheye düşersen (imkân yok ya), senden önce kitap okuyanlara sor. Andolsun ki gerçek, Rabbinden gelmiştir sana, artık şüphelenenlerden olma.

95- Ve Allah'ın delillerini yalanlayanlardan olma sakın, yoksa ziyankârlara katılırsın.

96- Öyle kişilerdir onlar ki Rabinin, onlara söylediği sözü haketmiştir onlar, inanmaz onlar.

97- Kendilerine her çeşit deliller, mucizeler gösterilse de elemli azâbı görmedikçe.

98- İnanıp da inançlarından fayda gören şehir halkı, ancak Yûnus'un kavmidir. İnandıkları zaman, dünyâ yaşayışında onlardan zillet azâbını giderdik ve bir zamanadek faydalandırdık onları.(3)

99- Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi de inanırdı. Artık inansınlar diye insanları zorlayıp duracak mısın?

100- Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. Düşünüp akıl etmeyenlere de azâp eder.

101- De ki: Bir bakın da görün, neler var göklerde ve yeryüzünde. Fakat bunca deliller, bunca korkutan peygamberler, inanmayan topluluğa ne fayda eder?

102- Onlar, kendilerinden önce gelip geçenlerin uğradıkları felâket günlerine benzer günlerden başka bir şey mi bekliyorlar? De ki: Bekleyin bakalım, şüphe yok ki ben de sizinle berâber bekleyenlerdenim.

103- Sonra peygamberlerimizi ve inananları böylece kurtarırız biz ve inananları kurtarmak, bir haktır bize.

104- De ki: Ey insanlar, dinimde bir şüpheniz varsa bilin ki ben, Allah’ı bırakıp taptıklarınıza tapamam ve ancak sizi öldüren Allah’a kulluk ederim ve inananlardan olmam emredildi bana.

105- Ve doğru dine yüz çevir, sakın müşriklerden olma dendi bana.

106- Ve Allah'ı bırakıp da sana ne bir faydası dokunan, ne bir zarar veren şeylere tapma, bunu yaparsan şüphe yok ki zâlimlerden olursun dendi.

107- Allah, sana bir zarar verirse o zararı, ondan başka giderecek yoktur ve hayır etmek dilerse de ihsânını reddeden bulunmaz; bunu, kullarından dilediğine verir ve odur suçları örten rahîm.

108- De ki: Ey insanlar, gerçekten de Rabbinizden hak ve hakikat gelmiştir size. Artık kim doğru yola giderse faydası kendisinedir ve kim saparsa zararı kendine ve ben, sizi koruyucu değilim.

109- Sana ne vahyedilirse ona uy ve Allah hükmedinceye dek sabret ve odur hükmedenlerin en hayırlısı.

 

 

(1) Allah dostları, metinde "evliyâ-ullâh= Allah velileri" diye geçer. Veli, dost, tedbîr ve tasarruf sahibi, sahip ve malik; yardımcı anlamlarına gelir (al-Müfredât, 555-557).

(2) Firavun'un bu inanışına, yeis inanışı olduğu için makbul olmadığında ittifak vardır. Nitekim bu âyetlerde de buna işaret edilmektedir. Fakat sufiyyeden Muhyiddin-ibn-i ARabi (ölm. 1240), "Fusus-ül-Hikem" inde, bu âyetlere dayanarak Firavun'un mümin olduğunu söyler (Mûsâ fassı, Bosnalı Abdullah terceme ve şerhi, İst. matbaa-i Âmire - 1290, c. 2, s. 335-427 ve bilhassa 41 v. d.). Buna karşılık "Fütûhât-ı Mekkîyye de 52. babda, Firavun'ı ve benzerlerini cehennemlik saymadadır (Mısır, Dâr-ül-ARabiyyet-il-Kübrâ, 1329 h, c. 1, s. 301. Aşağıdan 1-3. satırlar). Ancak Firavun hakkında İbn-i ARabi'nin güttüğü bu iki zıt kanaatin hangisini kabul etmek icab eder? (Devamı, sonnot No:28)

(3) Hz. Yunus'un kıssası Ahd-i Atıyk'te ayrı bir bölüm olarak dört babda anlatılır.