Kur’an hakkında
önemli olan sorulardan biri, Kur’an-ı Kerim’in herkes
tarafından anlaşılabilir olup olmadığıdır.
Acaba herkes Kur’an’ın hakikatine ulaşabilir mi?
Kur’an-ı Kerim de aynen “yakin” gibi zatî
anlamda hüccet midir, yoksa onun hüccet oluşu başka bir şeyden
mi kaynaklanmaktadır?
Kur’an-ı Kerim, içerdiği bazı
ayetlerde “nur” olarak nitelendirilmiştir. Nurun
varlığında hiç bir muğlaklık yoktur ve
görünürlüğü de zatî olduğu için bu bağlamda başka
bir şeye ihtiyaç duymaz. İşte Kur’an-ı Kerim de
böyledir.
Konuyla ilintili olarak Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar, size
Rabbinizden reddi mümkün olmayan bir delil gelmiştir ve size apaçık
bir nur indirmişizdir.” [1]
Hemen belirtmem gerekir ki Kur’an’ın mübhem ve
muğlak olmaması, tam anlamıyla aşikar ve ortada
olduğu anlamına gelmez. Kur’an-ı Kerim mübhem ve muğlak
değildir ve aynı zamanda tam anlamıyla aşikar da
değildir.
Kur’an’ın bazı mertebe ve aşamaları
vardır. Kur’anî hakikatlerin farklı aşamaları vardır
ve bu aşamalar, birbirlerine paralel değil ve bilakis birbirlerinin
uzantısındadır. Kur’an’ın sahip olduğu
aşamalar, birbirleriyle çelişki ve tezat halinde de değildir.
İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Yüce Allah’ın
kitabı dört şey üzeredir: İbaret, işaret, ince
vurgular ve hakikatler. İbaret, avam halk içindir; işaret,
özel insanlar içindir; ince vurgular, veliler içindir; hakikatler,
peygamberler içindir.” [2]
İşte bundan ötürüdür ki masum imam, bir
ayeti, birbirlerinin uzantısında bir kaç şekilde
yorumlayabilmekte ve herkese de durum ve kapasitesine uygun olarak Kur’an’dan
cevap verebilmektedir.
Züreyh Muharibî, İmam Cafer-i Sadık’a
(a.s) şu ayet hakkında sorar:
Sonra temizliklerini yapsınlar, adaklarını yerine getirsinler
ve tavâf etsinler Beyt-al-atıyk'ı.” [3]
İmam Cafer-i
Sadık (a.s) buyurur:
“Ayette geçen ‘temizliklerini yapsınlar’ imam ile mülakat
etmektir. Yani insan, hac amellerini yerine getirdikten sonra imamın
huzuruna varmalıdır.”
İmam (a.s)
şöyle devam eder:
“Ayetteki ‘adaklarını yerine getirsinler’ cümlesiyle de hac
amelleri kastedilmiştir.”
Züreyh’in bu rivayetini işiten Abdullah b. Senan, İmam Cafer-i
Sadık’ın (a.s) huzuruna vardı ve bu ayeti kendisi için
yorumlamasını istedi.
İmam (a.s) buyurdu:
“Bu ayet, bıyık ve tırnağın kesilmesine dönüktür.”
Abdullah b. Senan, “Ama Züreyh, bu ayeti sizden taraf farklı şekilde
yorumlamaktadır.” dedi.
İmam (a.s) buyurdu:
“Züreyh doğru sözlüdür ve senin (ondan naklettiğin) rivayet de
doğrudur. Çünkü Kur’an’ın bir zahiri ve bir de
batını vardır; Züreyh’in taşıdığı
kadarını kim taşıyabilir?” [4]
Cabir, İmam Muhammed-i Bakır’ın (a.s) huzuruna gelip bir ayetin tefsirini sordu ve İmam (a.s) da cevapladı. Cabir bir başka defa yine aynı ayetin tefsiri hakkında sordu ve İmam Cafer-i Sadık (a.s) da farklı bir cevap verdi. Cabir, “Ama bir önceki defa farklı bir cevap vermiştiniz!” dedi.
İmam (a.s) buyurdu:
“Cabir! Kur’an’ın bir batını vardır ki batının da
batını vardır ve bir de zahiri vardır ki zahirin de
zahiri vardır. Ey Cabir! İnsanların akıllarına,
Kur’an tefsirinden daha uzak olan bir şey yoktur. Çünkü ayetin
ilk kısmı bir şeyin hakkındayken, son kısmı
başka bir şeyin hakkındadır. Kur’an, birbirine
bağlı bir kelamdır ki farklı yönlerde
yorumlanabilir.” [5]
Müminler Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bu Kur’an’ı konuşturun; oysa ki o, sizinle asla
konuşmayacaktır. Ben ondan size haber vereceğim.”[6]
İmam Ali’nin (a.s) tabiriyle, Kur’an-ı Kerim’in güzel bir zahiri ve
derin bir batını vardır.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kuşkusuz ki Kur’an’ın zahiri güzel ve batını ise derindir.”
Bununla birlikte Kur’an’ın bazı aşamaları, herkes için
anlaşılabilir türdendir. Kur’an-ı Kerim’in herkes
tarafından anlaşılabilir bir kitab olduğu
açıktır ve bunun nedeni şöyle özetlenebilir:
1-Kur’an-ı Kerim herkesin kitabı ve fıtratın dilidir; fıtratın dili de herkes için algılanabilecek türdendir. Çünkü fıtrat ve öz yaratılış dili, tarihin her diliminde ve her toprak parçasında yaşayan bütün insanların dilidir.
“Ve biz, cehennem memûrlarını, meleklerden tâyin ettik ve kendilerine kitap verilenlerin iyiden-iyiye anlayıp inanmaları için ve inananların inancını arttırsın ve kendilerine kitap verilenlerle inananlar, şüpheye düşmesinler ve gönüllerinde hastalık olanlar ve kâfirlerse, Allah bununla, bu örnekle neyi kastediyor ki desinler diye sayılarını on dokuz olarak taktîr ettik. İşte böylece Allah, bildiğini saptırır ve dilediğini doğru yola sokar ve Rabbinin ordusu ne kadardır, ancak Allah bilir ve bu, insanlara bir öğüttür ancak.” [7]
Yine Kur’an
şöyle buyurmaktadır:
“Halbuki o, ancak âlemlere bir öğüttür.”[8]
Bu bağlamdaki bir
diğer ayet de şöyledir:
“Ve biz, seni bütün insanlara, ancak müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik
ve fakat insanların çoğu bilmez.” [9]
2-Her şeyi açıklayan Kur’an-ı Kerim, kendini açıklamamış olamaz.
Kur’an-ı Kerim bu
bağlamda kendini, her şeyin açıklayıcısı olarak
tanıtmakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Her ümmete, kendi cinsinden bir tanık getireceğiz ve seni de bunlara
tanık tutacağız ve biz, sana her şeyi açıklayıp
anlatan ve Müslümanlara hidâyet, rahmet ve müjde olan kitabı indirdik.” [10]
Bunu doğrulayan şahitler de vardır ki şöyle
özetlenebilir:
a-Sakaleyn hadisi
“Kuşkusuz sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum;
Allah’ın kitabı ve ıtretim olan Ehl-i beytim. Onlara
tutunduğunuz sürece asla dalalete düşmezsiniz.”
b-Kur’an’ı “nur” olarak niteleyen ve herkesi de onda düşünmeye sevkeden ayetler.
c-Hadislerin birbirleriyle çelişmesi durumunda onların Kur’an’a götürülmesini, Kur’an’la uyumlu olanının kabul edilmesini ve çelişeninin ise reddedilmesini buyuran hadisler.
d-Masum imamlar (Allah’ın selat ve selamı onlara olsun), öğrencilerinin hukukî, içtimaî, fıkhî, itikadî alanlarda... Kur’an’a müracaat etmelerini buyurmuşlardır.
e-Kur’an’da düşünmenin emredilişi de, Kur’an’ın bazı aşamalarının herkes tarafından anlaşılabilir olduğunu göstermektedir.
İmam Zeyn’el Abidin (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kur’an ayetleri, ilim hazineleridir; öyleyse bir hazine açıldığında ona bakılması daha uygun olur.” [11]
İnsanların Kur’an’dan faydalanması farklı düzeylerdedir. Kur’an’ın fıtrat dili olması ve herkes için anlaşılır olması, herkesin aynı düzeyde Kur’an’dan yararlanabileceğini göstermez. Tam anlamıyla Kur’an’a vakıf olabilmek ve anlayabilmek masum imamlara aittir; herkes bu makama ulaşamaz.
Bu bağlamda rivayet edilen bir hadis şöyledir:
“Kur’an’ı ancak, onunla muhatap kılınan anlar.” [12]
“Andolsun Allah’a, eğer oturacağım bir kürsü olsaydı ona oturur ve Tevrat ehli için Tevrat’la..., İncil ehli için İncil’le... ve Kur’an ehli için de Kur’an’la... fetva verirdim.” [13]
Kur’an’ın derinliğine elbette ki herkes ulaşamaz.
“Kur’an bir alacaklıdır ki, alacağı ödenemez ve bir gariptir ki hakkı eda edilemez.”
İmam Muhammed-i Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Seçilmiş kullar dışında kimse Kur’an’ın zahir ve batınını bir arada topladığını (anladığını) iddia edemez.” [14]
İmam Muhammed-i Bakır (a.s) bir diğer hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Bu ümmet içinde, seçkin kullar dışında Kur’an’ın tümünü algılayabileni görmedim.” [15]
İmam Cafer-i Sadık (a.s) da bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Biz Ehl-i beyt arasında Kur’an’ı başından sonuna kadar bilen biri her zaman olmuştur.” [16]
Bu bağlamda İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) rivayet edilen bir diğer hadis şöyledir:
“Andolsun Allah’a ki, Allah’ın kitabını başından sonuna, adeta elimin içindeymiş gibi biliyorum. Gökyüzünün haberi, yeryüzünün haberi, olacağın haberi ve olmuşun haberi ondadır. Yüce Allah, ‘Her şeyin açıklaması ondadır.’ buyurmuştur.” [17]
Kur’an’ın hüccet ve açıklığı, aynen yakininki gibi zatîdir ve kendinin dışında bir açıklayıcıya ihtiyacı yoktur. Bir bütün olarak Kur’an, her şeyin açıklayıcısı olduğu gibi, kendini de açıklamaktadır.
Masum imamların (Allah’ın selat ve selamı onlara olsun), bir ayeti bir diğer ayete eklemekle çıkarsamada bulunmuş oldukları ve bu yöntemle Kur’an’ı tefsir etmiş oldukları ortadadır.
Kur’an-ı Kerim, ana hatları açıklamada mustakil ve bağımsızdır; ayrıntıların beyanı ise yüce Peygamberimizin (s.a.a) uhdesine bırakılmıştır. Kur’an-ı Kerim, detay konumdaki hükümlerinde yüce Peygamberimizin (s.a.a) açıklamasına ihtiyaç duymaktadır.
Kur’an-ı Kerim, konuyla ilintili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Allah'ın, fethedilen köylerin mallarından Peygamberine verdiği ganîmetler artık Allah'ındır ve Peygamberin ve yakınların ve yetimlerin ve yoksulların ve yolda kalmışların; bu da, o malın, sizin içinizdeki zenginlerin ellerinde devreden bir mal, bir sermâye olmaması içindir ve Peygamber, size ne verirse alın onu ve neden vazgeçmenizi emrederse vazgeçin ondan ve çekinin Allah'tan; şüphe yok ki Allah'ın azâbı çetindir.” [18]
Bunu, Kur’an-ı Kerim’in namazı farz kıldığı ayetlerden biriyle şöyle örneklendirebiliriz:
«“Namaz kılın, zekât verin, rükû edin rükû edenlerle (ve namazı cemaatle kılın).” [19]
Başta yüce Peygamberimiz (s.a.a) olmak üzere Ehl-i beyti, bu genel hükmün ayrıntılarını beyan etmiş ve şöyle buyurmuşlardır:
“Allah Resulü (s.a.a) miraca çıkıp namazı öğrendikten sonra ümmetine, ‘Benim namaz kılışımı gördüğünüz gibi namaz kılın!’ buyurmuştur.” [20]
Bu gerçeğin bir diğer örneği hac konusudur. Kur’an-ı Kerim hac ibadeti hakkında şöyle buyurmuştur:
Å “Oradadır apaçık deliller ve İbrahîm'in
durağı ve kim oraya girerse emin olur. İnsanlardan, oraya
gitmeye gücü yetene, Allah için gidip o evi ziyaret ederek haccetmesi
farzdır. İnkâr eden eder, Allah şüphe yok ki bütün âlemlerden
müstağnîdir.” [21]
Allah Resulünün (s.a.a) bu husustaki buyruğu da şöyledir:
“Hac amellerini benden
öğrenin!” [22]
Bunun bir diğer örneği de zekat konusudur. Kur’an-ı
Kerim, zekatın farz olduğunu buyurmuş ve
ayrıntılarını ise yüce Peygamberimiz (s.a.a) ve Ehl-i
beyti beyan etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim,
zekatın farz oluşunu şöyle buyurmaktadır:
“Ey inananlar, Allah'a, peygambere ve içinizden emredecek kudret ve liyakata
sahip olanlara itaat edin. Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız
bir şeyde ihtilâfa düştünüz mü o hususta Allah'a ve Peygambere
mürâcaat edin; bu hareket, hem hayırlıdır, hem de sonu pek
güzeldir.” [23]
İtaat edilmesi
Kur’an’ca farz kılınan “ul’ul emrin=emir sahiplerinin” ölçüt ve
örnekleri Peygamberimiz (s.a.a) tarafından beyan edilmiştir.
Kur’an’ın Ehl-i beytten öğrenilmesi
gerektiğini buyuran hadisler, Kur’an’ın zahirine değil,
batınına yöneliktir. Yani Kur’an’ın
batınının Ehl-i beytten öğrenilmesi gerektiğine
dikkat çekmektedir. Çünkü eğer Kur’an’ın zahirinin hüccet
oluşu hadislere bağlı olsa, bu durumda çıkmaza
düşülecektir.
Yüce Peygamberimizin
(s.a.a) Kur’an’ı açıklaması, Kur’an’ın
açıklaması dışında değildir; Kur’an
sınırları içinde bir açıklama türündendir.
Müminler Emiri Ali (a.s) şöyle
buyurmaktadır:
“Ve Allah’ın
kitabı karşınızda durmaktadır; dili asla yorulmaz
bir konuşmacıdır.” [24]
Bu bağlamda şu konuya dikkat çekmek ve şu noktanın
altını çizmek gerekir: Kur’an-ı Kerim, her zaman konuşan
ve her zaman için de zamana uygun sözü olan bir kitabtır.
Yüce Peygamberimizin (s.a.a) Kur’an’ı açıklaması, insanların kalplerindeki perdelerin Peygamberimiz tarafından kaldırılması ve böylece Kur’an’ı anlamalarını sağlaması anlamınadır.
Masum imamların (Allah’ın selat ve selamı onlara olsun) sözlerini delil kabul etmemiz, yüce Peygamberimizin (s.a.a) onların sözlerini hüccet olarak tanıtmasından dolayıdır; Peygamberimizin (s.a.a) sözünü delil ve kanıt kabul etmemiz ise, yüce Allah’ın onun sözünü delil kılmasından dolayıdır. Şanı yüce Allah bu gerçeğe şöyle vurgu yapmaktadır:
“Allah'ın, fethedilen köylerin mallarından Peygamberine verdiği ganîmetler artık Allah'ındır ve Peygamberin ve yakınların ve yetimlerin ve yoksulların ve yolda kalmışların; bu da, o malın, sizin içinizdeki zenginlerin ellerinde devreden bir mal, bir sermâye olmaması içindir ve Peygamber, size ne verirse alın onu ve neden vazgeçmenizi emrederse vazgeçin ondan ve çekinin Allah'tan; şüphe yok ki Allah'ın azâbı çetindir.” [25]
Bu husustaki bir diğer ayet ise şöyle buyurmaktadır:
“Ey inananlar, Allah'a, peygambere ve içinizden emredecek kudret ve liyakata sahip olanlara itaat edin. Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bir şeyde ihtilâfa düştünüz mü o hususta Allah'a ve Peygambere mürâcaat edin; bu hareket, hem hayırlıdır, hem de sonu pek güzeldir.” [26]
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasına engel olan etkenler vardır; bu gerçek şöyle örneklendirilebilir: Bilgisizlik, böbürlenme, günah işleme...
Kur’an-ı Kerim buna şöyle vurgu yapmaktadır:
“Ne diye Kur'ân'ı, bir iyice düşünüp taşınmazlar, yoksa gönüllerinde kilitler mi var?” [27]
Kur’anî hakikat ve öğretilere ulaşabilmek için gönül temizliği gerekir; gönlünü arındıran temiz insanların dışında kimse Kur’anî sırlara vakıf olamaz.
Kur’an-ı Kerim bu noktaya şöyle dikkat çekmektedir:
“Şüphe yok ki bu, yüce Kur’ân'dır. Saklanmış bir kitapta. Ona, temiz olanlardan başkaları dokunamaz.” [28]
Bir diğer ayet şöyledir:
“Ey inananlar, Allah'tan çekinirseniz hayırla şerri ayırt etme kabiliyetini verir size ve suçlarınızı örter, yarlıgar sizi ve Allah, pek büyük bir lütuf ve ihsân sâhibidir.” [29]
Yine konuyla ilintili bir diğer ayet şöyle buyurmaktadır:
“Yeryüzünde haksız yere ululuk satanlara âyetlerimizi idrâk ettirmeyeceğiz, zâten onlar, hangi delili görseler inanmazlar, doğru yolu görseler o yola gitmezler, fakat azgınlık yolunu gördüler mi hemen o yola gitmeye koyulurlar; bu da âyetlerimizi yalan saymalarından ve onlardan gaflet etmelerinden ileri gelir.” [30]
Bir başka ayet şöyledir:
“Ve kâfir olanlar, dediler ki: Şu Kur'ân'ı dinlemeyin ve okunurken gürültü edin, bağırıp çağırın da onun sesini bastırın.” [31]
Yine bir diğer ayet şöyledir:
“Ve gerçekten de ben, onları, sen yarlıgayasın, suçlarını örtesin diye ne vakit çağırdıysam parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar ve elbiselerine büründüler ve ısrâr ettiler ve ululandıkça ululanmaya kalkıştılar.” [32]
Konuya temas eden bir başka ayet de şöyle buyurmaktadır:
“Kur'ân okuduğun zaman seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde gereriz biz.” [33]
[1] Nisâ, 174
[2] Bihar’ül Envar, c: 75, s: 278
[3] Hac, 29
[4] Bihar’ül Envar, c:89, s: 84
[5] Bihar’ül Envar, c: 89, s: 91
[6] Usul-u Kafi, c: 1, s: 60
[7] Müddessir, 31
[8] Kalem, 52
[9] Sebe, 28
[10] Nahl, 89
[11] Bihar’ül Envar, c: 89, s: 216
[12] Vesâil’uş Şia, c: 18, s: 136
[13] Bihar’ül Envar, c: 89, s: 78
[14] Bihar’ül Envar, c: 89, s: 88
[15] Bihar’ül Envar, c: 89, s: 88
[16] Bihar’ül Envar, c: 89, s: 88
[17] Bihar’ül Envar, c: 89, s: 89
[18] Haşr, 7
[19] Bakara, 43
[20] Bihar’ül Envar, c: 85, s: 279
[21] Âl-i İmran, 97
[22] Bihar’ül Envar, c: 82, s: 279
[23] Nisâ, 59
[24] Nehc’ül Belağa, 133. hutbe
[25] Haşr, 7
[26] Nisâ, 59
[27] Muhammed (s.a.a), 24
[28] Vakıa, 77-79
[29] Enfal, 29
[30] A’raf, 146
[31] Fussilet, 26
[32] Nuh, 7
[33] İsra, 45