Kur’an’ın Temel Özellikleri

Kur’an-ı Kerim, insanlığın dünya ve ahirette mutluluk ve saadete erişmesi için gönderilmiş son ilâhî mesajdır. Bu yazımızda Yüce Allah’ın Cebrail vasıtasıyla Hz. Peygamber’e vahyettiği evrensel mesaj olan Kur’an’ı tanıtmaya çalışacağız.

Kur’an’ın belli başlı temel özellikleri şunlardır:

1. Kur’an, Allah kelâmıdır.

2. Kur’an, Arapça bir kitaptır.

3. Kur’an, tevatür yoluyla nakledilmiştir ve Allah’ın koruması altındadır.

4. Kur’an mûciz bir kitaptır.

5. Kur’an, peyderpey indirilmiştir.

6. Kur’an evrensel bir kitaptır.

7. Kur’an, anlaşılıp, öğüt alınması için kolaylaştırılmıştır.

8. Kur’an, hidayet kaynağıdır.

Şimdi bu temel özellikleri ayetler ışığında açıklamak istiyoruz:

1.Kur’an, Allah kelâmıdır: İslama göre vahiy Allah’ın konuşmasıdır. Kendi iradesini dil aracılığıyla bildirmesidir. Fakat insana ait olmayan esrarengiz bir dille değil, insanın anlayabileceği bir dille konuşmasıdır. Allah’ın kendi iradesiyle yaptığı bu konuşma olmasa, yeryüzünde İslam’ın anladığı manada hiçbir din olmaz.[1]  Bir Japon şarkiyatçının da dediği gibi, İslam, Allah konuştuğu zaman meydana gelmiştir.[2]  Doğrudur; zira biz müslümanlar Kur’an-ı Kerim’in Kelâmullah (Allah kelamı) olduğuna inanırız. Yüce Allah’ın ilâhî iradesini, biz kullarından neleri yapıp neleri yapmamamızı istediğini ancak O’nun kelâmı vasıtasıyla bilebiliriz. Nitekim şu ayet-i kerimede Kur’an, Kelâmullah olarak tavsif edilmektedir:

“Eğer müşriklerden biri, senden eman dilerse eman ver! Ta ki, Allah’ın kelâmını dinlesin, sonra onu emin olduğu yere kadar ulaştır”[3]

2. Kur’an, Arapça bir kitaptır: Allah Teala, engin bilgi hazinesinden[4]  insanları bilgilendirmek istediği zaman vahiy almaya istidatlı olan[5]  kullarından birini seçer ve ona, kelâmını o elçinin kavminin konuştuğu dil kalıplarına dökerek gönderir.[6]  Yani Allah, her kavme kendi dilleriyle konuşan bir peygamber göndermiş ve her peygambere de kendi konuştuğu dil ile vahyetmiştir.

Herhâlde, bir ümmete gönderilen ilâhî bir kitabın, o ümmetin diliyle gönderilmesi kadar tabii bir şey düşünülemez. Çünkü insan ne ile sorumlu tutulduğunu, ilâhî iradeye uygun hareket tarzlarının neler olduğunu bilmeden bu sorumluluğunu yerine getiremez. Elbette ki bu da, onun kendisine anlayacağı bir dille hitap edilmesiyle mümkün olabilir. Bu yüzdendir ki, Allah Teala: “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik”[7]  buyurarak, insanları bilgilendirmek istediğinde kelâmını onlara kendi lisanlarıyla indirdiğini haber vermiştir. Zaten muhataplara anlamadıkları bir dil ile direktifler verilmiş olsaydı, onlar buna itiraz ederlerdi. Nitekim Kur’an bu hususu şu şekilde dile getirmektedir:

“Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı bir şekilde açıklanmalı değil miydi? Arap’a yabancı dilde (kitap) olur mu?...”[8]  İşte her kavme kendi konuştukları bir dil ile ilâhî mesajların gönderilmesi Allah’ın bir kanunudur. Buna biz, sünnetullah diyoruz. Bu sünnetullaha uygun olarak Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’i Arapça olarak indirmiştir.[9]  Nitekim bu hususu Yüce Allah şöyle belirtmektedir:

“Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kur’an olarak indirdik.”[10] 

“Biz, düşünüp anlamanız için onu Arapça bir Kur’an yaptık.”[11]

“Allah size ayetleri, düşünesiniz diye böylece açıklar.”[12]

Yukarıda zikretmiş olduğumuz ayetlerden de anlaşıldığı üzere, Kur’an-ı Kerim, Arapça olarak indirilmiştir. Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinin sebebi, Hz. Peygamber’in, anadili Arapça olan bir toplumun içerisinde doğup büyümüş olmasındandır. Şayet Kur’an-ı Kerim Arapça olarak değil de başka bir lisanla indirilmiş olsaydı, bu durum hem Rasulullah’ın tebliğ vazifesini daha fazla zorlaştıracaktı, hem de vahy-i ilâhinin ilk muhatapları durumunda olan Arapların, ayetleri anlayıp uygulamalarını güçleştirecekti. Yani Hz. Peygamber ve ilk müslümanlar her türlü engellere rağmen bir de yabancı dil problemiyle karşı karşıya kalacaklardı[13].

3. Kur’an, tevatür yoluyla nakledilmiştir ve Allah’ın koruması altındadır: Kur’an-ı Kerim ilk indiği andan itibaren hem ezberlenmiş hem de yazıyla tespit edilmiştir. Dolayısıyla bize kadar tevatür[14]  yoluyla nakledilmiştir. Bu durum ne diğer ilâhî kitaplar için ne de tarihî herhangi bir vesika için söz konusudur.

Kur’an’ın tahrif ve tebdilden korunmasını ise bizzat Yüce Allah garanti altına almış ve; “Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik ve onu koruyacak olanlar da biziz Biz!”[15] buyurmuştur. Diğer ilâhî kitaplar böyle bir koruma altına alınmamışlardır. Onların korunması insanlara bırakılmıştır. Nitekim Tevrat ile ilgili olarak: “Gerçekten Tevrat’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nur vardır. Müslüman olmuş peygamberler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi, kendilerini Allah’a vermiş zâhitler ve âbidler de Allah’ın Kitabını korumakla görevlendirildiklerinden (onunla hüküm verirlerdi) ve onu gözetleyip kollarlardı...”[16]  buyurulmaktadır.

4. Kur’an mûciz bir kitaptır: İ’câz kelimesi lügatte, “âciz bırakmak” anlamına gelir. Bir şeyin benzerini yapmaktan âciz bırakan şeye de “mu’cize” denir. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in en büyük ve ebedî mu’cizesidir.

Bütün peygamberler ilâhî bir vazife ile Allah tarafından gönderilmiş olduklarını kavimlerine kabul ettirebilmek için mucizeler göstermek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu hususu Hz.Peygamber (sav) hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmektedir: “Hiçbir peygamber gönderilmemiştir ki, ona, insanları imana getirecek, bir ayet verilmemiş olsun. Bana verilen ise, Allah’ın gönderdiği vahiydir. Onun için kıyamet günü ümmetimin sayıca diğer peygamberlerin ümmetinden çok olmasını ümit ediyorum.”

Geçmiş peygamberlerin mucizeleri, sadece o devirde yaşayanlar ve orada hazır bulunanlar tarafından müşahede edilebilirdi. Kısaca ifade etmek gerekirse, onların mucizeleri sürekli değil, geçici ve hissî idi. Meselâ, sihrin revaçta olduğu ve ünlü sihirbazların yaşadıkları bir devirde, Hz.Musa’ya sihirli bir âsâ verilmiş, bununla sihirbazlar mağlup edilmiştir. Tıbbın ilerlediği bir zamanda gelen Hz. İsa’ya ise, bu alanda büyük mucizeler verilmiş ve hastaları iyileştirmiş, ölüleri diriltmiştir.

Hz. Muhammed (sav)’in mucizesi ise, sürekli ve aklî idi. Çünkü onun zamanında Arap dili ve belâgatı en yüksek dereceye ulaşmış, âdeta altın çağını yaşıyordu. İşte Arapların fesahat ve belâgat yönünden en yüksek mer-tebeye ulaştığı bir devirde, sunulan en büyük mucize, hiç şüphesiz ki, belâgat ve fesahatin en büyük timsali olan ve hiç kimse tarafından taklit edilemeyen Kur’an-ı Kerim’in, ümmî bir peygamber olan Hz. Muhammed (sav)’e vahyedilmesi olmuştur. Kur’an, Yüce Allah’ın ezelî kelâmıdır. Onun bir benzerini getirmek mümkün değildir.

Peygamber Efendimiz tebliğ vazifesine başlayınca, Araplar on-dan risalet ve nübüvvet görevi ile görevlendirilmiş bir kişi olduğuna dair deliller istediler. Peygamberimiz onlara Allah Tealâ’nın şu ayetleriyle cevap verdi:

“Ona Rabbinden mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?” derler. De ki: “Mucizeler ancak Rabbimin katındadır. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunan bir Kitab’ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır.”[17]

Cenab-ı Hakk’ın, Rasulünün peygamberliğinin doğruluğuna ve onun ancak bir mübelliğ olduğuna dair Kur’an’da bu ayetlerle vermiş olduğu teminata rağmen onlar, inatlarında ve inkârlarında ısrar ettiler ve ondan yüz çevirerek:

“Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, “İşittik, işittik! İstesek biz de aynısını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır.”[18]  dediler. Onların bu inkârcı tutumları karşısında Yüce Allah, peygamberinin haklılığını ve Kitabının eşsizliğini ispat için onlara meydan okuyarak şöyle buyurdu: “Doğru (sözlü) iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler.”[19] Onlara uzunca mühlet verdi, yapamadılar. Sonra, asılsız uydurma şeyler dahi olsa tesir ve belâgat bakımından on surenin benzerini yapmalarını onlardan istedi:

“Yoksa, “O’nu uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Öyleyse siz de onun benzeri on uydurulmuş sure getirin; eğer doğru (sözlü) iseniz Allah’tan başka, çağırabildiklerinizi de (yardıma) çağırın (da bunu yapın)!”[20]  Bunu da yapamayınca, bu defa bir sure getirmelerini istedi:

“Yoksa, “O’nu uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru (sözlü) iseniz haydi onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın!”[21] Bunu, daha sonra Bakara, 23. ayetinde de tekrar etti. Bundan sonra da ortaya çıkan acziyetlerini Yüce Allah şöyle ilân etti:

“De ki: “Andolsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur’an’ın bir benzerini meydana getirmek üzere toplansalar, yine onun benzerini meydana getiremezler. Birbirlerine arka ol(up yardım et)seler de (bunu yapamazlar).”[22]

Kur’an’ın açıkça meydan okuyuşu karşısında onların kin ve nefretleri galeyana geldi ve Kur’an’ın bir benzerini yapmak için bir hayli uğraşıp didindiler. Çalışmalarının en ufak bir semeresini alamadıklarını görünce de şaşkına döndüler, Kur’an’ın -hâşâ- bir “sihir”, veya “kehanet” veyahut da “şiir” olduğunu söylemeye kalkıştılar.[23]  Kur’an’ın bir benzerini yapamayınca, artık müslümanlarla alay etmeye, onlara hakaret etmeye başladılar. Müslümanlara eziyet etme yolunu da denedikten sonra kılıca sarıldılar ve neticede de Hz. Peygamber Efendimizi hicret etmek zorunda bıraktılar.[24]

5. Kur’an, peyderpey indirilmiştir: Bilindiği gibi peygamberlere verilen suhuflar ve daha önce indirilen kitaplar toplu olarak gönderilmiştir. İşte diğer mukaddes kitaplardan farklı olarak, Kur’an 23 yıl kadar süren bir zaman zarfında Peygamberimize peyderpey indirilmiştir. Bu müddet zarfında vahiy, Hz. Peygamber (sav)’e muhtelif aralıklarla gelmiştir. Bazen bir günde birkaç kere vahiy geldiği gibi, bazen günaşırı, bazen bir hafta veya on gün arayla da geldiği oluyordu. Bu ara bazen bir ayı buluyordu.[25] Hatta Mekke devrinin ilk senelerinde vahiy uzun bir müddet kesilmişti. Bu sürenin üç sene[26]  olduğunu söyleyenler olduğu gibi, 40 gün olduğunu belirtenler de vardır. Ama itibar edilmesi gereken görüş, vahiy kesilmesinin yıllarca sürmediğini ifade edenlerin görüşüdür.[27] 

Bu arada inen ayet sayısı da duruma göre farklılıklar arz ediyordu. Bazen bir veya birkaç ayet, bazen beş veya on ayet nazil oluyor[28], bazen de bir surenin bütün olarak nazil olduğu görülüyordu.[29] 

Kur’an’ın peyderpey indirilmiş olmasını Yüce Allah şu şekilde belirtmektedir:

“Kur’an’ı, insanlara ağır ağır okuman için, parçalara ayırdık ve onu azar azar indirdik.”[30]

Kur’an’ın peyderpey ve parça parça indirilişinde pek çok hikmetler vardır.[31]  Bunlardan bazıları Hz. Peygamberle, bazıları, ashabı ve onlarla birlikte yaşayan diğer insanlarla, bazıları da doğrudan doğruya Kur’an’ın kendisiyle ilgilidir.

Hiç şüphesiz ki, Kur’an’a dayalı olarak kurulmuş olan ve yarım asır gibi kısa bir zaman zarfında büyük bir devlet hâline gelen İslam toplumunun gösterdiği gelişmede, ortaya koyduğu ruhî, sosyal ve tarihî canlılıkta bu tarz mucizevî bir nüzûlün büyük etkisi olmuştur. Çünkü onlar bu vesile ile, sürekli olarak vahiy ışığı, kontrolü ve yol göstericiliği altında yaşamışlar; inen ayetler, Hz. Peygamber’e ve ashabına devamlı olarak güç, moral ve heyecan vermiş; sabır, ihlâs ve cesaret aşılamıştır.

Hâliyle böyle bir nüzûl, onların Kur’an’a erişmelerinde, yazıya geçirmelerinde, ezberlemelerinde, mânâları üzerinde düşünüp onu anlamalarında, hazmetmelerinde ve hayata geçirmelerinde çok yardımcı olmuştur. Yine bu suretle önce dinin temel prensipleri ortaya konularak, evvela onları hazmetmeleri sağlanmış ve sonra da kademe kademe diğer teferruata geçilmiş ve bu pedagojik metot da onların yeni dini kolayca benimseyip tatbik etmelerinde büyük rol oynamıştır.

Yine bu nüzûl sayesinde, Kur’an pratik hayattan kopuk ve teorik bir kitap olarak değil de doğrudan doğruya yaşanan hayatın içinde, onunla uyumlu ve ona yol gösterip yön veren, çıkan problemlere çözüm yolları gösteren, hataları düzelten, sorulan soruları cevaplandıran, inananların moralini yükselten, inanmayanlarınkini ise devamlı çökerten bir kitap olarak ortaya çıkmıştır.

Bunlardan başka, bu tarz bir nüzûl, Kur’an’ın icazına da ayrı bir delil teşkil etmiştir. Çünkü, böyle uzun bir zaman zarfında ve aralıklarla inen ayetler, ilâhî irade doğrultusunda, nüzûl sırasından tamamen farklı bir biçimde düzenlenmiş; buna rağmen o kadar uyumlu ve yeni bir tertip ortaya çıkmıştır ki, böyle bir şeyin bir beşer tarafından yapılmış olması asla mümkün değildir.

6. Kur’an evrensel bir kitaptır: Kur’an’ın getirdiği prensipler, vahyedildiği günden itibaren kıyamete kadar bütün zaman ve mekânlarda yaşayan insanlara yöneliktir. Yani O’nun getirdiği mesaj evrenseldir. Hz. Peygamber’in Arap ve Arap olmayan bütün insanlara gönderilmiş olduğunu Kur’an bize şöyle açıklamaktadır:

“Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmez.”[32]

“Ey Muhammed! De ki: "Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O’ndan başka ilâh bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah’ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah’a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine -ki o da Allah’a ve sözlerine (hükümlerine) inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”[33]

Kur’an, insanları gerçek mutluluğa ulaştırmak için âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Bu sebeple, kıyâmete kadar her çağın insanına hitap eden ve yol gösteren prensiplere sahiptir. Kişinin gerçek mutluluğa ulaşması, içerisinde insanlık için bütün saadet ilkelerini ihtiva eden Kur’an-ı Kerim’in hikmet dolu prensiplerini uygulaması ve onun gösterdiği yola yönelmesiyle gerçekleşebilir.

7. Kur’an, anlaşılıp, öğüt alınması için kolaylaştırılmıştır: Kur’an hem anlaşılması için kolaylaştırılmış, hem de emirlerine riayet etmek ve yasaklarından sakınarak yaşamak için kolaylaştırılmıştır. Nitekim Yüce Allah: “Andolsun ki Kur’an’ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?”[34]  buyurmaktadır. Aynı ayetin Kamer suresinde dört defa tekrarlanması Kur’an’ın anlaşılmak üzere Allah tarafından kolaylaştırıldığını tekit için gelmiştir.[35]

8. Kur’an, hidayet kaynağıdır: Kur’an’ın en önemli ve öncelikli özelliklerinden biri de hidayet rehberi olmasıdır. Nitekim O’nun hidayet kitabı olduğu müteaddit ayetlerde dile getirilmektedir. Kur’an’ın bu özelliği Bakara suresinde şu şekilde belirtilmektedir:

“O kitap (Kur’an); Onda asla şüphe yoktur. O, muttakîler için yol göstericidir.”[36]

Yine başka bir ayette Kur’an kendini şu şekilde vasıflandırmaktadır:

“Şüphesiz ki bu Kur’an, en doğru yola iletir ve iyi işler yapan mü’minlere, kendileri için büyük bir ecir olduğunu müjdeler.”[37]

Netice olarak diyebiliriz ki, Kur’an, ilâhî bir hayat nizamıdır. Getirdiği genel prensipler, anlattığı tarihî olaylar ve kıssalar ile ihtiva ettiği hükümlerin hepsi, insanı, dünya ve ahirette saadete götürebilecek niteliktedir. O’nu anlamadan hayata geçirmek, üzerinde düşünmeden ibret ve dersler almak, fikir planında incelemeden hikmetlerinden yararlanmak mümkün değildir.


[1] İzutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, (Çev. Süleyman Ateş), Ank., trs, s.144.

[2] İzutsu, a.g.e., s.144.

[3] Tevbe Suresi 6.

[4] İlâhî bilgi hazinesinin sonsuzluğu, insanlara açılan şeriat bilgisi ile (Hızır’ın bilgisi gibi) hakikat bilgisinin bu sonsuzluğa nisbetinin, bir kuşun gagasıyla aldığı suyun, denize nisbeti gibi olduğu hakkında bkz., Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 120.

[5] Hüccetullahi’l-Bâliğa, (Çev: Mehmet Erdoğan), İst., 1994, s.83-85, 423 vd.

[6] Bkz., Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b.Ahmed, el-Câmi Li Ahkâmi’l-Kur’an, Beyrut, 1985, XVI, 6,61; Watt, W. Montgomery, Günümüzde İslam ve Hıristiyanlık, (Çev. Turan Koç), İst., 1991, s.100.

[7] İbrahim Suresi 4.

[8] Fussilet Suresi 44

[9] Yusuf Suresi 2; Zuhruf Suresi 3.

[10] Yusuf Suresi 2.

[11] Zuhruf Suresi 3.

[12] Nur Suresi 61.

[13] Soysaldı, H. Mehmet, Nüzulünden Günümüze Kur’an İlimleri ve Tarihi, Elazığ, 1996, s.12.

[14] Tevâtür; bir araya gelerek yalan uydurmaları mümkün olmayan kalabalık bir topluluğun aktardığı, kesinlik ifade eden söz ve haberlere denir. Bkz., Ersöz,  İsmet, Kur’an Tarihi, Ravza Yayınları, İst., 1996, s.50.

[15] Hicr Suresi 9.

[16] MâideSuresi 44.

[17] Ankebût Suresi, 50-51

[18] Enfal Suresi 31.

[19] Tur Suresi 34.

[20] Hûd Suresi 13

[21] Yunus Suresi 38

[22] İsrâ Suresi 88.

[23] Zuhruf Suresi 30; Sâffât Suresi 36

[24] Karaçam, İsmail, Sonsuz Mucize Kur’an, İst., 1990, s.116.

[25] Mesela İfk hadisesinde böyle olmuştu. Bkz., İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim,  Beyrut, 1983, III, 268; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, Beyrut, 1984, VI, 17-18.

[26] Suphi es-Salih, Mebâhis, s.36.

[27] Keskioğlu, Osman, Kur’an-ı Kerim Bilgileri, Ank., 1993, s. 32-34

[28] Suphi es-Salih, a.g.e, s.49; Mennau’l-Kattân, Mebâhis fi Ulûmi’l-Kur’an, Beyrut, 1993, s.106-107.

[29] Mesela En’am suresi bunlardan biridir. Bkz., İbn Kesir, Tefsir, II, 122; Suphi es-Salih, a.g.e, s.40. Toplu olarak inen sureler arasında da, Fatiha, Kevser, Tebbet, Beyyine, Nasr, Nas, Felak, Mürselat sureleri zikredilir. Bkz., es-Suyûtî, el-İtkân fi Ulûmi’l-Kur’an, Mısır, 1978, I, 49-50.

[30] İsrâ Suresi 106.

[31] - Bu konuda bkz., Ebû Şâme el-Makdisî, el-Mürşidü’l-Veciz, Beyrut, 1975, s.27-29; ez-Zerkeşî, Bedruddin, el-Bürhan fi Ulûmi’l-Kur’an, Mısır, 1957, I, 231; es-Suyûtî, el-İtkân, I, 55-56; Suphi es-Salih, a.g.e, s.52-62; Mennau’l-Kattân, Mebâhis, s. 107-116; Soysaldı, H.Mehmet, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Tefsir, Elazığ, 1998, s.55-58.

[32] Abese Suresi 28

[33] A’raf Suresi 158.

[34] Kamer Suresi 17.

[35] Kamer Suresi 17, 22, 32, 40.

[36] Bakara Suresi 2.

[37] İsra Suresi 9.