HAYAT VEREN KİTAP: KUR’ÂN

Kur’ân, mü’minleri, hayat verecek şeylere, onları canlı, diri ve aktif kılacak ilkelere çağırır. “Kur’ân ayı” Ramazan’da da müşahede ettiğimiz üzere, maddî ve manevî yönden Kur’ân’ın sağladığı hareketlilik, canlılık, verdiği enerji, sunduğu heyecan ve davet ettiği aksiyon onun taşıdığı misyondan ve isimden kaynaklanmaktadır. Çünkü, onun isimlerinden biri de “rûh”tur. Kur’ân’ın rûh adıyla anıldığı şöyle bildirilmektedir:

“İşte böylece sana da emrimizle rûhu (Kur’ân’ı) vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık.”[1] Müfessirlerin bir kısmı, bu âyette geçen “rûh” kelimesini, Kur’ân diye açıklamışlardır.[2]

Rûh: Hayatın maddesi olan ilahî emanete denir ki, can anlamına gelir. Filozoflar ona nefs de derler. Rûh, öyle bir hayattan ibarettir ki, bizzat zindedir. Rûh, latif bir cisimdir ve şeffaftır. Rûh, öyle bir hayattan ibarettir ki, beden onun varlığı ile hay(diri)dir.[3]

Rûh, öyle bir sırdır ki, bedenlerde bulunduğu müddetçe Allah Teâlâ, tabiatta cereyan eden ilahî kanun gereği rûhun mahalli olan beden kalıbında hayat yaratır. İnsan, hayat ile diri ve canlıdır. İnsan, rûh ve cesetten meydana gelir. Çünkü Allah Teâlâ, bu bütün içinde birini diğerinin hizmetine ve emrine vermiştir.[4]

Rûh, insanın aldığı nefestir ki, bütün vücutta akıp gider. Bedenden çıkınca insan artık nefes alıp veremez. Rûh, Farsça can anlamındadır. “Rûh” kelimesine çeşitli manalar verilmiştir. Ancak en uygun olanı “Rûh”tan murat, bedenin kendisi ile ayakta durduğu ve hayatın kendisi ile var olduğu şeydir (cevherdir).[5]

Kur’ân’a Rûh denildiği gibi[6], bütün insanlığın irşadı, ikazı ve ihyası için Allah tarafından gönderilen ilahî kanunları ve hükümleri peygamberlere getiren Cebrail(a.s)[7], insanlara bir delil ve Allah tarafından bir rahmet olmak üzere babasız olarak yaratılan Hz. İsa (a.s)[8] ve Hz. Muhammed(s.a.a)’e gönderilen vahiy[9] de Rûh adıyla anılmaktadır. Biz, bunlardan sadece Kur’ân’ın “Rûh” ismiyle anılmasının hikmetini ve sebebini ele alacağız. Zira isimlerin ve kavramların taşıdığı manaların anlaşılması, o isimlerin ve kavramların oluşturduğu hikmet yumağının çözümünü ve kolayca kavranmasını sağlar.

Yukarıda “Rûh” ile ilgili anlamları aktarmaya çalıştık. Görüldüğü gibi, varlığı ile bedenin diri ve kaim olduğu Rûh, vücudun hareketini, aktivitesini, dinamikliğini ve canlılığını sağlayan bir cevherdir, hayatın özü ve esasıdır. İnsan, onunla zinde, aktif, faal ve güçlü olur. İnsanı anlamlı kılan da odur.

Nasıl ki, insan bedeni, rûhla diri olur ve yaşarsa, insanlar da vahiy(Kur’ân) sayesinde dinlerini canlı olarak yaşarlar. Rûhsuz bir bedenin, bütün özelliği, güzelliği, sevimliliği, canlılığı ve manası kalmadığı gibi, Rûh’suz(Kur’ân’sız) bir mü’minin ve milletin de anlamı, kıymeti, hatırı, nâmı ve itibarı kalmaz. Kur’ân, bireye, aileye ve topluma can veren bir Rûh’tur(kelâm-ı ilâhîdir).

Bahar yağmurlarının yeryüzünü canlandırdığı gibi, Kur’ân da kalpleri ihya etmektedir. Nasıl yağmur, yeryüzünün canlanmasını, yeşermesini ve bereketlenmesini sağlarsa, kalbin fıtratına uygun olarak yeşermesi, canlanması ve hayat bulması da Rûh(Kur’ân)’a bağlıdır.

Gökten su indirilip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran (bkz. Ankebût, 29/63) Allah Teâlâ, ölü kalpleri diriltmek ve canlandırmak için “Rûh”u(Kur’ân’ı), Resûl-i Ekrem’ine vahyetmiştir. Gökten inen sularla yer kürenin hayat bulması gibi, insanın kalbi de Rûh(Kur’ân)’la dirilmektedir. Toprağın, gökyüzünden inen yağmurlarla sulanması neticesinde bitkiler, sebzeler, meyveler ve envai çeşit rızıklar oluşmakta ve yeryüzü bir besin deposu haline gelmektedir. Başta insan olmak üzere bütün canlıların hayatiyetleri de bu hikmet ve sebep zincirinin sayesinde davam etmektedir.

Aynı şekilde Rûhun (canın) başka bir ifade ile Kur’ân’ın kutsal hayat suyu ile yeşerttiği kalplerden, bütün insanlığa ve hatta canlılara faydalı olacak, toplum ve dünya nizamını temin edecek takvâ, adâlet, ihsan, insaf, emniyet, güven, merhamet, tefekkür, tevazu, tevekkül, şecaat, sabır, şükür, sadakat, azim, sebat, hikmet, ismet, iffet, hamiyet, istikamet, itaat, ahde vefâ, feraset, fedakarlık, kanaat, kerem, ülfet, muhabbet, mürüvvet ve muavenet gibi manevî nimetler, güzellikler ve faziletler fışkıracak ve bu sayede de maddî nimetlerin hakkaniyet içerisinde paylaşımını sağlayacak vicdan muhafızları teşekkül edecektir. İşte Kur’ân’ın “Rûh” ismi ile anılmasının en önemli hikmeti burada düğümlenmektedir.

Hem maddi  hem de manevî açıdan ihya hareketini üstlenen Kur’ân, en başta kalpleri, vicdanları, irade ve düşünceleri diriltmekle işe başlamaktadır. Rûh(Kur’ân), bu açıdan hayat veren bir kitaptır. İnsanlar, canlılar ve hatta canlılardan sayılan bitkiler bile Kur’ân’ın “Rûh”(can) sıfatından istifade etmektedirler. Kur’ân’ın, terbiye, eğitim ve öğretiminden geçmeyen, Kur’ân’ın rûhundan uzak bulunan ve onun perspektifinden bakamayan kimseler, insanların, canlıların ve bitkilerin taşıdığı hayatın kıymetini, masumiyetini ve önemini nasıl idrak edebilirler?

Kur’ân, Rûh sıfatı ile bütün insanlığı asıl hayata ve hayat verecek şeylere çağırmaktadır. Kur’ân, hayatı anlamlı kılan bir kitaptır. Kur’ân, asıl hayatın ve hayat verecek şeylerin Allah’ın ve Resûlünün emir ve yasaklarına bağlanmakla mümkün olduğunu önemle ilan eder. Allah Teâlâ’nın Rûh sıfatı ile andığı Kur’ân’ın bütün insanlara bu konudaki bildirisi şöyledir:

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka O’nun huzurunda toplanacaksınız.”[10]

Kalpleri yaratan, idare eden ve evirip çeviren Allah, kalbi diriltecek prensibini ne güzel açıklamıştır. “Allah ve Resûlünün hükmüne; emir ve yasaklarına uymak” şeklindeki bu prensibi, hayat tarzı yapmadan, kalplerin ve buna bağlı olarak bireylerin, ailelerin, toplumların ve milletlerin dirilmesi mümkün değildir. “İnsanların ve canlıların hayatına saygılı olmak, adâlet ilkesi doğrultusunda layık olduğu şekilde onların hayatiyetlerinin devamına yardımcı olmak, hizmet etmek ve destek vermek, cana can katmak” değil de nedir? Dünyanın yaşanmaz hale gelmesi, Kur’ân’ın “Rûh” sıfatından istifade edemeyen toplumlar, milletler ve Kur’ân’ın ortaya koyduğu hayat düsturundan uzak fakat böyle bir hayatın içinde olduğunu sanan sözde Müslümanlar sayesinde değil midir?

Zeka gücünün tesiriyle, insanlığın her alanda geliştiğini görmekteyiz. Bundan sonra da kâinatın bağrında gizlenmiş nice sırların ortaya çıkacağını ve zekanın emrine verileceğini şimdiden kestirmek mümkün değildir. İnsanlığın ihyasını sağlayan, akıl ve zekanın fıtrat ekseninde seyretmesini temin eden “vahiy”, asıl dirilmeyi sağlamaktadır. İnsanın, bu asıl enerjiyi almadan, bu enerjinin itici, sevk edici ve ivme kazandırıcı gücü ile beslenmeden kendi benliğinde barışı hakim kılması ve huzura kavuşması mümkün değildir. Kendi benliğinde barışı temin edemeyenlerin de insanlığa huzur ve güven getirmesi ve hayatı yaşanır kılmaları elbette düşünülemez.

Evet bugün sanayi dönemini geride bırakarak bilgi çağına gelmiş bulunmaktayız. Bilgisayar üretilmiş, İnternet ağı ile bütün dünya birbiriyle kucaklaşmış, müspet ve menfi bütün değerler dünyanın her bir tarafına yayılmış, bilgi çağının getirdiği imkanlar vasıtasıyla refah payının esintileri adilâne olmasa da yer kürenin dört bir tarafına ulaşmış ve lazer ışınları ile neştersiz, acısız ve sızısız ameliyatlar icra edilmiş ama, evrenin her köşesinde katliamlar, zulümler, baskılar, dayatmalar, şiddet ve terör devam etmektedir

Zenginleşen beyin gücünün ürünleri akıl almaz özellik ve sıfatlarda tekâmül etmiştir. Fakat buna rağmen aklı kontrol ve komuta edecek olan iman ve imanın merkezi olan kalp gücü zenginleştirilememiş ve zafiyete mahkum edilmiştir. Bu sebeple Allah Teâlâ,  Hz. Muhammed(s.a.a)’a bütün insanlığın ihyası ve kurtuluşu için Rûh’unu (Kur’ân’ını) vahyetmiştir. Allah Teâlâ’nın, insanın hidayeti, istikameti, eğitimi, aklının fıtrî istikamette gelişmesi ve olgunlaşması için kendi kelamı olan Rûh’unu(Kur’ân’ını), bütün insanlığa takdim etmesi, insana verilen değerin bir neticesidir. Allah Teâlâ, bedenin varlığı ve canlılığı için Rûh’undan üfleyerek yarattığı insanı, sadece bununla bırakmamış, aksine bu Rûha yaratıcısını tanıtacak, kendisini kulluk ve ubudiyet çizgisinde yürütecek “Rûh”(Kur’ân)’la onu desteklemiştir. Başka bir deyişle bu dünyada kazanılacak olan ebedî mutluluğa onu ulaştıracak ve neticede bu mutluluğun yaşanacağı âhiret yurduna yapılacak yolculukta ona refik olacak Rûh’unu(Kur’ân’ını) göndermiş, tabiri caizse onu yalnızlıktan kurtarmıştır.

İnsanı insan yapan ve canlı kılan rûhudur. İnsan rûhu ile diridir. Nasıl her şey güneş sayesinde ısınır ve hayat bulursa, insan da Rûh sayesinde diri, sıcak ve sevimli olur. İnsan, bütün hareketliliğini buradan alır. Akıl enerjisinin sulandığı kaynak da budur. Bu açıdan “ebediyet” sıfatına haiz olan “Rûh”[11] ile Kur’ân’ın aynı adla anılmasında önemli bir hikmetin olduğu kanaatindeyiz.

İnsanın fizyolojik, psikolojik, maddî ve manevî aktivitesinin, idaresinin ve ikamesinin asıl öznesi olan rûh gibi, Kur’ân da bireyin, ailenin, toplumların, milletlerin ve devletlerin enerji kaynağıdır.

Allah’ın kabul buyurduğu ve kıymet verdiği hayat, iki rûhun yani, beden kalıbının içinde bulunan ve canlılığı sağlayan rûhla, Allah Teâlâ’nın bu rûha varlığını tanıtmak için gönderdiği Rûh’unun(Kur’ân’ının) birlikteliği ile oluşan hayattır. Zaten Kur’ân, insanı bir bütün olarak ele almakta ve tekliflerini bu bütünden oluşan insan denen varlığa yapmaktadır.

Râzî’nin belirttiği gibi, Allah Teâlâ Kur’ân’a Rûh ismini vermiştir; çünkü o, cehaletin ve küfrün ölümünü hazırlayarak yeni bir hayat vermiştir.[12] İnsanın fizyolojik ve biyolojik yönden canlılığı, zindeliği ve hayat sahibi olması nasıl “rûh” la mümkün ise, manevî yönden hayat sahibi olması da Rûh(Kur’ân)’la mümkündür. Kur’ân, insanı insan kılan, aileyi, toplumu ve milletleri millet yapan değerler sistemini getirmiştir. Kur’ân, küfür, şirk, zulüm, baskı ve her türlü insan onurunu ayaklar altına alan menfî değerler gibi bütün olumsuzlukları yok ederek bireye, aileye, topluma hayat vermektedir.

Kur’ân’ın “Rûh” ismini, “cana can katar” ifadesi ile anlamlandırabiliriz. “Cana can katar” kavramını, Kur’ân “canı aziz bilir. Hayatın dokunulmazlığını mutlaka garanti altına alır. Can emniyetini sağlar. Canı tehdit edenlere en ağır cezayı vererek kanun hakimiyetini sağlar, adâlet mekanizmasını işletir. Asayiş ve emniyeti temin eder” şeklinde yorumlamamız ve anlamamız mümkündür. Bu şekilde bir anlayış, Kur’ân’ın rûhuna ters değil hatta “Rûh” isminin bir açılımını ifade eder. Evet, Rûh(Kur’ân), hem maddî ve hem de manevî yönden cana can katan ilahî bir kelamdır. Onun kadar cana değer veren bir hukuk sistemi yoktur. Zira o, canı yaratan ve kutsal kılan, yaşama kanunu ve hakkını yed-i kudretinde tutan Allah’ın sözüdür.

Arap olan veya olmayan herkes, Kur’ân’ın Rûh sıfatı ile ihya olmuş ve onun sayesinde hayatlarında büyük bir dönüşüm ve değişimler olmuştur. İnsanlığın karanlık ufkunu aydınlatarak yepyeni bir aydınlık çığırını açan Kur’ân’dır. Kur’ân, ortaya koyduğu prensipleriyle gönüllere derin ve köklü bir tesir bırakmıştır. Kur’ân’ın, kendisine inanan kimsenin hayatında bir değişim, bir diriliş ve bir hareket başlatması, onun hayat veren bir kitap olduğunu gösterir.                                                       


[1] Şûrâ Suresi, 42/52

[2] Taberî, Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Kahire, 1987, c. XI, cz. XXV/28; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, Beyrut, 1990, XXVII, 163, Hazin, Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, Beyrut, ts. V, 419; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, 1994, IV, 680

[3] Asım Efendi, a.g.e., I, 885-886

[4] Kuşeyrî, Ebu’l-Kasım Abdu’l-Kerim b. Hevâzin, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, Beyrut, 1995, s. 88

[5] Bkz. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 1999, II, 459-463

[6] Şûrâ Suresi 52

[7] Meryem Suresi 17; Şuarâ Suresi 193; Meâric Suresi 4; Nebe’ Suresi 38

[8] Nisâ Suresi 171

[9] Nahl Suresi 2

[10] Enfâl Suresi 24

[11] M. Hamdi Yazır, a.g.e., I, 547

[12] Râzî, a.g.e., XVII, 163