Ehlibeyt İmamlarından ve mektebimizin ileri gelenlerinden, ric'at inancını savunma doğrultusunda yapmış oldukları bazı münazaralar rivayet edilmiştir. Bu münazaralarda, ric'at inancını reddedenlerin şüphelerine cevap vermişler veya ashaba yöneltilen bazı görüşleri düzeltmişler ya da ric'atle ilgili bazı kavramları açıklamışlardır.
Bu inancı savunmak yeni bir şey değildir; bu savunma Emirulmüminin Ali'nin (a.s), diğer Ehlibeyt İmamlarının ve onların ashaplarının zamanından günümüze kadar süre gelmiştir. Dolayısıyla bu alanda, Necm b. A'yen'den onun ric'at inancı konusunda çaba harcayanlardan olduğu rivayet edilmiştir.[1] Allame, "Hulasa" adlı kitabında, Muyesser b. Abdulaziz'in hayatı bölümünde Akikî'den şöyle rivayet eder: Ehlibeyt (a.s) onu övmüştür; o, ric'at inancında[2] çaba harcayanlardandır.[3]
Allame Meclisi şöyle diyor: "O ölümünden sonra İmam Mehdi (a.s) ile birlikte ric'at edecek ve onunla birlikte cihat edecektir" söyleniyor. Bence, "O muhaliflerle savaşacak ve ric'at inancının doğru olduğu hususunda onlara delil getirecektir" söylenmesi daha uydundur.[4]
Hasan b. Süleyman-ı Hilli, Esbağ b. Nebate senediyle şöyle rivayet eder: Abdullah b. Kevva-i Yeşkuri, Emirulmüminin'in huzurunda ayağa kalkarak dedi ki: Ey Emirulmüminin! Ebu Mu'temer geçenlerde bana bir şey söyledi; ama ben kabullenemedim.
İmam (a.s), ne dedi? diye sordu.
Abdullah: Ebu Mu'temer, sizin Resulullah'tan (s.a.a), "Biz, babasından daha büyük olan adamı görüyor veya duyuyoruz", şeklinde buyurduğunu duyduğunuzu söyledi.
Abdullah: Evet; acaba siz buna inanıyor musunuz ve böyle birini tanıyor musunuz?
Emirulmüminin Ali (a.s): Evet; yazıklar olsun sana ey İbn-i Kevva! Benden dinle de bunu sana haber vereyim. Uzeyr ailesinden ayrıldı. Eşi şehirde kalmıştı. O zaman Uzeyr elli yaşındaydı. Allah Teala onu, günahından dolayı onu belaya uğratınca yüz sene öldürdü ve sonra yine diriltti. Uzeyr elli yaşında olduğu halde ailesine döndü. Uzeyr'i o zaman yüz yaşında olan oğlu karşıladı. Allah Teala, Uzeyr'i öldüğü yaşta dünyaya döndürmüştü.
Abdullah: Sizden, istediğim her şeyi sorabilir miyim?
Abdullah: Aramızdan bazıları onların öldükten sonra dünyaya döndüklerini sanıyorlar.
Emirulmüminin (a.s): Evet; duyduklarını söyle ve kendinden hiçbir şey artırma; sen onlara ne söyledin?
Abdullah: Ben onlara, bu söylediklerinizden hiç birine inanmıyorum, dedim.
Emirulmüminin (a.s): Yazıklar olsun sana! Allah Teala bir kavmi günahlarından dolayı belaya düşürdü ve onları daha önce kendileri için belirtilen ecellerinden önce öldürdü. Sonra erzaklarını almaları için onları dünyaya döndürdü; daha sonra onları tekrar öldürdü.
Esbağ b. Nebate der ki: İbn-i Kevva yine kabullenmedi ve İmam'ın bu buyruklarına rağmen ikna olmadı. Bunun üzerine Emirulmüminin (a.s) ona dedi ki: Yazıklar olsun sana! Allah Teala Kur'an'da buyuruyor ki: "(Allah, Musa'ya kırk gece sonra buluşma va'detmiş ve kavminden yetmiş kişiyi de seçip o huzura getirmesini emretmişti.) Musa, tayin ettiğimiz (buluşma) vakt(i) için kavminden yetmiş adam seçti (huzura getirdi.)"[5] Musa, onları, İsrailoğulları'nın ileri gelenlerine döndüklerinde Allah'ın kendisiyle konuştuğuna tanıklık yapmaları için kendisiyle birlikte götürdü. Eğer onlar kabul etselerdi ve Musa'yı doğrulasalardı bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat onlar Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız" Allah Teala buyurdu ki, "Derhal sizi yıldırım, -yani ölüm- yakalamıştı; siz de bunu görüyordunuz. Sonra belki şükredersiniz diye sizi ölümünüzün ardından tekrar diriltmiştik."[6]
Ey İbn-i Kevva! Onların öldükten sonra evlerine döndüklerini görüyor musun?
Abdullah: Ne yani; sonra Allah onları tekrar öldürdü mü?!
Emirulmüminin (a.s): Yazıklar olsun sana! Acaba Allah Teala, Kitab'ında, "Bulutu üstünüze gölgelik çektik, size kudret helvası ve bıldırcın indirdik"[7] buyurarak sana haber vermiyor mu?İşte bu ölümden sonra dirildikleri zamandır; ve yine ey İbn-i Kevva! İsrailoğulları'nın ileri gelenleri de bunlar gibidir; Allah Teala buyuruyor ki: "Şu, binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara, ölün' dedi de sonra kendilerini diriltti."[8]
Yine Uzeyr hakkında şöyle haber veriyor: "Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvarları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir kasabaya uğramıştı: Allah, bunu böyle öldükten sonra nasıl diriltecek? demişti. Allah da kendisini öldürdü." Bu günah karşısında "Allah da onu yüz sene öldürüp sonra diriltti." Onu dünyaya döndürdü, sonra "Ne kadar kaldın? diye sordu. Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldım, dedi. (Allah,) hayır, dedi; yüz yıl kaldın."[9] Ey İbn-i Kevva! Allah'ın gücünde şüphe etme."[10]
Şeyh İbn-i Şazan bu konudaki istidlalinde ölülerin dirilişiyle ilgili Ehl-i Sünnet kanalıyla rivayet edilen birkaç rivayete değinmiştir. Biz burada bunlardan bir bölümüne özetle değineceğiz:
Şimdi sizin Şia'ya -İmamiyye'ye- kusur bulduğunuz bir şeyi ulemanızdan bir çoğundan rivayet ettiğinizi, inandığınızı ve tasdik ettiğinizi gördük. Biz bunları, reddedemeyeceğiniz ve inkâr edemeyeceğiniz bir şekilde sizin kendi hadislerinizden açıklayacağız.
Bunlardan biri, İbrahim b. Musa-i Ferra'dan, İbn-i Mubarek'ten, İsmail b. Ebu Halid'den naklettiğiniz şu rivayettir: Yezid b. Nu'man b. Beşir, babası Nu'man b. Beşir'in, annesi Ebu Haşim kızı Ümmü Abdullah'a -yani kendi annesine- yazmış olduğu bir mektupla Kasım b. Abdurrahman'ın halka kurup oturduğu topluluğa geldi; mektup şöyleydi:
Bismillahirrahmanirrahim. Nu'man b. Beşir'den, Ebu Haşim kızı Ümmü Abdullah'a. Selamun aleykum. Ben senden dolayı, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamd ediyorum.
Ama sonra; ben Zeyd b. Harice hakkında sana yazdım. Zeyd b. Harice'nin omuzunda ağrı vardı. O Medine'nin en sağlıklı insanıydı. Buna rağmen öldü. Güneş batmıştı; Allah'a tesbih ettiğim bir sırada birisi bana gelerek Zeyd'in öldükten sonra konuştuğunu söyledi.
Yine İsmail b. Ebu Halid'den, Abdulmelik b. Umeyr'den, Rabiy' b. Herraş'tan şöyle rivayet edersiniz: Biz dört kardeştik. Rabi, aramızda sıcak günde en çok oruç tutan ve en uzun namaz kılanımızdı. Dışarı çıktığımda Rabi'nin öldüğünü söylediler. Ben, "inna lillah ve inna ileyhi raciun" diyerek geri döndüm. İçeri girdiğimde onun uzanmış olduğunu, ailesinin yanında hunuttan bahsettiklerini gördüm. Ben de oturdum. Ben otururken o da yüzündeki bez parçasını açarak, "es-selamu aleyke" dedi. Benim bütün vücudumu korku sarmıştı. Daha sonra ben de, "ve aleyke's selam ve rahmetullahi ve berekatuh; sen öldükten sonra dirildin mi?" dedim. Kardeşim, "Evet, ben sizden sonra Rabb'imi mülakat ettim. Rabb'im beni gazaplı olmadığı halde rahatlık ve güzel rızıkla karşıladı ve bana ince dibadan ve kalın dibadan yeşil elbiseler giydirdi. İş, sizin düşündüğünüzden daha kolaydı, gafil olmayın. Resulullah (s.a.a) kendisini idrak edinceye (kendisine ulaşıncaya) kadar benden önce geçmeyeceğine dair yemin etti; o halde beni Resulullah'a (s.a.a) taşıyın." dedi.
Kardeşimin ölümü suya atılan küçük taşlara benziyordu. Ben bunu Aişe'ye anlattım. Aişe, bu ümmette kardeşinizin olayı gibisini duymamıştım; gerçekten sizi doğruladı.
Fazl b. Şazan, ölülerin dirilişi hakkında Ehl-i Sünnet kanalıyla birkaç rivayet nakletmiş ve sonra şöyle demiştir:
Bunlar, ölümden sonra dünyaya dönüş=ric'atle ilgili sizin ve fakihlerinizin rivayetleridir. Oysa siz, sözlerinize dikkat etmeden ric'at inancından dolayı Şia'nın Allah'a karşı cüret ettiğini, çekinmediğini ve hayâ etmediğini söylüyorsunuz.
Ali b. Uht-i Ye'la Tanafusî ve Muhammed b. Hüseyin b. Muhtar, Muhammed b. Fuzeyl'den, İsmail b. Ebi Halid'den, Feras'tan, Şa'bi'den şöyle rivayet ederler: Sadr-ı İslâm'da Mufazzal isminde bir adam Cuheyne'de bayıldı; bizim yanımızda onun için bir mezar kazdılar. Onların yanından Mufazzal denilen birisi geçince adam ayıldı ve üzerindeki örtüyü açarak, acaba yanınızdan Mufazzal geçti mi? diye sordu. Oradakiler, evet, bir az önce yanımızdan geçti, dediler. Bunun üzerine, eyvahlar olsun size; neredeyse beni hataya düşürecekti. Siz beni baygın gördüğünüz zaman birisi bana gelerek, anan yasında ağlasın, dedi; senin için mezar kazıldığını görmüyor musun? Neredeyse anan sana ağlar olacaktı (ölü diye defnedilecektin). Sevinerek giden Mufazzal'ı seninle değiştirdiğimizi ve onu senin mezarına bıraktığımızı görüyor musun? O yerine getirmedi ve yapmadı; sonra biz onun üzerini kayalarla doldurduk; acaba Rabb'ine şükredip namaz kılarak, Allah'a ortak koşup Hak'tan sapanın yolunu bırakmıyor musun?
Ben, tabii (bırakıyorum), dedim. Bunun üzerine beni bıraktı. Böylece o yaşadı ve onun yerine Mufazzal defnedildi.
O halde niçin ric'at inancına hoşgörüyle bakmıyorsunuz ve cüretle ölüm meleğine yanlışlık yaptığını söylüyorsunuz. Ayrıca, kendi rivayetlerinizle ölen insanların dirilmesini hoşgörüyle karşılamazken eşek vs. gibi dört ayaklı hayvanları diriltiyorsunuz.
İşte bu nedenle, aralarında Muhammed b. Ubeyd-i Tanafisî de bulunan bazı fakihleriniz, İsmail b. Ebi Hali'den, Amir-i Şa'bi'den, bir grup insan Allah rızası için savaşan mücahitleri defnetmekten geliyorlardı. O sırada onlardan birinin merkebi (eşeği) öldü. Bunun üzerine sahibinden o eşeği de onların yanında bırakmasını ve geriye kalmamasını istediler. Ama adam kabul etmedi. Yerinden kalkarak abdest alıp namaz kıldı ve namazın peşinden dedi ki: "Allah'ım! Sen biliyorsun ki ben senin rızan için senin yolunda cihad eden bir mücahidin defninden geliyorum. Ben senden, hiç kimsenin benim üzerime minnet bırakmamasını ve eşeğimi diriltmeni istiyorum." Sonra kalkarak ayağıyla merkebine vurunca eşeği ayağa kalkarak kulaklarını salladı. Adam da merkebini eyerledi ve yular taktı. Sonra merkebine binerek arkadaşlarına ulaştı. Arkadaşları onu görünce, ne yaptın, dediler. Adam, Allah'tan eşeğimi diriltmesini istedim, dedi.
Muhammed b. Ubeyd şöyle diyor: İsmail b. Ebu Halid, Şa'bi'nin, ben onun eşeğini süpürgeciye sattığını gördüm, dediğini rivayet ediyor.
Bu sizin insanı hayrete düşüren rivayetlerinizden birisidir; biz Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yeteceğini inkâr etmiyoruz. Fakat Şia'dan bir şey duyduğunuzda, kendiniz ondan daha fazlasını söylemenize rağmen onu büyütmenize ve Şia'yı kınamanıza şaşırıyoruz. Şia, sizin ulemanızdan rivayet ettiğiniz gibi, Resulullah'ın Ehlibeyti'nden (Allah'ın rahmeti onun ve Ehlibeyt'inin üzerine olsun) bir ölünün dünyaya döndüğünü bildiren bir hadis bile rivayet etmemiştir. Şia, Resulullah'ın Ehlibeyti'nden o hazretin, ümmeti için şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İsrailoğullarında vuku bulan olayların tıpkısı yakında benim ümmetimde de vuku bulacaktır; hatta onlardan birisi kertenkelenin deliğine girse siz de oraya gireceksiniz"
Bu rivayeti siz de rivayet etmektesiniz ve biliyorsunuz ki İsrailoğulları arasında öldükten sonra dirilip yaşayanlar var; onlar dünyaya dönmüş, yemiş, içmiş, kadınlarla evlenmiş ve çocukları olmuştur. Biz Allah'ın ölüleri diriltme gücüne sahip olduğunu inkâr etmiyoruz. Eğer Allah isterse, İsrailoğulları'nda yaptığı gibi bu ümmette de ölen bir kişiyi diriltebilir.
Şia'nın görüşü budur; oysa siz, bir grup insanın öldükten sonra dirildiğini, sonra yine öldüğünü rivayet ediyor ve sonra kendinizin rivayet ettiği bir şeyi inkâr ederek bunun zulüm ve iftira olduğunu söylüyorsunuz.[11]
3- Seyyid Himyeri'nin İstidlali:[12]
Şeyh Mufid, Haris b. Ubeydullah-i Rub'i'den şöyle rivayet ediyor: Mensur'un meclisinde oturmuştum. Mensur büyük bir köprünün üzerindeydi. Kadı Sivar da yanındaydı. Bu arada Seyyid Himyeri onun hakkında şu kasideyi okudu:
O ilah ki hiçbir şey benzemez kendisine
Din ve dünya için saltanatını vermiştir size
Kasideyi bitirince Mensur'un neşesine diyecek yoktu. Sivar araya girerek dedi ki: Ey emirulmüminin! Vallahi bu adam sizin hakkınızda kalben inanmadığı şeyleri dile getiriyor. Vallahi, bunların kalbinde sizden başkasının sevgisi var; bunlar size düşmanlık besliyorlar... Ey emirulmüminin! Bu adam ric'ate inanıyor, iki şeyhe sabbediyor ve onların hakkında çirkin şeyler söylüyor.
Bunun üzerine Seyyid Himyeri dedi ki: Benim ric'ate inandığıma gelince; bu inancım Allah Teala'nın şu buyruğuna dayanmaktadır: "O gün her ümmetten ayetlerimizi yalanlayanlardan bir grubu haşrederiz. Onlar hep bir araya getirilip tutuklanarak sevk edilirler."[13]
Allah Teala başka bir yerde de, "...Onları haşretmişiz, hiç birini bırakmamışız."[14] Burada, biri genel ve diğeri ise özel olan iki türlü haşır vardır.
Allah Teala buyuruyor ki: "Rabb'imiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin."[15] Başka bir yerde de: "Allah da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti."[16] Ve yine: "Şu, binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara ölün dedi de sonra kendilerini diriltti.[17] buyuruyor; Allah'ın kitabı böyle anlatıyor.
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Kıyamet günü kibirli insanlar küçük karınca şeklinde haşredileceklerdir." Yine buyurmuştur ki: "İsrailoğulları'nda vuku bulan her şeyin bir benzeri, hatta insanların hayvan suretine dönmesi, ay tutulması ve zina benim ümmetimde de vuku bulacaktır." Huzeyf der ki: Vallahi! Yakın bir zamanda Allah bu ümmetten çoğunu maymun ve domuza dönüştürecektir.
Benim kabul ettiğim ric'atten, Kur'an-ı Kerim bahsetmekte ve hadislerde de geçmektedir. Ben Allah Teala'nın bunu -Sivar'ı- köpek veya maymun veya domuz ya da küçük karınca şeklinde dünyaya döndüreceğine inanıyorum. Allah'a andolsun ki o, kibirli, zorbacı ve kafirdir.
Bunun üzerine Mensur güldü ve Seyyid şu kasideyi okudu:
Şemle'nin babası Sivar, sarhoşken oturdu dizleri üzerinde
Adil, hakim bir imamın yanında
Bir şey söyledi ki tümü hata
Yalın ayak ve nallı halkın yanında
Seyyid kasidesini bitirince Mensur, ondan vazgeç, dedi. Seyyid, ey müminlerin emiri! İlk başlayan daha zalimdir; o benden vazgeçsin, ben de ondan vazgeçeyim, dedi.
Bunun üzerine Mensur, Sivar'a dedi ki: Onun hakkında insaflı bir şey söyleyerek ondan vazgeç ki seni hiciv etmesin.[18]
4- Şeyh Mufid'in İstidlali:[19]
Seyyid Murtaza, Şeyh Mufid'den şöyle rivayet eder: Bir grup Mu'tezili, İmamiyye'den olan bir hocadan bir takım sorular sordu. Ben de oradaydım. Görüş sahibi ve fakihlerden bir grubu toplanmıştı, soruları şöyleydi: Siz sanıyorsunuz ki, Allah Teala, İsrailoğulları'nda olduğu gibi müminlerin kalbinin şifa bulması ve onların vasıtasıyla kafirlerden intikam alması için ölülerden bazılarını kıyametten önce Mehdi kıyam edince dünyaya döndürecek ve bu inancınıza da, "Sonra tekrar size, onları yenme imkanı verdik ve sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık."[20] ayetini delil getiriyorsunuz; eğer Yezid, Şimr, Abdurrahman b. Mülcem tövbe ederek küfür ve sapıklıklarından döner ve Allah'a itaate koyulurlarsa, bu durumda onları sevmen ve onların sevaba ulaştığına inanman gerekmez mi? Eğer böyle olursa, bu Şia inancıyla çelişmektedir.
Bu soruyla karşılaşan hoca dedi ki: Ben ric'at inancını nassı şerifle kabul ediyorum; bu konuda görüş belirtilemez. Ben, bu konuda hatırımda bir nass olmadığı için bu sorunuza cevap veremeyeceğim. Bir nass olmadan da cevap vermek câiz değildir.
Bunun üzerine soruyu soran adam ve orada bulunan Mu'tezile fırkası mensupları, hocanın cevapsız kalmasını ayıpladılar.
Ben dedim ki: Bu sorunun iki cevabı var:
1- Akıl sizin sorduğunuz şeye inanmayı engellemez. Çünkü Allah'ın buna gücü yeter; fakat Ehlibeyt İmamlarından nakledilen rivayetler, onların ebedi olarak cehennemde kalacağı, kıyamete kadar onlara lanet etmek, onlardan uzak olmak, onların durumunda şüpheye düşmemek ve onları kötü bir sonun beklediğine inanmak doğrultusundadır. Bu konuda onların durumu Firavun, Haman, Karun'un ve Allah Teala'nın ebedi olarak cehennemde kalacağını ve kesin olarak hiçbir zaman iman etmeyeceklerini bildirdiği kimselerin durumu gibidir. Allah Teala onların hakkında şöyle buyurmuştur: "Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah'ın dilediği dışında yine inanmazlardı."[21] Buradan, ancak Allah'ın sığınak verdiği kimselerin kurtulması irade edilmiş ve Allah Teala onların haklarında şöyle buyurmuştur: "Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Allah onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi, onlara işittirseydi de yine yüz çevirerek dönerlerdi."[22]
Allah Teala daha sonra bunun açıklamasında İblis'e hitaben şöyle buyuruyor: "Senden ve onların içinde sana uyan kimselerden cehennemi dolduracağım!"[23] Ve: "Tâ cezâ gününe kadar lanetim üzerinedir."[24] Ve: "Geri gönderilselerdi yine men'olundukları şeyi yapmaya dönerlerdi."[25] Ve: "Ebuleheb'in iki eli kurusun; zaten kurudu da. Ne malı, ne de kazandığı onu kurtaramadı. Alevli bir ateşe girecektir."[26] Dolayısıyla, ona cehennem, mükafatı hakkedecek bir iş yapan kimsenin ise cehennemden güvencede olması kesinleşmiştir; böyle olunca da bu cevapla düşüncenizin yanlış olduğu ortaya çıkar.
2- Allah Teala kafirlerden intikam almak için onları dünyaya döndüreceği vakit onların tövbesini kabul etmeyecek ve bu hususta durumları, boğulup helak olan Firavun gibi olacaktır: "Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun): Gerçekten İsrailoğulları'nın inandığından başka ilah olmadığına inandım, ben de Müslümanlardanım! dedi."
Allah Teala ise şöyle buyurdu: "Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun?"[27] Böylece Allah Teala, Firavun'un imanını reddetmiş, Firavun'un o durumda pişmanlığı ve tövbesi bir fayda vermemiştir. Aynen tövbeleri kabul olmayan ve pişmanlıkları kendilerine bir yarar sağlamayan ahiret ehli gibi. Çünkü onlar zor durumda kaldıklarında tövbeye sığınan kimselerdir; hikmet de tövbenin kabul olmasını engellemekte ve tövbenin kabulünü sadece bazı zamanlara has kılmaktadır.
İmamiyye mektebine göre bu soruya doğru cevap budur. Resulullah'ın Ehlibeyti'nden gelen rivayetler de bu doğrultudadır. Örneğin o hazretlerden, "Rabb'inin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Ama Rabb'inin bazı (azap) işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış, ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması, bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, biz de beklemekteyiz."[28] ayet hakkında şöyle rivayet edilmiştir: Bu ayetten maksat İmam Mehdi'dir (a.s). Mehdi (a.s) zuhur edince muhalif olanın tövbesi kabul edilmeyecektir ve bu, soru soran kişinin dayanağını yıkmaktadır.
Eğer bu cevabın karşısında diyecek olsalar: Siz, Allah Teala'nın, kullarını günaha düşürmeyeceğini ve onlara azgınlık ve tuğyanı câiz görmeyeceğini inkâr etmiyorsunuz; çünkü eğer onların küfre düşmeleri ve çeşitli sapıklıkları yapabilmeleri söz konusu olursa tövbe etmeden önce ümitsizliğe kapılacak, yapmakta olduklarını hiçbir şey engellemeyecek ve kendilerini dünya menfaatine ulaştıran çirkin işten sakındırmayacaklardır. Ve kim de Allah'ın kulları günaha düşürdüğünü ve yasakları onlara câiz kıldığını söylerse O'na en büyük yalanı nispeti vermiş olur.
Bu eleştiriye şöyle cevap verilir: Durum sizin sandığınız gibi değildir; çünkü o zaman insanları günahlara iten şeyler ortadan kalkacak ve böylece hiçbir şekilde ve hiçbir sebeple onları çirkin işlere itecek etken olmayacaktır. Çünkü onlar geçmişte, ric'at ettikleri zamana kadar karşılaştıkları azabı biliyorlardı ve şimdi de geçmişte yapmış oldukları günahtan dolayı cezalandırılacaklarını ve dolayısıyla çirkin bir iş yapacak olurlarsa azaplarının artacağını biliyorlar. Bu durumda onların azabını artıracak bir etken kalmaz; aksine, onu itaat etmeye ve günahtan vazgeçmeye zorlayacak etkenler artar. Eğer bu eleştiriyi kabul edecek olursak bu şekilde hiçbir Müslüman'ın ahirette tövbesi geçerli ve kabul olmayacaktır. Tevhid ehli kendilerini zorlayanlara ne cevap verirlerse bizim cevabımız da aynısı olacaktır.
Birinci görüşe ve cevaba göre diyecek olurlarsa: Kabir azabını gözleriyle görerek ric'atte azabı tadan birisi nasıl inat edebilir, nasıl yanlış bir iş yapmaya ısrar edebilir ve yaptıklarını tamamen hatırlarken etkenlerin onları günaha davet edeceği nasıl düşünülebilir?! Bunu zorla kabul ettirmeğe çalıştığınızı siz de inkâr etmezsiniz herhalde?
Onlara şöyle cevap verilir: Saydığınız bütün bu şeyler, onların günahları güzel görmelerini engellemez. Çünkü onlar ölümden sonraki dirilişi, kendileri için bir ikram ve eskisi gibi dünyaya yöneliş zannederler ve geçmişte karşılaştıkları azabın kendileri hakkında bir yanlışlık olduğunu sanırlar. Ruhları bedenlerinden ayrılmadan önce tekrar azaba uğrayınca da bu azabı hakketmediklerini ve bunun, peygamberlerin başına gelen belalar gibi Allah'tan olduğunu zannederler.
Bu konuda bizim söylediklerimiz, Hz. Musa'nın (a.s) kavminin küfründen ve buzağıya tapışından daha hayret verici değildir; oysa kavmi Hz. Musa'nın (a.s) mucizelerini görmüş ve onun Firavun'a ve Firavun'un kavmine yaptıklarına tanık olmuştu. Ve yine bizim söylediklerimiz, müşriklerin, Resulullah'ın (s.a.a) karşısında durmalarından daha şaşırtıcı değildir; oysa onlar Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinin bir benzerini getirmekten aciz olduklarını biliyorlar, Resulullah'ın (s.a.a) mucizelerine tanık olmuş ve onun, Allah Teala'nın, "O topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır."[29] Ve yine: "Güven içinde Mescid-ul Haram'a gireceksiniz."[30] Ve yine: "Elim lâm mim. Rum(lar) yenildi: en yakın bir yerde. Onlar yenilgilerinden sonra yeneceklerdir."[31] buyruklarıyla gayıptan haber verdiğini ve kılıcıyla onlara azabı tattırdığını, helak olmaları vaadedilenleri helak ettiğini ve kendisine iman getirdiğini söyleyen münafıkların O'nun arkasından müşriklere ve sapıklara yöneldiklerini görmüşlerdi.
Bu soruyu, Mu'tezile'den olan bilginlerin sormaları doğru değildir. Çünkü onlar peygamberlerin karşısında yer alanların çoğunun inatçı olduklarına inanıyorlar. Oysa Allah'a cahil olduklarını izhar eden cumhur O'nu gerçek anlamıyla tanımakta, O'nun peygamberlerini tanımakta ve onların doğruluklarını bilmektedir. Fakat buna rağmen muhalefet etmelerinin tek nedeni inatçı olmalarıdır. Bu durumda anlattığımız şekilde bu hükmün, ric'at ve ric'at edenler hakkında olmasına hiçbir engel yoktur. Allah Teala buyuruyor ki: "Onların, ateşin başında durdurulmuş iken: Ah ne olurdu keşke biz (dünyaya) geri çevrilseydik de Rabb'imizin ayetlerini yalanlamasaydık, inananlardan olsaydık! dediklerini bir görseydin. Hayır, daha önce gizlemekte oldukları, onlara göründü. Geri gönderilselerdi yine men'olundukları şeyi yapmağa dönerlerdi, çünkü onlar yalancılardır."[32] Allah Teala, cehennem ehlini dünyaya geri gönderse onların kabir ve mahşerin dehşetlerini görmeleri ve acı azabı tatmalarına rağmen tekrar küfür ve inatlarına döneceklerini bildiriyor.[33]
5- Seyyid Muhsin Emin-i Amili'nin İstidlali:[34]
Seyyid Muhsin Eminî, bu istidlali, Ahmed Emin'in "Zuha'l İslâm" kitabında İmamiyye Şia'sına yaptığı ve hayatının son dönemlerinde bazılarından vazgeçtiği iftiralarını reddederken getirmiştir.
Ahmed Emin diyor ki: Ric'at inancını, "Muhammed dönecektir" diyerek ve daha sonra sözünü değiştirip "Ali dönecektir" diyerek İbn-i Sebe çıkarmıştır. Ric'at düşüncesini İbn-i Sebe Yahudilerden almıştır. Yahudilere göre İlyas peygamber göğe ağmıştır. O, dünyaya dönerek din ve kanunu getirecektir. Hıristiyanlığın başlarında bu düşünce Hıristiyanlık'ta da çıkmıştı.[35]
Seyyid Muhsin Emin (r.a) ihticac ve ilzam makamında cevaben diyor ki: Ric'at düşüncesini ilk olarak Ömer b. Hattab ortaya atmıştır. İbn-i Sa'd, "Tabakat" adlı kitabında, kendi senediyle İbn-i Abbas'tan Resulullah'ın (s.a.a) "Bana kağıt kalem getirin de benden sonra asla sapmamanız için size bir şey yazayım" buyurduğunu, bunun üzerine Ömer'in, Resulullah ölmemiştir; eğer ölmüşse İsrailoğulları Musa'yı bekledikleri gibi biz de onu bekleyeceğiz, dediğini nakleder.
Taberi, İbn-i Sa'd ve diğerleri diyorlar ki: Resulullah (s.a.a) vefat edince Ömer dedi ki: Resulullah ölmedi; Resulullah, kırk gün kavminden kaybolan ve öldü denildikten sonra dönen Musa b. İmran gibi Rabb'ine gitti. Vallahi Resulullah dönecek ve onun öldüğünü sananların ellerini ve ayaklarını kesecektir.[36]
şüpheler ve reddiyeler
Şüphesiz hiçbir şüphe ve eleştiriyle karşılaşmayan bir hak neredeyse yoktur; oysa Resulullah'ın Ehlibeyti'nin hak inançları tarih boyunca muhaliflerin yönelttikleri şüphelerle çelişmiştir ve tarih, bunun burada zikredemeyeceğimiz tanıklarıyla doludur; bu ise ancak Allah'ın kitabının Hz. Muhammed'in tertemiz Ehlibeyti'yle denkleştirilmesine ve yakınlaştırılmasına kin besleyen Emeviler'le Abbasiler'in meydana getirdiği öldürücü bir taassuptan başka bir şey değildir.
Resulullah'ın Ehlibeyti'nin sırlarından sayılan ric'at inancı da, şüphelerle kuşatılan ve bazı muhalifler tarafından Ehlibeyt'in izleyicilerinin kınanmasına neden olan bu inançlardan birisidir. Aşağıda ric'ati inkâr edenlerin yönelttikleri şüphelerin ve onların cevaplarının en önemlilerinden bir kaçına yer vereceğiz:
Ric'at, teklifle çelişir.
Cevap:
Ric'atin teklifle çeliştiği sözü, bazı şiilerin, onu, insanların değil devletin dönüşü olarak yorumlamasından kaynaklanmaktadır ve bu konu gaybi şeylerden olduğu için hakkında kesin hüküm vermek imkansızdır. Fakat İmamiyye'nin ileri gelenlerinin çoğunluğu bunu reddederek ric'atin ne teklifi gerektirdiğini ve ne de onu nefyettiğini, dünyaya dönen kimsenin teklifinin de geçersiz olmadığını (teklifin de kendisiyle birlikte geldiğini) söylemekte ve buna yönelen şüphelere şöyle cevap vermektedir:
Seyyid Murtaza der ki: Ric'at teklifli kaldırmaz. Ric'atle birlikte teklif de geri döner. Dolayısıyla hiç kimse, dünyaya dönen birisinin artık teklifinin olmadığını sanmamalıdır. Teklif, mucizelerle ve apaçık nişanelerle sahih olduğu gibi ric'atle de sahihtir. Çünkü bütün bunlarda farz bir ameli yapmaya ve çirkin bir işten sakınmaya zorlama söz konusu değildir.[37]
Ancak, bazıları, ric'atin, hakkın zuhuruyla sevap yoluyla mümini sevindirmek için olduğunu söyleyerek, ric'at edecekler hakkında hiçbir teklifin sahih olmadığına inandıkları için dünyaya dönecek olanların teklifi olduğunu ispatlamaktan kaçarlar. Seyyid Murtaza der ki: Bu görüş doğru değildir. Çünkü İmamiyye arasında, Allah Teala'nın ölen müminlerden bazılarını İmam Mehdi'ye (a.s) yardım etmeleri, onun düşmanlarıyla savaşıp galip gelmesinde kardeşlerine yardımcı olmaları için dünyaya döndüreceğinde ve onların o hazrete yardım etmediklerinde kaybedecekleri şeyi o hazrete yardım ettiklerinde elde edeceklerinde ihtilaf yoktur. Ve bellidir ki sırf sevap için dünyaya döndürülen bir kişinin de İmam Mehdi'ye yardım etmesi, onun safında savaşması ve onu savunması gerekir.[38]
Ric'at görüşünün ispatlanmasından kaçanlar, ric'ati kişilerin değil, devletin, emir ve nehyin dönüşü olarak yorumlamışlardır. Bunun sebebi ise onların ric'ati savunamayışı ve ric'atin teklifi kaldırdığını sanmalarıdır. Şeyh Ebu Ali Tabersi der ki: Kesinlikle böyle değildir. Çünkü burada farz bir ameli yapmak ve çirkin bir amelden sakınmak söz konusu değildir. Teklif, denizin yarılması ve asanın ejderhaya dönüşmesi gibi büyük mucizelerle ve açık delillerle birlikte sahih olduğu gibi ric'atle de sahihtir.
Ric'at, nakledilen rivayetlerin zahiriyle ispatlanmadığı için onu tevil etmek de doğru olmaz. Ric'at, rivayetlerce desteklenmesi dışında İmamiyye Şiası'nın icmasıyla da ispatlanmaktadır.[39]
Eleştiri: Eğer ric'at edeceklerin teklifi olacaksa, cezalandırılmayı hakkeden kafirlerin de teklifi olması gerekir; bu durumda kafirler de tövbe ederek kurtulabilirler!
Şeyh Mufid diyor ki: Allah Teala, küfürlerinde halis olanları dünyaya döndürmek isterse, bu durumda Allah'ın düşmanı olan şeytanlar, onların Allah'a karşı isyan etmek için dünyaya döndürüldüklerini sanarak azgınlıklarını artıracaklardır. Allah Teala da mümin velileri vasıtasıyla onlardan intikam alacak ve onları tekrar döndürecektir. Böylece onların hepsi azap ve belaya uğrayacak ve cezaya çarptırılacaklar, yeryüzü azgınlardan temizlenecek ve din Allah'a has olacak; ric'at ise, geçmiş ümmetlerde değil, son ümmetin imanlarında halis olanlarında ve yine son ümmetin nifaklarında halis olanlarında olacaktır.[40]
Seyyid Murtaza ise buna şu iki cevabı vermiştir:
1- Cezalandırılmak ve azap görmek için dünyaya dönecek olan Allah'ın düşmanlarının teklifi yoktur; teklif, sadece Hz. Mehdi'ye yardım ve savunma için dünyaya dönecek olan Allah'ın velilerine hastır.
2- Allah'ın düşmanları her ne kadar mükellef olsalar da buna rağmen tövbeyi seçmeyebilirler. Çünkü daha önce de belirttik ki, ric'at, çirkin bir söz söylemeyi ve farz bir şeyi yapmayı gerektirmez; bu alandaki etkenler sabit değillerdir; ancak onların tövbeyi seçmeyecekleri ve cehennemde ebedi kalacakları kesindir.[41] Allah Teala buyuruyor ki: "Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara ve kafirlere cehennem ateşini va'detmiştir. Onlar orada ebedi kalacaklardır."[42] Yine buyuruyor ki: "Yoksa kötülükler yapıp da nihayet ölüm kendilerine gelip çatınca: Ben tövbe ettim, diyenlere ve kafir olarak ölenlere tövbe yoktur (öylelerinin tövbesi kabul değildir). Onlar için acı bir azab hazırlanmıştır."[43]
Ebu Kasım Belhi der ki: Ric'at câiz değildir; çünkü eğer ric'at olacak olursa insan ikinci dönüşe güvenerek günah işleyebilir.
Ric'ati kabul edenler, insanların hepsinin ric'at edeceğini söylememektedir; dolayısıyla ikinci dönüşe güvenerek günah işlemeleri söz konusu olamaz. Çünkü mükelleflerden her biri dönüş yapmayabilir ve bu da günahtan sakınmak için yeterlidir.[44]
Kafirler, berzah aleminde Allah'ın azabını görüp kendilerinin batıl olduklarına yakin ettikleri halde öldükten sonra tuğyanlarına nasıl dönerler?
Cevap:
Şeyh Mufid diyor ki: Berzah aleminde kendilerine verilen azabı gören ve dünyada sapıklık içerisinde olduklarına yakin eden kafirlerin dünyaya döndüklerinde tekrar günah işlemeleri hayret edici bir şey değildir. Allah Teala onları, "Ah ne olurdu keşke biz (dünyaya) geri çevrilseydik de Rabb'imizin ayetlerini yalanlamasaydık, inananlardan olsaydık" diyeceklerini bildirdikten sonra şöyle buyuruyor: "Hayır, daha önce gizlemekte oldukları, onlara göründü. Geri döndürülselerdi yine men' oldukları şeyi yapmağa dönerlerdi; çünkü onlar yalancılardır."[45]
Ric'at, tenasüh inancını gerektirmektedir.
Cevap:
Bu şüpheyi cevaplamadan önce birkaç konunun açıklık kazanması gerekir:
1- Ehlibeyt İmamlarından mütevatir olarak nakledilen rivayetler, tenasüh inancının batıl ve imkanız olduğunu vurgulamaktadır. Bu konuda Şia ittifak etmiş, bir çok makale ve kitaplar yazmışlardır.
Me'mun, İmam Rıza'ya, "tenasüh" görüşü hakkında ne diyorsunuz? diye sorunca İmam (a.s), "Tenasühe inanan kafirdir ve cenneti yalanlamış olur."[46]
Şeyh Saduk ise şöyle der: Tenasüh görüşü batıl bir görüştür. Tenasühe inanan kafirdir; çünkü tenasüh, cennet ve cehennemi yalanlamayı içerir.[47]
2- Tenasühe inananlar, kıyamet ve ahireti yalanlayan batıl inaç sahibi kişilerdir. Aş'eri, "Mekalat-ul İslâmiyyin" adlı eserinde Şia'nın ric'at inancıyla, Gulat(aşırıcılar)ın tenasüh inancı arasında şu şekilde fark gözetmiştir:
Rafiziler, ölülerin kıyametten önce dünyaya dönüşü konusunda iki gruba ayrılmışlardır:
a- Ölülerin kıyametten önce dünyaya döneceklerine inanmaktadırlar,[48] rafizlilerin çoğunluğunun görüşü budur;[49] ve yine İsrailoğulları'nda vuku bulan her şeyin bir benzerinin bu ümmette de vuku bulacağına, Allah Teala'nın, İsrailoğulları'ndan bir grubu ölümlerinden sonra dirilttiği gibi bu ümmetten de bir grup ölüyü dirilteceğine ve kıyametten önce dünyaya döndüreceğine inanmaktadır.
b- İkinci grup ise her şeyin boş olduğuna inanan, kıyamet ve ahireti inkâr eden, kıyamet ve ahiret diye bir şeyin olmadığını, sadece ruhların başka bedenlere girdiğini söyleyenlerdir. Bu görüşe göre, iyi biri olursa ruhu zarar ve acı görmeyen bir bedene intikal eder ve eğer kötü birisi olursa ruhu zarar ve acı gören bedenlere intikal eder; bunun dışında bir şey yoktur ve dünya sürekli olarak böyle kalacaktır.[50]
Resulullah'ın Ehlibeyti'nin ve Şiî tarihinin bize vermiş olduğu derslerden biri şudur: Onlar Gulat'ı tekfir eder ve onlardan uzak olduklarını ilan ederlerdi. Bu konuda onların burada değinemeyeceğimiz meşhur bahisleri vardır.
Doktor Ziyauddin-i Ris, Şia fırkalarını saydıktan sonra şöyle diyor: Şia fırkalarına beşinci bir kol daha eklenmiştir, o da Gulat'tır. Ama gerçekte Gulat Şia'dan değildir, onların aşırıcılıkları onları İslâm dairesinden çıkarmıştır.[51]
3- Ric'atin batıl tenasüh inancı olduğunu kabul ederek ric'ati reddedenler, tenasühle cismani mead arasında fark gözetmemişlerdir. Ric'at cismani mead türündendir. Tenasüh ise, ruhun bir bedenden ayrılarak diğerine intikalidir. Oysa cismani mead böyle değildir. Cismani mead, birinci bedendeki ruhun kişisel özellikleriyle dünyaya dönüşüdür; ric'at de böyledir.
Eğer ric'at tenasüh olsaydı bu durumda Hz. İsa (a.s) tarafından ölülerin dirilişi de tenasüh olurdu ve yine eğer ric'at tenasüh olsaydı diriliş ve cismani mead da tenasüh olurdu.[52]
Bundan böyle bilimde çocuklaşan birisi kalkıp da, "Ric'at düşüncesi, aralarında büyük fark olmasına rağmen Fisağuris'in ileri sürdüğü tenasüh düşüncesine benzemektedir..." diyemez.[53]
Şiilikteki ric'at inancı, Yahudiliğin te'siriyle meydana gelmiştir!
Ahmet Emin "Fecr-ul İslâm" adlı kitabında diyor ki: Şiilikteki ric'at inancı, Yahudiliğin te'siriyle meydana gelmiştir!
Cevap:
Ulemamızın ileri gelenleri, insaflı olmak isteyen hiçbir akıl sahibinin ileri süremeyeceği bu eleştiriyi çürütmüşlerdir:
Şeyh Muzaffer diyor ki: Ben bu iddiaya karşı diyorum ki: Yahudilik de Kur'an-ı Kerim'in ric'at inancından etkilenmiştir; nitekim Kur'an-ı Kerim daha önce değindiğimiz ayetlerde ric'atten bahsetmiştir[54] ve burada şunu da ekleyerek diyoruz ki: Gerçek şu ki, Yahudilik ve Hıristiyanlık, bir çok konuda İslâmî inanç ve hükümlerle aynıdır. Çünkü Resulullah (s.a.a) kendisinden önce gelen ilahi dinleri doğrulayıcı ve onaylayıcı olarak gelmiştir, fakat onlardan bazı hükümleri dışarı çıkarmıştır. Dolayısıyla, bu yazarın iddia ettiği gibi ric'atin Yahudilerin inancından olduğunu kabul etsek bile, bazı İslâmî inançların Yahudilik veya Hıristiyanlıkta da olması İslâm dini için bir kusur sayılmaz.[55]
Şeyh Kaşif-ul Gıta ise şöyle diyor: Ric'at inancı, Şiiliğin usulünden ve temel ilkelerinden birisi olmadığı için Şiilikteki ric'at inancı, Yahudiliğin te'siriyle meydana gelmiştir!' diyerek onu kınamak doğru olmaz. Bir mektep hakkında ilmi seviyesi bu kadar düşük olan birisinin bu konuda susarak görüş belirtmemesi ve hakkından gelemeyeceği bir işi bırakması daha münasip olmaz mı?
Ric'at inancının Şiiliğin usulünden olduğunu kabul etsek bile, acaba Şiilerin bu konuda Yahudilerle görüş birliği içerisinde olması, Şiiliğin Yahudilikten etkilenmesine neden olabilir mi?! Yahudiler de Müslümanlar gibi tek olan bir ilaha ibadet edilmesi gerektiğini söylemektedirler. Acaba bu durumda, İslâm'ın Yahudilikten etkilendiği söylenebilir mi?! Ve acaba bu, düşük bir söz ve cahilce bir delilden başka bir şey midir?![56]
Kur'an-ı Kerim'in, "Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman: Rabb'im der, beni (dünyaya) döndürünüz! Ki terk ettiğim dünyada yararlı bir iş yapayım. Hayır, bu onun söylediği (olmayacak) bir laftır. Önlerinde tâ dirilecekleri güne kadar bir perde vardır"[57] ayetlerinde ölümden sonra dünyaya dönüşü reddetmektedir. Bunu göz önünde bulundurarak ric'at inancıyla bu ayet nasıl bağdaştırılabilir?
Cevap:
a- Bu ayette hükmü genelleştirecek hiçbir kelime yoktur. Dolayısıyla ayet onlardan hiç birinin ric'at etmeyeceğine işaret edebilir; çünkü daha önce de değindiğimiz gibi ric'at özeldir.
b- Bu ayetten anlaşılan, ric'at ve dönüş talebinde bulunanların, ölümden önce böyle bir talepte bulunduklarıdır; bizim savunduğumuz ise ölümden sonraki ric'attir. Dolayısıyla, bu ayet, bu anlamdaki ric'atin doğruluğuyla çelişmemektedir.
c- Bu ayetin zahirinden anlaşılan, onların dünya hayatına mükellef olarak dönmek istedikleridir; hatta ayetin sarih anlamının da bu olduğunu söyleyebiliriz. Biz ise kesin bir şekilde ric'atte mükellefiyetin olacağını söylemiyoruz. Bu durumda yapılan bu iddialar geçerli değildir ve bu gaybî ilme bağlı bir şeydir ve bunu ancak gelecek ortaya koyacaktır.[58]
Ric'at hadisleri uydurmadır.
Cevap:
Bu iddianın hiçbir geçerliliği yoktur. Çünkü ric'at, Ehlibeyt İmamlarından gelen mütevatir hadisler gereğince zaruriyattandır. Bu iddia doğru olsaydı, Şia düşmanlarının bu kadar fazla kınamaları karşısında ric'ate bu kadar itibar edilmezdi. İslâm mezheplerinde sarih nassa dayanmayan nice inançlar vardır ki bu inançları güdenler, tekfir edilemez; bu inançların erbabı, İslâm'dan çıkmış sayılamaz. Bunun, Peygamber'in (s.a.a) yanıldığına, haşa, isyan edebileceğine, şeytanın, vahiy sırasında kendilerine bazı sözler ilka ettiğine, bunları da vahiy sanarak okuduğuna, vaid hususundaki telakkiye, cenab-ı Peygamberin (s.a.a) kendilerine halife tayin buyurmadığına; yahut Kur'an'ın mahluk olmadığına inanmak gibi bir çok örneği vardır.[59]
Kitabın ikinci bölümünde üçüncü delilde, güvenilir kişilerin Ehlibeyt İmamlarından naklettikleri mütevatir hadisler gereğince, Resulullah'ın (s.a.a) tertemiz soyundan olan Ehlibeyt İmamları (a.s) tarafından ric'atin sabit olduğunu açıklamıştık.
Ric'at Resulullah'ın (s.a.a) zamanına hastır.
Ric'atin, Resulullah'ın (s.a.a) mucize ve delillerinden olduğu için ancak o hazretin zamanına has olduğu söylenmektedir.
Cevap:
Şeyh Tabersi diyor ki: Bu görüş yanlıştır; çünkü bizce ve hatta İslâm ümmetinin büyük çoğunluğunca, mucizelerin İmamlar ve evliyalar tarafından da gösterilmesi câizdir; usul kitaplarında bunun delilleri açıklanmıştır.[60]
Her şeyin başında ve sonunda hamd Allah'a mahsustur.
[1] - Rical-u İbn-i Davud, s.195.
[2] - Bihar-ul Envar'da da bu tabir kullanılmıştır. Fakat "el-Hulesa" kitabında tabir farklıdır.
[3] - el-Hulasa -Allame Hilli-, s.279.
[4] - Bihar-ul Envar, c.53, s.124.
[5] - A'raf, 155.
[6] - Bakara, 55-56.
[7] - Bakara, 57.
[8] - Bakara, 243.
[9] - Bakara, 259.
[10] - Muhtesar-u Besair-id Derecat -Hasan b. Süleyman-, s.22. Bihar-ul Envar, c.53, s.72/72. el-İykaz-u Min'el Hic'a, s.185/42. Er-Ric'at -Esterabadi-, s.49/23.
[11] - el-İzah -İbn-i Şazan-, s.189-195.
[12] - İsmail b. Muhammed b. Yezid-i Himyerî-i Ebu Haşim İmamiyye Şiası şairidir. Okuduğu şiirlerinin çoğu Ehlibeyt (a.s) hakkındadır. O, makam ve mevkisi yüce ve güvenilir bir kişidir. İmam Sadık'ı (a.s) görmüştür. Ebu Ubeyde onu muhaddisler arasında en fazla ve en güzel şiir okuyanlardan saymış, Ebul Ferec de cahiliye ve İslâm döneminin en fazla şiirini okuyan üç kişisinden biri bilmiştir. Hicri 105 yılında Nu'man'da dünyaya gelmiş ve 173 yılında da vefat etmiştir.
[13] - Neml, 83.
[14] - Kehf, 47.
[15] - Mü'min, 11.
[16] - Bakara, 259.
[17] - Bakara, 243.
[18] - el-Fusul-ul Muhtare -Seyyid Murtaza, s.93-95.
[19] - İmam Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Nu'man, "Şeyh Mufid" ve İbn-i Muallim diye meşhurdur. Kendi döneminde İmamiyye mektebinin öncülüğünü üstlenmiştir. Onun fıkıh, kelam ve hadis bilimlerindeki şöhreti, ilim ve güvenirliği anlatılmayacak kadar fazladır. Şeyh Mufid (r.a) mütevazi, çok ibadet eden, yüce, çok namaz kılan, oruç tutan ve sadaka veren birisiydi. O, hicri 413 yılında Bağdat'ta vefat etmiştir.
[20] - İsrâ, 6.
[21] - En'am, 111.
[22] - Enfal, 22-23.
[23] - Sâd, 85.
[24] - Sâd, 78.
[25] - En'âm, 28.
[26] - Mesed, 1-3.
[27] - Yunus, 90-95.
[28] - En'âm, 158.
[29] - Kamer, 45.
[30] - Fetih, 27.
[31] - Rum, 1-3.
[32] - En'am, 27-28.
[33] - el-Fusul-ul Muhtare -Murtaza-, s.153-157.
[34] - Seyyid Muhsin b. Abdulkerim-i Emin el-Hüseynî el-Amuli, zamanının en büyük ve en meşhur alimlerindendi. Hicri 1284 yılında Lübnan'ın Şekra bölgesinde dünyaya gelmiş ve hirci 1371 yılında ise Beyrut'da ölmüştür. Onun, "A'yan-uş Şia" kitabı meşhurdur. Yine "er-Rehik-ul Mehtum", "Husun-ul Menia", "Mecalis-us Sünniyye" ve ... adlı kitapları vardır.
[35] - Zuha'l İslâm, c.1, s.356.
[36] - A'yan-uş Şia, c.1, s.53. Ve bkz. Siret-un Nebeviyye -İbn-i Hişam-, c.4, s.305. Tabakat-ul Kubra -İbn-i Sa'd-, c.2, s.266.
[37] - Resail-uş Şerif Murtaza, c.1, s.126; Rey şehrinden gelen meseleler.
[38] - Önceki kaynak, c.3, s.136 Dimeşkiyat.
[39] - Mecma-ul Beyan, c.7, s.367.
[40] - Mesail-us Serviyye, s.35. Beşinci bölümde Şeyh Mufid'in bu soruya vermiş olduğu geniş cevaba değindik.
[41] - Resail-uş Şerif Murtaza, c.3, s.137 Dimeşkiyat.
[42] - Tevbe, 68.
[43] - Nisâ, 18.
[44] - Mecma-ul Beyan -Tabersi-, c.1, s.242.
[45] - el-Mesail-us Serviyye -Şeyh Mufid-, s.36 ve En'am suresi, 27-28.
[46] - Bihar-ul Envar -Meclisi-, c.4, s.320.
[47] - İ'tikadat -Meclisi-, s.62.
[48] - Ölülerin tümü dönmeyecektir; üçüncü bölümde açıkladığımız gibi ric'at özel bir gruba hastır.
[49] - Üçüncü bölümde, İmamiyye'den bazılarının ric'ati ayetlerin zahiriyle çelişen bir anlamda yorumladıklarını açıklamıştık.
[50] - Mekalat-ul İslâmiyyin -Ebu Hasan-il Aş'eri-, c.1, s.114.
[51] - en-Nezeriyyat-us Siyasiyyet-il İslâmiyye, s.64, miladi 1967 basımı.
[52] - Akaid-ul İmamiyye -Muzaffer-, s.110. İlahiyyat, c.2, s.809. el-Milel-u ve'n Nihel, c.6, s.364.
[53] - eş-Şiat-u ve't Tashih -Musa Musevi-, s.142-143.
[54] - Kitabımızın baş tarafında, Kur'an-ı Kerim'in ric'atle ilgili ayetlerine değindik. Bu ayetler geçmiş ümmetlerde de ric'atin olduğuna delâlet eder; Kur'an-ı Kerim bunları, tevil edilmesi mümkün olmayacak bir açıklıkla zikretmiştir.
[55] - Akaid-ul İmamiyye -Muzaffer-, s.112.
[56] - Asl-uş Şia ve Usuliha, s.167. Seyyid Muhsin Emin Amuli A'yan-uş Şia kitabının mukaddimesinde, c.1, s.56-57'de bu meseleye değinmiş ve onu reddetmiştir.
[57] - Müminun, 99-100.
[58] - el-İykaz-u min'el Hic'a -Hürr-ü Amili- s.422.
[59] - Akaid-ul İmamiyye -Muzaffer-, s.110.
[60] - Mecma-ul Beyan -Tabersi-, c.1, s.242.